Image Map

DİSK'İN 1 MAYIS KİTABI ÇIKTI: "SABAHIN SAHİBİ VAR"

 

 

 

 

 

 

“Sabahlara” uyanmak!..

DİSK Yönetim Kurulu

İşçi sınıfı 32 yıl aradan sonra 2010 yılında kitlesel olarak Taksim 1 Mayıs Alanı’na çıkıp, kürsüsünü yeniden kurdu. Tıpkı, 1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sükun Kanunu”yla yasaklanmasından 51 yıl sonra, 1976 yılında Kurucu Genel Başkanımız Kemal Türkler ve DİSK öncülüğünde Taksim’de kutlandığı gibi tam bir şölen havasıyla ve coşkuyla kutlandı 2010 1 Mayıs’ı.

 

1 Mayıs’ın 2010’da Taksim Meydanı’nda kutlanması; işçi ve emekçi kitlelerin, demokrasi güçlerinin, devrimcilerin, sosyalistlerin, demokratların, solcuların, yüreğini emeğin, alın terinin yanına katanların yıllarca bedellerini ödeyerek verdikleri mücadelelerin sonucunda tırnaklarıyla kazıyarak kazandıkları bir zafer oldu. Ve elbette, 1 Mayıs coşkusu yüzbinlerce insanın bütün renkleriyle yansıdı TV ekranlarına ve gazete sayfalarına.

 

İçeriden ve dışarıdan “Taksim inatlaşması” ve “yer fetişizmi” gibi suçlamalara varan eleştirilerde bulunanların, “provokasyon” tellallığıyla korku üretmeye çalışanların, yüzbinlerce insanın mücadele marşları ve türküleriyle hınca hınç doldurduğu bu görsel şölen karşısında yapabilecekleri tek şey “SUSMAK ve UTANMAK”tı. Ama ne utandılar ne de sustular.

 

İlk günün şokunu atlattıktan sonra, gazetelerine “Tabu yıkıldı!” manşetlerini yüzleri kızarmadan atarak, esasında, Taksim’i birilerinin “bahşettiği” masalına yandan destek oldular. Bütün bunlara rağmen yine de, onların bu yeni kampanyaları, 2 Mayıs tarihli, neredeyse bütün basın yayın organlarının “AKP hükümetinin 8 yıllık iktidarı süresince neden işçi ve emekçilere 1 Mayıs’ı R16;zindan’ ettiği” sorgulamasını aşamadı. Uluslararası iletişim organlarında da, Türkiye işçi sınıfının Taksim’e çıkmasıyla “dünyanın sonunun gelmediği” anlatıldı.

 

Emekçilerin, uzun süre kutlamaktan uzak kaldıkları bayramları 1977’de kan gölüne çevrilmiş, kürsüleri ellerinden alınmış ve yıllardır da yerine konmamıştı. Ülkenin değerlerini üreten milyonlarca emekçinin istediği tek şey, adalet ve hukukun, özgürlük ve “gerçek demokrasi”nin bu ülkede hayat bulmasıydı. Ve 77 1 Mayıs’ının arkasındaki komplolar, siyasi tezgâhlar açığa çıkarılmadığı sürece bu adalet tecelli etmeyecekti.

 

İşçi ve emekçilerin Taksim’e kitleler halinde girmeleriyle dünyanın sonu elbette ki gelmeyecekti; fakat, 1 Mayıs’ın birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak tatil ilan edilmesi ve 1 Mayıs’ın Taksim 1 Mayıs Alanı’nda kutlanmasını demokrasi sorunu olarak gören emek ve demokrasi güçleri, 2009-2010 konjonktüründe iki önemli şeyi başarmıştı:

 

1)     1 Mayıs’ın tatil ilan ettirilmesi ve Taksim Alanı’na çıkılmasıyla 12 Eylül faşizmininin devamı olan baskıcı ve yasakçı anlayışa geri adım attırılarak önemli bir mevzi elde edilmiş,

2)     İşçi sınıfının kürsüsünün elinden alınmasıyla oluşan “travma”, kürsü yerine konularak kısmen atlatılmıştı.

 

12 Eylül’de ve sonrasında, içeride (cezaevlerinde) ve dışarıda, gruplar halinde veya kitlesel olarak 1 Mayıs her koşulda kutlanmaya çalışıldı; Taksim’e çıkış süreci, 1989’da Mehmet Akif Dalcı’nın ve 1996’da Dursun Odabaş, Hasan Albayrak ve Yalçın Levent’in öldürülmeleri, yaralanmalar ve kitlesel gözaltılarla devam etti.

 

Ağır bedeller ödenen bu süreçte siyasi iktidarlar 1 Mayıs’ın kutlanmasını engelleyemeyeceklerini anladıklarında, kentin ıssız alanlarını tahsis ettiler. 2004’te “Ne çayırda ne çukurda kutlarız” diyen DİSK ve demokrasi güçleri için daha zorlu bir dönem aralanmıştı. Bu noktada 2007, 2008 ve 2009 yıllarındaki 1 Mayıs deneyimleri özel bir öneme sahiptir.

 

Kendi halkına özgürlük ve demokrasiyi çok görenler “AB normlarını kabul eden ve uygulayan bir hükümet olmakla” övünürken, aslında demokrasiyi özümseyemediklerini de 2007, 2008 ve 2009 1 Mayıs’ında yine sergilediler. DİSK Genel Merkezi 2008 1 Mayıs’ının sabah erken saatlerinde panzer ve polis eşliğinde, gaz bombalarıyla kuşatıldı. Öğle saatlerine kadar merkez bina sürekli basınçlı su ve gaz bombalarıyla saldırıya maruz kaldı. Onlarca insan yaralandı, yüzlercesi gözaltına alındı. Hastanelere bile gaz bombaları atan polisin orantısız güç kullanması sonucunda, Taksim’de yaşlı bir yurttaş gaz bombaları sonucunda kalp krizi geçirerek yaşamını kaybetti.

 

1 Mayıs 2009 kutlamalarında Taksim Alanı yine polis işgali altındaydı. Taksim’e çıkan bütün yollar çevik kuvvet, panzer ve polis bariyerlerince kapatıldı. Akşam geç saatlere kadar Taksim’de barışçıl gösteri yapmak isteyen bütün gruplara şiddetle saldırıldı.

 

Polis gününden çocuk bayramına, futbol taraftarlarından rallilere kadar neredeyse bütün gösterilere açık olan Taksim Alanı’nın, neden işçilere kapalı olduğu sorusu ve Taksim Alanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapalı tutulması 2010 yılında iyice “izahı zor” bir duruma geldi.

 

Yaşanılan bu deneyimleri bir yönüyle de olsa aktarmamak, hayatını demokrasi ve özgürlük mücadelesine adayan ve bugün yanımızda olmayan canlarımıza, yoldaşlarımıza ve kardeşlerimize yapabileceğimiz büyük bir haksızlık olacaktı.

 

Elinizdeki bu kitap özellikle 2004-2010 yılları arasındaki 1 Mayıs’ların sendikal mücadele boyutunu kapsıyor. Fakat, Türkiye’de 1 Mayıs’ları bütün boyutuyla ele almak, ekonomik, politik ve ideolojik koşullarını analiz etmek, değerlendirmek, tarihini yazmaya çalışmanın kapsamlı ve ayrı bir çabayı gerektirdiğinin de son derece farkındayız. Ve bu çalışmayı yapmak, hak ve özgürlükler mücadelesinde zorunlu bir görev olarak karşımızda duruyor.

 

Sonuç itibariyle; ister hükümet, ister hükümete yakın işçi örgütleri 1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesinin ve 1 Mayıs 2010 kutlamalarının siyasi iktidarın bir “lütfu” olduğunu iddia etsinler, şu gerçeği değiştiremezler:

 

GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ!..

ITUC ETUC