Image Map

ODTÜ DİRENİŞİ VE BİR MUHALEFET DİNAMİĞİ OLARAK ÜNİVERSİTELERİN EMEKÇİLERLE BULUŞMA NOKTALARI…

DİSK Genel Başkanı Erol Ekici’nin, ODTÜ direnişi ve sonrasında yaşanan gelişmelere ilişkin DEĞERLENDİRMESİ:

 

ODTÜ DİRENİŞİ VE BİR MUHALEFET DİNAMİĞİ OLARAK ÜNİVERSİTELERİN EMEKÇİLERLE BULUŞMA NOKTALARI…

·        “Tayyip Erdoğan iktidarı”nı hırçınlaştıran, iktidar mekanizmalarını ODTÜ’nün üzerine salan gerçekler nelerdir?

 

18 Aralık’ta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, beraberinde yüzlerce özel koruması, binlerce çevik kuvvet polisi ve zırhlı araçlar eşliğinde ODTÜ’ye gitti. Öğrenciler de Başbakan’ın ODTÜ’ye gelişi vesilesiyle AKP hükümetinin politikalarını protesto eden bir yürüyüş gerçekleştirmek istediler. Nerdeyse bütün muhalif eylemlerde yaptığı gibi polis, öğrencileri kendi evlerinde yürütmedi, barikatlar kurdu, su sıktı, ölçüsüz sayıda gaz bombası attı ve yakaladığı öğrencileri dayaktan geçirdi.

 

Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın; Türkiye’nin gündemine oturan yürüyüşün görüntüleri izlendiğinde öğrencilerin polisin şiddetiyle karşılaştığı açıkça görülmektedir. Yürüyüşün ardından Başbakan’ın hedef göstermesi sonucu öğrencisinden eğitim emekçisine ODTÜ’lülere yönelik bir linç kampanyası başlatıldı. Aralarında Öğrenci Gençlik Sendikası Genç-Sen üyelerinin de bulunduğu 12 öğrenci evlerinden gözaltına alındı. Avukatlara gözaltı gerekçesiyle ilgili bilgi verilmezken bazı basın organları öğrencilerin “terörist olduğu için tutuklanacaklarını” dahi iddia etti. Ankara Emniyeti kendini siyasi parti zannederek bir açıklama yaptı. Son hamle ise ODTÜ’lü öğrencileri kınayan ve adeta hükümet bültenini andıran bir rektörler açıklaması oldu.

 

Buraya kadar olan “anormallikler” esasında Türkiye gerçeğini yakından bilenler açısından oldukça “normal”di!.. Yani, olağanlaşan, “alışıldık” bir durumdu bu. Baskıcı hükümetler dün de zor kullanarak muhalefeti bastırmaya çalıştı, bugünkü iktidar sahipleri de bunu yapıyor. Sonrasında ise, bildiğimiz diğer iktidar aygıtları/kurumları (yandaş medya, rektörlükler, yargı vs.) devreye girerek, “Sen misin iktidara kafa tutan” naralarıyla kılıçlarını çekiyorlar.

 

Yine bu oldu. Gençliğin ODTÜ direnişi sonrasında da bu düzenek çalıştırıldı.

 

Peki, “Tayyip Erdoğan iktidarı”nı asıl hırçınlaştıran, iktidar mekanizmalarını fazlasıyla harekete geçirerek ODTÜ’nün üzerine salan gerçekler neydi?

 

Bilindiği gibi, 1980’li yıllarda birbiriyle zamansal olarak çakışmasa da, emekçi muhalefeti ile gençliğin “dirilme” çabası paralel yürüyen süreçlerdi. 12 Eylül, bir dönemin sorumlusu/suçlusu olarak gençlik hareketini lanse etmiş ve böyle bir hareketin yeniden canlanmaması için elinden geleni yapmıştı. İdeolojik, kültürel ve fiziksel birçok ablukaya rağmen gençlik 1987’den itibaren yeni bir filizlenme dönemine girmiş, 1990’ların başında üniversitelerdeki muhalif özellik kısmen kitleselleşmiş ve iniş çıkışlarla bugüne gelinmişti.

 

Yine bu yıllar, üniversitelerin ekonomik, sosyal ve kültürel işlevlerinin topyekün bir yeniden yapılanma sürecine girdiği bir döneme rastlıyordu. Bu sadece yeniden yapılanma süreci değil aynı zamanda toplumsal hayattaki gelişmelere bağlı olarak bir dejenerasyon süreciydi.

 

Üniversite sistemi bir bütün olarak niteliğini yitirdi. Burada 12 Eylül faşizminin üniversitelere özel olarak yüklenmesi, dinci akımlara aşırı destek verilmesi, nitelikli öğretim kadrolarının tasfiye edilmesi, üniversitenin toplumdaki etkisinin bilinçli olarak azaltılması gibi özel süreçler de rol oynadı. Bütün bunların sonucunda üniversite önceki dönemde sahip olduğu “toplumun öncüsü” olma işlevini büyük oranda yitirmişti.

 

İşte, siyasi iktidarın tahammülsüzlüğünün ardında yatan gerçek, öncelikle, korktukları şeyin başlarına gelmesidir. Yani, eğitim sisteminden düşünüş biçimlerine, alt yapısından üst yapısına kadar herşeyi değiştirdiklerini düşündükleri üniversitelerin bir muhalefet odağı olarak yeniden ortaya çıkmasıdır. Zira, kent merkezlerinden uzaklaştırıp birer kışla haline getirdikleri, nispi özerk/demokratik ve bilimsel yapılarını ortadan kaldırarak birer ticarethaneye dönüştürdükleri, özel güvenlik ve polis çemberiyle kuşattıkları üniversitelerin yeni bir direniş odağı olma ihtimalidir.

 

Bu konuda neoliberalizmin “kutsanmış” muhafazakârlarını hırçınlaştıran diğer bir önemli neden, birer ticari işletmeye dönüştürülen üniversitelerin, ODTÜ direnişiyle birlikte “özerk/bilimsel/demokratik” özelliklerinin farkına varma veya en azından tartışmasını sağlama riskidir!.. Çünkü üstelik bir de, “YÖK Yasası” gündemdeyken bu konuda muhalefet gelişmektedir. O halde bu direniş eğiliminin, daha “küçükken” başı ezilmelidir!..

 

Hatırlayalım. Bilgi üretiminde üniversitelerin rolünün dünya çapında yaşadığı değişimin ardından, teknolojik değişim hızının muazzam düzeylere ulaştığı koşullarda, teknolojik bilgi üretimi de doğrudan bir sermaye yatırımı konusu haline geldi. Ve artık laboratuarlarda değil doğrudan merkezi araştırma-geliştirme şirketlerinde yapılmaya başlanan teknolojik bilgi üretimi, metalaşmak bir yana bizzat artı-değer üretim sürecine dönüştü.

 

Bilim zaten uzun bir zamandır sermayenin boyunduruğu altına girmiş, doğrudan bir üretici kuvvete dönüşmüştü. Burada yeni olan şey, bu sürecin bizzat artı-değer üretimine dönüşmesidir.

 

Eskiden, (nesnel olarak) bilim insanları ve araştırmacılar sermaye için çalışırlardı, ürünlerini ona sunarlardı. Ama onlar diğer taraftan da, tıpkı o dönemin sanatçıları gibi kendine özgü, ücretli emek ilişkisinin dışında özel insanlardı. Bugün ise, bilgi üretiminin doğrudan artı-değer üretimine dönüştürülmesi sonucunda bilim insanları ve araştırmacılar bizzat sermayenin ücretli köleleri haline gelmeye başladı.

 

Eğitim kurumlarında da, dünya emperyalist/kapitalist sistemi içinde siyasi, ekonomik ve kültürel sürekli bağımlılığı dayatan, sermayenin egemenliğinde “bilimi köleleştiren” bir
sistem oluşturuldu. Bir yandan, paraya tapan ve toplum ihtiyaçlarına yabancılaştırılmış bir “işgücü kitlesi” yaratılırken, diğer taraftan da özgür ve bilimsel düşünceden, yaratıcılıktan yoksun, öykünmeci ve militarizme eğilimli kuşaklar yetiştirilmesi hedeflendi.

Böylelikle üniversiteler eski “ayrıcalıklı” konumunu yitirirken, emekçilerle buluşma noktaları artan, farklı bir muhalefet dinamiğini de içinde barındıran bir dönüşüm süreci yaşadı.

 

İşte “Tayyip Erdoğan iktidarı”nı çileden çıkaran, onları hırçınlaştıran, demagojik ve baskıcı karakterlerini açığa çıkartan ODTÜ direnişinin arka planı özetle bunlardır.

 

Yasama, yürütme ve yargı arasında erkler ayrılığı tartışması devam ederken Tayyip Erdoğan, basından sanat camiasına, mahalle derneklerinden spor kulüplerine kadar bütün kurum ve kuruluşları daha fazlasıyla denetimi altında tutmak isteyecektir. Kendi politikalarını onaylamayan, onlar gibi düşünmeyen herkesi cezalandırmayı sürdürecek, üniversitelere yönelik maddi ve manevi yönleri olan bir itibarsızlaştırma kampanyasını gündemde tutacaktır.

 

ODTÜ’den başlayan ve ülkenin diğer üniversitelerine yayılan, öğrencileri, eğitim emekçilerini, çalışanları ve öğrenci ailelerini buluşturan bu direniş, Türkiye’nin karamsar tablosunun içinde bir ateş yakmıştır. DİSK’li işçilerin ODTÜ’lü öğrencilerle dayanışmasının sosyal medyada rekor paylaşımlarla duyurulması bu heyecanın önemli bir göstergesidir.

 

Gençliğin ODTÜ direnişi, özgürlükçü, özerk, katılımcı, bilimsel, demokratik bir üniversite mücadelesi hattını, özgür, eşit ve demokratik bir toplumsal projeyle sıkı sıkıya bağlı olarak geliştirmek durumunda olduğumuzu göstermesi açısından da oldukça önemlidir.

 

DİSK olarak, bütün bu gelişmelerin yaşamsal öneme sahip olduğunu görüyor, siyasi iktidarın yeni düzenlemeler ve yasalarla sağlamlaştırmaya çalıştığı “buyurgan/otokratik düzenine” karşı tüm demokrasi güçlerini, birleşik bir direniş mücadelesinin yaratılması konusunda tarihsel göreve çağırıyoruz.

ITUC ETUC