Image Map

DİSK 14.GENEL KURULU YÖNLEDİRİCİ BELGE VE KARARLAR

DİSK 14.GENEL KURULU

YÖNLEDİRİCİ BELGE VE KARARLAR

DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ İÇİN MÜCADELE!

A) KAPİTALİZMİN KRİZİ SÜRÜYOR

  1. 13. Genel Kurulumuzu gerçekleştirdiğimiz 2008 yılından bu yana geçen yaklaşık 4 yıllık süreç, tüm dünyada küresel krizin yarattığı dalgalanmaların oluşturduğu bir atmosferde gerçekleşmiştir. Finansal piyasalarda başlayan kriz hızla reel sektörü etkilemiştir. İşten çıkartmalar, ücret ödemelerinde gecikmeler, ücretsiz izinler, işyeri kapanmaları birbirini bir zincir gibi izlemiştir. Hükümetler birbiri ardına özel sermayeyi kurtarmaya yönelik paketler açıklarken, işten atılan, ciddi gelir kayıpları ile karşı karşıya kalan milyonların sesine kulaklar tıkalı kalmıştır.
  2. Yıllardır anlatılan serbest piyasanın her sorunu çözeceği masalı yaşanan krizle bir kez daha çökmüştür. Krizlerin, kapitalizmin doğasında olduğu gerçeği yeniden kanıtlanmıştır. Sermayeye özgürlük, emekçilere ise kölelik dayatan kapitalist üretim ilişkileri sarsılmıştır. Son yüzyıl içinde yaşanan tüm krizler, bir yandan emekçilerin haklarının kısıtlanmasını diğer yandan ise tekelleşmenin boyutlanmasını beraberinde getirmiştir.
  3. 19. Yüzyılda “liberalizm” olarak tanımlanan kapitalizmin gelişim dönemi, 1929 bunalımıyla duraklamıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, krizi aşabilmek için, sosyalist ülkelerin de etkisiyle, doğrudan kamu müdahalesi ve desteğiyle istihdamın ve talebin artırılmasının sağlandığı, ulusal ekonomilerin ve korumacılığın öne çıktığı bir dönem yaşanmaya başlanmıştır. Bu koşullar sendikal hareketin gelişmesi için uygun bir ortam yaratmış ve sendikaların toplumsal işlevleri artmıştır. 1970’lerin ortalarına kadar süren “sosyal refah” kapitalizmi yeni bir krizin oluşmasını engelleyememiştir.
  4. Sistemin aktörleri; uluslararası finans kuruluşları ve gelişmiş kapitalist ülkeler, yani emperyalistler, bu dönemde “sosyal refah/sosyal devlet” uygulamalarından uzaklaşan yeni bir politikaya yönelmiştir. Adına “neo liberalizm” denilen bu yeni politika ile kamu üretim ve hizmetleri özelleştirme yoluyla piyasalaştırılmaya, sosyal güvenlik başta olmak üzere sosyal destek sistemlerinden uzaklaşılmaya başlanmıştır. Üretim teknolojilerindeki, üretim güçlerindeki değişim ile birlikte emperyalist merkezlerdeki eski üretim alanları gelişmemiş ülkelere aktarılmış, üretim birimleri küçültülmüş, kâr oranlarının yükseltilmesi amacıyla daha düşük maliyetli alanlar, ülkeler yeni üretim merkezlerine dönüştürülmüştür. Bu şekilde, gelişmemiş dolayısıyla kapitalist sisteme tam katılamamış ülkeler bir yandan ucuz üretim alanları aynı zamanda uluslararası firmalar için yeni gelişen pazarlar haline getirilmiştir. Sınırların kaldırılması, ticaretin “serbest”leştirilmesi adı altında yürütülen bu yeni yapılanmaya, “küreselleşme” gibi içeriği gizlenen, sevimli bir isim bulunmuştur. Oysa bu kapitalizmin en yüksek aşaması olan “emperyalizm”den başka bir şey değildir. Gelişen üretim ve iletişim teknolojisinin de etkisiyle sermayenin tüm dünyaya yayılmasına ortam hazırlayan “küreselleşme” süreci hız kazanmıştır.
  5. Bu süreç, sermaye-emek ilişkilerini ve bir bütün olarak üretim ilişkilerini derinden etkilemiştir. Uluslararası sermaye, örgütsüz ve ucuz emek istihdamı üzerinden rekabet gücünü geliştirme politikasına dayanmış, kuralsız bir piyasa ekonomisi dünya çapında egemen kılınmaya çalışılmıştır. Bu gelişmeler kaçınılmaz olarak örgütsüzlük, sendikasızlaştırma, özelleştirme, taşeronlaşma, güvencesizlik, ücretlerin ve ücret dışı maliyetlerin düşürülmesi gibi sorunlar ile esnek çalışma düzenini sendikal hareketin önüne çıkarmıştır.
  6. Ancak 30 yılı aşkın bir süre boyunca uygulanan sermayenin bu yeni birikim modeli de, günümüzde 2008 krizinin ortaya koyduğu gibi, kapitalizmi/emperyalizmi “küresel bir tıkanıklık” yaşamaktan kurtulamamıştır. “Bütün sorunların çözümü için çare gibi görülen kutsal piyasa mekanizması, kendine özgü ve çok daha büyük sorunlar yaratarak küresel bir kriz doğurmuştur. Günümüzde gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerin tümünde, kitlelerin zaman zaman isyanlar, zaman zaman çeşitli direnişler yoluyla sistemin vahşi sonuçlarına karşı tepkilerini ortaya koydukları gözlenmektedir.
  7. Dolayısı ile 2011 yılında dünya, çürümüş rejimlere karşı birçok ülkede halkın sokaklara dökülmesine tanıklık etmiştir. İsyanlar, ülkeden ülkeye kimi farklılıklar gösterse de, temelde halkın on yıllardır öfke duydukları iktidarlara karşı güçlü tepkileri olarak yaşanmıştır. Bu tepkilerin merkezinde ise emperyalist yayılmacılığın yarattığı işsizliğe, yoksulluğa ve siyasi baskı politikalarına karşı çıkış vardır. Ortadoğu’da görülen halk hareketleri de küresel krizin ardından toplumsal çelişkilerin keskinleşmesinin örnekleri olarak ortadadır. Ancak emperyalist ülkeler, uyguladıkları politikalarla emekçilerin, yoksul halkların yaşadığı bu dramdaki rollerini gizlemeye, tepkileri iplerini ellerinde tuttukları “kukla rejim”lere yönlendirmeyi başarmışlardır. Bu başarılarını, denetimleri dışında kalan enerji alanlarını paylaşarak pekiştirmişlerdir.
  8. Üzerinde yaşadığımız gezegenin doğal yapısı, ulus-ötesi şirketler tarafından “daha fazla kâr elde etmek” amacıyla insafsızca sömürülmüş ve kirletilmiştir. İklim değişikliğinin geri dönülemez aşamaya doğru sürüklendiği, su ve gıda krizinin yaşandığı, kimi canlı türlerinin ortadan kalktığı, dünya çapındaki tarımsal üretimin düşmeye başladığı koşullarda, üzerinde yaşadığımız yerküredeki yaşam giderek sürdürülemez hale gelmektedir.
  9. Küresel sermayenin “en çok kâr” amacı peşinde koşarken metalaştırmadığı, alınır-satılır hale getirmediği hiçbir varlık ve değer kalmamaktadır. Kadın ve çocuk emeğinin insafsızca sömürüldüğü, göçmen işçilerin insanlık dışı koşullarla karşı karşıya kaldığı bir dünya yaratılmıştır.
  10. Küreselleşme ile “proleterleşme” yaygınlaşarak ücretli çalışanların sayısı ve oranı artarken; ücretliler arasındaki farklılıklar derinleşmiştir. Bu derinleşme esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşmasına ve yeni istihdam türlerinin ortaya çıkışına bağlı olarak gerçekleşmiştir. Bu yeni biçimlerin ortak özelliği; “güvencesiz ve ucuz istihdamdır”.
  11. Son otuz yıllık dönemde, hemen tüm toplumlarda işsizlik “yaygın ve yapısal” bir özellik kazanmıştır. Sistemin “ucuz ve örgütsüz iş gücü üzerinden kendini yeniden üretebilmesi”, işsizliğin çalışanlar üzerinde tehdit olarak korunmasıyla sağlanmaktadır.
  12. Gerçekten de küresel kapitalizmin gelişme dinamikleri, öncelikle, iş güvencesini herkes için yok etmektedir. Bu olgu yalnızca kriz dönemlerinde yaşanan bir durum değildir. Ancak kriz dönemleri sözü edilen eğilimin ağırlıklı olarak kendisini gösterdiği süreçlerdir.
  13. Toplumun ortak ihtiyaçlarının ifadesi olan kamu hizmetleri, toplumların emekçi kesimlerinin istemleri ve mücadeleleri sonucunda gelişerek yaygınlaşmıştır. Bugün artık tarihe gönderilmek ve hafızalardan silinmek istenen sosyal devlet politikaları bu tarihsel sürecin evrensel kazanımıdır. Bu evrensel kazanım günümüzde küresel kapitalizmin neo-liberal ideolojisinin küresel saldırısı altındadır. Hiçbir ülkenin işçi sınıfı ve emekçi sınıfları bu küresel saldırıdan kurtulamamıştır. Sınıflar mücadelesi dünya sathında tüm şiddetiyle sürmektedir.
  14. Benzer şekilde sağlık, eğitim ve konut gibi, temel insan ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin alanların, serbest piyasa ekonomisinin öngördüğü kâra açık sistemler çerçevesinde, insan ve insanın yaşadığı çevre yararına bir çözüme ulaştırılması mümkün değildir.
  15. Bu mücadelede başta küresel finans oligarşisi olmak üzere kapitalist sınıflar için temel hedef, işçi sınıfını örgütsüzleştirmektir. Esnek çalıştırma biçimleri, güvencesiz çalıştırma, taşeronluk sistemi, özel istihdam büroları ve benzeri neo liberal ideolojik önermeler ve politikaların tümü emek gücünü parçalayarak değersizleştirmeyi hedeflemektedir.
  16. Türkiye kapitalizmi, özellikle de AKP iktidarları döneminde emek gücü sömürüsünü zirveye çıkarma olanaklarına kavuşturulmuştur. 20. Yüzyılın başlarından beri örülen ve 1967’de DİSK’in kuruluşu ile ülkemizde yaşama geçirilen bağımsız ve sınıf temelinde bir sendikal anlayışın tarihsel ilkeleri, iktidar destekli sendikacılık ve iktidarın doğrudan müdahalesi ile Türkiye işçi sınıfının hafızalarından silinmeye çalışılmaktadır. Bu çabanın hedefi emek gücünün sınırsız sömürüsünün önündeki en büyük engeli, yani bağımsız, demokratik, sınıf ve kitle sendikacılığı düşüncesini ve bu düşünceyi ete kemiğe büründüren sendikal örgütleri ortadan kaldırmaktır.
  17. Kapitalist sınıfın AKP’nin sağladığı iktidar olanakları ile işçi sınıfını örgütsüzleştirmesi, toplumun “sosyal” yardımlarla uysallaştırılıp yönetilmesi ve kamu hizmetleri alanının tümüyle sermaye sınıfının en çok kâr amacına yönelik olarak yeniden yapılandırılması anlamına gelecektir. Bu anlamda iktidarın kat ettiği mesafe artık tehlike kavramı ile ifade edilmenin ötesindedir.
  18. Kamu hizmetlerine karşı yürütülen saldırı ile aynı zamanda hak arayan yurttaş bilinci de körleştirilmektedir. Bugün artık kamu hizmetleri, piyasa hizmetleridir. Başta belediye, sağlık ve eğitim hizmetleri olmak üzere emekçi kesimlere refah katkısı olan önemli kamu hizmetleri ticaretin konusudur ve piyasanın yönetimindedir. Türkiye bütçesinin yaklaşık yüzde 10’u artık kamu hizmet alımlarına gitmektedir. Kamu hizmet alımlarında sırasıyla belediyeler, Sağlık Bakanlığı ve KİT’ler en büyük payı almaktadır. Bu, belediye hizmetleri ile sağlık hizmetlerinin piyasaya açılma düzeyinin de göstergesidir. Kamu yani devlet artık hizmet üreten değil, hizmet alan konumundadır. Gelişmeler göstermektedir ki kamunun hizmet alanından çekildiği, yalnızca kural koyucu bir konuma doğru geriletildiği, kural koyuculuğun ise yine piyasanın asıl aktörlerine göre şekillendiği ve geçmişin tüm kamu hizmetlerinin özel sermayeye terkedilerek, bir ticari alan haline getirilmesine doğru süreç ilerletilmektedir.
  19. AKP iktidarı altında kamu hizmetlerinin piyasa hizmetine dönüştürdüğünün en önemli göstergelerinden birisi de kamu işçi istihdamında ortaya çıkmaktadır. Kamuda çalışan işçi sayısı toplam 387 bini sürekli, 20 bini geçici olmak üzere 407 bine geriletilmiştir. 20 yıl önce sayıları 1,5 milyonun üzerinde olan kamu işçiliği neo liberal politikalarla tasfiye edilmiştir. Bu verilerden yola çıkarak söyleyebiliriz ki AKP iktidarı altında;  a.Kamu hizmetlerinin piyasaya açılma hızı ve kapsamı; devlet- yurttaş ilişkisinin muhtaç-yardımsever ilişkisine dönüştürülmesi nedeniyle artık Devlet, sosyal devlet değildir; b. Taşeron işçiliği kamu hizmetlerinde temel istihdam biçimi haline getirildiğinden ucuz işgücü politikası artık Devlet politikasıdır.
  20. Küreselleşmeyle bir “cennet” vaat edilmiş; Bu gelişmenin dünya çapındaki emekçiler ve tüm işçi sınıfı için karşılığı; sınıfsal parçalanmışlık, daha çok işsizlik, daha az gelir, açlık ve yoksulluktur.
  21. Çalışanları her açıdan olumsuz etkileyen bu gelişmeler, örgütlenmede yaşanan gerileme ve yetersizliklerin de etkisiyle yaygınlaşmaktadır. Özellikle sendikal hareket kayıtdışını, taşeron işçiliğini, evde çalışanları, yarı zamanlı işçileri, kadın ve çocuk emeğini örgütlemekte başarısızdır.
  22. Son otuz yıllık dönem işsiz sayısında olduğu gibi güvencesiz ve kayıt dışı çalışanların sayısında da olağanüstü artışların gerçekleştiği bir dönemdir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) bütün dünyada kayıt dışı çalışanların sayısının 1,8 milyara ulaştığını belirlemiş bulunmaktadır. Bu değer, dünyada her on çalışandan altısının kayıt dışı çalıştığını ortaya koymaktadır. Kayıt dışı çalışanların 1.2 milyarı, günlük 2 dolardan az kazanmaktadır. AB üyesi 27 ülkede ise geçici işçi olarak çalışanların sayısı 32 milyona ulaşmış ve oranı %15’i bulmuştur. AB’de de işçi sınıfının sendikal ve sosyal hakları ellerinden alınmak istenmektedir. Bunun son örneği Yunanistan’da yaşanmakta olup, DİSK başta Yunan işçi sınıfı olmak üzere, kapitalizme karşı direnen tüm işçilerin mücadelesini desteklemektedir.
  23. Neo liberal politikalar, tüm dünyada yoksulluğu, işsizliği ve gelir dağılımı adaletsizliğini derinleştiren, ücretleri gerileten, örgütlülüğü zayıflatan ve kadın ve çocuk emeğinin daha fazla sömürülmesine yol açan sonuçlar üretmiştir. Kadın emeği sadece yedek iş gücü olarak değil aynı zamanda ucuz emek olarak da görülmüştür. Kayıt dışı ekonomide kadın ve çocuk işçilerin sayısı kayıt altındaki ekonomiye göre çok daha fazladır. ILO’nun araştırmalarına göre dünya üzerinde 5-14 yaş arasında 250 milyon çocuk çalışmaktadır.      B. EMPERYALİZM SÜREKLİ BİR SAVAŞ ORTAMI YARATMAKTADIR
  24. Emperyalizm dünya halkları üzerindeki egemenliğini yalnızca ekonomik araçlarla değil, aynı zamanda muazzam askeri güçleriyle de güçlendirme peşindedir. ABD’nin dünya geneline yayılmış askeri üsleri, aralarından ülkemizin de bulunduğu nükleer başlıklı füze depoları, denizlerde dolaşan uçak gemileri ve filoları diğer ülkeler üzerinde açık bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürmektedir.
  25. 11 Eylül 2001’de ABD’ye yapılan “ikiz kuleler saldırısı”, ABD’nin patronluğunda yeni bir savaş dalgasının yayılmasına neden olmuştur. Afganistan ve Irak’a yönelik çok uluslu koalisyon güçlerinin bombalama ve işgalleri dünyada yeni bir dönemin başladığına işaret etmiştir. Düzene uymayanlar, yürütülen kanlı saldırıların kurbanları olmuşlardır. Günümüz koşullarını düşündüğümüzde, savaş neredeyse emperyalist sistemin en önemli siyaset aracına dönüşmüştür. ABD ve müttefiklerinin, doğrudan saldırılarına bakıldığında yoğunlaşmanın hep enerji kaynakları bölgelerinde gerçekleştiği görülmektedir.
  26. Görüntüde, demokrasi ve özgürlük düşmanı olarak ilan edilen Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi gibi diktatörler hedef alınmış, ancak gerçekte yüz binlerce masum insan katledilmiştir. Sadece 2002-2006 yılları arasında ABD hava saldırılarında 650.000’den fazla Iraklı yaşamını yitirmiş, bunların 80.000 ini çocuklar oluşturmuştur. Bu senaryo şimdi Suriye üzerinde oynanmakta olup, halklar yeni bir savaş tehdidi ile yüzyüze bırakılmaktadır.
  27. Türkiye ise hala Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran 1998 tarihli Roma Statüsü’ne verilen sözlere rağmen imza atmamakla kalmamış, UCM tarafından Sudan’da insanlığa karşı işlediği beş suçtan (cinayet, imha, nüfusu zorla nakletme, işkence ve tecavüz) mahkum edilen Ömer el Beşir Başbakan Erdoğan tarafından Türkiye’de misafir edilmiştir.
  28. Bir bütün olarak bakıldığında emperyalizmin şiddet kullanarak hegemonyasını pekiştirme ve özellikle enerji kaynaklarına doğrudan el koyma hedefini güden politikaları dünyayı bir savaş ortamında yaşatmaktadır.
  29. Emperyalist ülkelerin terörü önleme veya terörle mücadele adı altında her türlü insanlık suçunu işlemeleri, benzeri gerekçelerle işkence, toplu kıyım, zorunlu göç vb. gibi suçları işleyenlere karşı “toleranslı” davranmaları demokrasi ve özgürlük söylemlerinin ikiyüzlülüğünü sergilemektedir.
  30. Dünyada gerçek ve kalıcı bir barışı sağlayacak yegâne güç işçi sınıfı ve ezilen yoksul halk kesimleridir. Kapitalist sistemin efendilerinin savaş niyetlerini, çabalarını ancak işçi sınıfının, yoksul halkın birleşik ve örgütlü mücadelesi engelleyecektir.
  31. Sendikaların, işçi sınıfının örgütlü güçleri olarak, ülkemizde ve dünyada barış mücadelesinde, güvenli bir dünyanın yaratılmasında öne çıkması, öncü olması gerekmektedir.
  32. DİSK’in tarihi bunun en anlamlı örnekleriyle doludur. 1 Mart 2004 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen miting ve öncesindeki kampanya, Türkiye’nin ABD’nin Irak’a kanlı saldırısına yataklık etmesini, ortak olunmasını önleyebilmiştir.
  33. Geleceğimizi kendi ellerimizle yaratmak, sermayenin ve emperyalist güçlerin kaderimizi yazmasını önlemek için barış ve özgürlük mücadelesi işçi sınıfının omuzlarında yükselen bir görev, çocuklarımıza karşı sorumluluğumuzdur.                                                                                                                                         C) TÜRKİYE’DE SÖMÜRÜ VE BASKI “SİSTEM”LEŞTİRİLİYOR
  34. Türkiye ekonomisi uluslararası sermayenin çıkarlarına göre yapılandırılmıştır. Bu anlamda küresel krizle birlikte Türkiye yeni liberal politikaların en kararlı şekilde uygulandığı ülkelerin başında gelmektedir. Oysa krizi yaratan bu politikaların kendisidir. Türkiye’de tüm ekonomik gelişme iddialarına karşın toplumsal gelişmişlik göstergelerinde dünya ortalamalarına göre çok gerilerde yer almaktadır. Örneğin dünyanın en büyük 17. ekonomisi iken kadın hakları açısından 126., sağlık alanında 61., siyasal demokraside 99., eğitim haklarında 109. sırada bulunmaktadır. Ayrıca 2011 yılının son çeyreğinde açıklanan OECD verilerine göre Türkiye, Şili ve Meksika ile birlikte gelir dağılımı en bozuk üç ülkeden biridir.
  35. Türkiye, mevcut sömürü ilişkilerinin sürdürülebilirliği bakımından giderek daha fazla baskıcı bir sistemle yönetilir hale gelmiştir. “Demokratikleşme” maskesi altında, Anayasa’dan başlayan değişimler, AKP’yi devlet partisi, devleti ise AKP’nin aracı haline getirmektedir. Özellikle “başkanlık sistemi” dayatmaları, tek parti iktidarının kalıcılaştırılması ve sistemleştirilmesi için gündeme getirilmektedir.
  36. İktidar, devletin zor kullanım araçlarını ve adalet sistemini tümüyle kendi çıkarlarına göre biçimlendirmekte ve yönlendirmektedir. Kendisi dışında hiçkimsenin, hiçbir kurum ve kuruluşun güven içinde olamayacağının mesajını her fırsatta vermektedir. Muhalefet edenin ağır bedel ödediği, farklı düşünmenin suçlanmaya, yargılanmadan cezalandırılmaya yeterli olduğu koşullar yaygınlık kazandırılmaktadır. Sendikacıların, siyasetçilerin, gazetecilerin, yazarların, öğrencilerin, çeşitli mesleklerden kamu görevlilerinin hukuku hiçe sayan şekilde tutuklu bulunduğu, inanılmaz suçlamaların, üretilmiş delillerin, kuruluşları ve giderek demokratik kurumları işlemez hale getiren baskılar artmakta, sorgulamalarla karşılaşılmaktadır.
  37. Demokrasinin en önemli unsurlarından olan medya, iktidarın elindeki araçlarla en azından etkisizleştirilirken, sağlanan finans olanaklarıyla oluşturulan veya satın alınan medya araçlarıyla da toplum yönlendirilmeye, sindirmeye çalışılmaktadır. Doğrudan Başbakan tarafından “taraf olmayan bertaraf olur” şeklinde ifade edilen bir politika, toplumun tüm kesimlerini teslim olmaya zorlamaktadır. Gelişmeler, yalnızca emekçi kesimler bakımından değil, burjuvazinin kimi kesimleri bakımından da tehdit olarak algılanmakta, “orta halli demokrasi” olma korkusu açık biçimde dile getirilmektedir.
  38. Bütün olumsuzluklara karşın “temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve toplumda yaratılan değerlerin daha adil bir biçimde paylaştırılması” için verilen mücadele yükselmektedir. Özellikle DİSK’in yeniden faaliyete geçtiği 1990’lı yıllardan başlayarak sınıfsal taleplere dayalı çok yönlü bir mücadele hız kazanarak sürdürülmüştür. Toplumun dünya ile iletişimi, 12 Eylül düzeninin olağanüstü yasakçı niteliği ve işçi sınıfının ekonomik, demokratik talepleri, değişim ve dönüşüm isteğini sürekli gündemde tutmaktadır.
  39. Aynı süreç, DİSK’in önderlik ettiği ve 1 Mayıslarla simgeleşen uzun bir mücadeleye de tanıklık etmiştir. 2010 yılına kadar yaklaşık 20 yıl, 1 Mayıs’ın “İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edilmesi mücadelesi kararlılıkla sürdürülmüş ve “Taksim’de 1 Mayıs” hedefine ulaşılmıştır. Bu mücadele gerek yarattığı toplumsal saflaşma, gerekse hedefleri yönünden tam anlamıyla bir sınıf mücadelesi örneğidir. Bu mücadelenin sürdürüldüğü dönem boyunca zaman zaman geri çekilmeler, zaman zaman ataklar gündeme gelmiş, devletin şiddeti ve baskısı her an gündemde olmuş; işçi kardeşlerimizin yaşamını kaybettiği acı olaylar da yaşanmıştır.
  40. Uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda küresel kapitalizme eklemlenen Türkiye, ucuz işgücüne dayalı birikim modeliyle sağladığı bütünleşmeyi sürdürmek amacıyla demokratik değişime direnmektedir. Bu direnme gelişen olaylara bağlı olarak çeşitli biçimlerde kendisini göstermektedir. Bireysel özgürlükler alanında liberal açılımlar yapılırken, sendikal haklar ve özgürlükler bu nedenle 12 Eylül cuntasının belirlediği çerçevede varlığını sürdürmektedir. Grev hakkı, sendika üyeliği, toplu sözleşme gibi alanlarda hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir. Sosyal devlet ve toplumsal haklar demagojik yaklaşımlarla geriletilmektedir.
  41. Demokratik işleyişin ve sistemin merkezinde yer alan yasama organı, TBMM, Kanun Hükmünde Kararnamelerle zincirlenmiştir. Demokrasiyi paramparça eden bir tuzak olan Kanun Hükmünde Kararnameler, kanun yapma sürecinin başından sonuna tümüyle kapalı kapılar ardına gizlenmesi demektir. AKP iktidarı, Haziran 2011 -3 Kasım 2011 tarihleri arasında ülkemizi KHK’lerle yönetmiştir. Geleceğimiz bize sorulmadan ve mevcut anayasal düzenin ilkelerine, şeklen bile uyulma ihtiyacı duyulmadan çizilmiştir. Bakanlar Kurulunun oluşumundan, sağlık hizmetinin verilme biçimine varana dek, tepeden tırnağa devlet örgütlenmesi bu KHK’lerle değiştirilmiştir. Siyasal iktidar, mutlak çoğunluğa sahip olduğu TBMM’de bile bu değişikliklerin tartışılmasından ürkmüştür. Parlamentodaki cılız aykırı seslere tahammül gösteremeyen bir yönetim anlayışı, demokratik kitle örgütlerine ve özellikle sendikalara, yani demokrasiye de tahammül gösteremez, AKP örneğinde görüldüğü gösterilmemiştir.
  42. Kamu yararından tamamen vazgeçmiş bir devlet, devlet olamaz. Devlet, KHK’lerle artık kendisi de bir sermaye grubu gibi davranacağını ilan etmektedir. Artık devlet, siyasal aldatmacaların ardına gizlenmeye gerek duymadan apaçık, dolaysız ve kaba bir biçimde toplumunu kendi sömürmeye karar vermiştir.
  43. Toplumun mutluluğu; doğmamış çocuğun yaşam hakkını güvence altına alan bir sistemde; emekçilerin emeğinin karşılığını aldığı bir ücret düzeninde; vatandaşların siyasal karar alma mekanizmalarına tam katılımını sağlayan bir devlet örgütlenmesinde; her tür fiili ayrımcılığın yok edildiği bir düzende gerçek olabilir. DİSK, bağımsızlık, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet ilkelerinden hareketle sınıfsız ve sömürüsü bir dünya ve ülke hedefini korumaktadır.                                                                                                                                       D. DİSK ZORBALIĞA VE KRİZ FIRSATÇILIĞINA KARŞI MÜCADELE VERMİŞTİR
  44. Dünya sendikal hareketi kriz sonrasında krizin faturasının çalışanların üzerine yıkılmasına karşı çıkmıştır. Bu doğrultuda çeşitli eylem, etkinlik ve açıklamalar gündeme gelmiştir. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) krizi “kumarhane kapitalizminin” krizi olarak değerlendirmiş ve çok büyük tutarlara ulaşmış bulunan serseri parasal fonların denetlenmesi gerektiği yönünde eğilim göstermiştir. Ancak dünya çapında sendikal hareketin bir bütün olarak verili sistemin dönüştürülmesine yönelik ortak bir karşı duruş gösteremediği gözlenmiştir.
  45. “Krizin faturasını işçiler ödemeyecek” sloganı kriz sonrasında sendikal hareketin en yaygın mesajı olmuştur. Ancak bu slogan eksik bir slogandır. Çünkü son otuz yıllık gelişme sürecinde dünya çapında serbest piyasa kapitalizminin faturası işçi sınıfına kesilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle krizi önlemek için siyasal iktidarlarca alınan istikrar önlemlerine karşı çıkarken aynı zamanda bu karşı çıkışın sistemle bir hesaplamaya dönüştürülmesi zorunludur. Ve sendikal hareket bu yönde bir eğilimi ve eylemliliği dünya çapında geliştirmelidir.
  46. Türkiye’de gerek 1 Mayıs örneğinde gerekse anayasa değişikliği ve 6111 sayılı torba yasa örneklerinde ortaya çıktığı gibi, ülkemizin demokratik dönüşümü ancak Konfederasyonumuz DİSK’in temsil ettiği sınıf mücadelesi temeline dayalı yaklaşımlarla sağlanabilir. Bu açıdan, toplumsal ve bireysel hakları bir bütünlük içinde tanımlayarak siyasal alana taşıyacak örgütlenmelerin yaratılması büyük önem taşımaktadır. Böyle bir örgütlenme ise ancak, “12 Eylül düzenini aşma” hedefini içselleştirerek demokratik bir toplumsal dönüşüm programını toplumun önüne koyabilecek bir hareketin oluşturulmasıyla mümkün olabilir.
  47. Konfederasyonumuz DİSK, kurulduğu günden başlayarak emeğin hak ve özgürlüklerinin güvenceye alındığı, demokratik ve çağdaş bir anayasadan yana olmuştur. Buna karşılık, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile girilen süreçte Türkiye, sendikal hareketi ve demokratik güçleri denetim altına alan baskıcı bir anayasa ile karşı karşıya kalmıştır. Olağanüstü, baskıcı otoriter bir dönemin ürünü olan 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi ihtiyacı ve talebi, bu Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden hemen sonra dile getirilmeye başlamış olup, ülkemizin içinde bulunduğu sosyal ve siyasal iklim, “Özgürlükçü, Eşitlikçi, Demokratik ve Sosyal Bir Anayasa” ihtiyacını ertelenemez bir şekilde dayatmaktadır. Ancak, anayasaların aynı zamanda toplumsal uzlaşma belgesi olması özelliği dikkate alındığında, böyle bir gerilim ortamında özgürlükçü, demokratik yeni bir anayasanın yapılamayacağı açıktır. İçinde bulunduğumuz koşullarda, yapılacak bir Anayasa değişikliğinin ne şekilde olacağı 2010 yılında net bir şekilde görülmüştür. Son anayasa değişikliği paketi, anti-demokratik nitelikli 12 Eylül kurumlarını sistemin içine daha fazla sokarak iyice kalıcılaştırmıştır.                                                                                                                                                       E. TÜRKİYE’DE SENDİKAL HAREKET BİR YOL AYRIMINDADIR
  48. Küresel kriz sonrasındaki gelişmeleri incelediğimizde, sendikalardaki kan kayıplarının devam ettiği açık biçimde görülmektedir. Mevcut sendikal politikalar, emperyalist merkezlerdeki sendikaların olduğu kadar emperyalizme bağımlı, gelişmekte olan ülkelerdeki sendikaların da sorunları aşmalarına yeterli olmamıştır. Sendikal hareket sorunları aşmak veya kendini korumak noktasında bir tercihe zorlandığında, bugün için kolay gibi görüneni seçmekte ve ileriye dönük adım atmaktan kaçınmaktadır.
  49. Türkiye’de bu muhafazakârlık, Türk-İş’te 12 Eylül düzeninin, korunması biçiminde kendisini göstermektedir. Hak-İş ise karşılaştığı sorunları iktidarın ve siyasi yandaşlarının dayanışmasıyla aşma çabası içindedir.
  50. Dün kendini sistemin bir parçası olarak gören, adeta bir devlet organı havasında olan Türk-İş’in yerini artık Hak-İş almış bulunmaktadır. Varlıklarını siyasi iktidarların kararlarına ve uygulamalarına bağlayan hiçbir sendikal hareket işçi sınıfı için gelecek vaat edemez. İktidarlar veya sermaye, Hak-İş’e veya Türk-İş’e verdikleri desteğin bedelini şu veya bu biçimde mutlaka alacaklardır.
  51. Günümüze kadar sendikal hareket tarafından savunulan yol, örgütsüzlükten öte bir sonuç getirmemiştir..Bugüne kadar gidilen yol tükenmiş ve geleceği olmadığı artık kesin biçimde ortaya çıkmıştır. DİSK, statükoyu temsil eden, kemikleşmiş yapıları aşan ve bu anlamıyla ülkemizdeki demokrasi ve özgürlükleri de genişleten bir mücadele hattı belirleyerek, sahip olduğu öncülük misyonunu sürdürebilecek, işçi sınıfının önünü açabilecek yegâne güçtür.
  52. Örneğin 11. Genel Kurul kararlarında yer alan şu ifade örgütlenme stratejisinin ana eksenini bizlere anlatmaktadır: “İktisadi ve sosyal haklar mücadelesi örgütlü-örgütsüz, kayıtlı- kayıtdışı, işsiz-çalışabilen tüm emekçilerin ortak sorunlarını içeren ve giderek yoksullaşan kesimleri de kucaklayan bütünleştirici bir zemin sunacaktır. Bu zeminin örgütlenmemizi geliştirebilmek bakımından önemi açıktır.” , “Gerçek anlamda bir örgütlenme için bu mücadelenin demokrasi mücadelesi ile bütünleştirilmesi zorunludur.
  53. DİSK’in, kendisine yönelik yerel ve ulusal düzeydeki her türlü saldırıyı göğüsleyebilmesinde, tüm olumsuz koşullara rağmen örgütlülüğünü geliştirebilmesinde en önemli pay, “bağımsız” bir sınıf örgütü olmasıdır.
  54. Krizin işçi örgülülüğünü budama eğiliminin belirginleştiği bu dönemde, DİSK kendisini kuşatan koşulları aşmak ve işçi sınıfının yeniden örgütlü ve gündem belirleyen bir güç haline gelebilmesini sağlamak için yine tek seçenek olmaya adaydır.
  55. Krizin bir yandan emekçiler üzerindeki olumsuz ekonomik sonuçlarının giderilmesine çalışılırken, öte yandan demokratikleşmeyi geliştirecek adımlar atılmalı, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa hazırlanmalı, siyasal partilerden seçim sistemine, yasama dokunulmazlığından Cumhurbaşkanın görev ve yetkilerine, kamu yönetimi anlayışından yargı bağımsızlığına kadar pek çok başlıkta demokratik gelişmeyi sağlayacak adımlar atılmalıdır. Ülkemizin barış içinde ve demokratik bir gelişme süreci yaşayabilmesi gündemde olan etnik sorunların katılımcı ve karşılıklı anlayışla çözülebilmesine bağlıdır. Bu nedenle Kürt sorununun bir arada yaşamı savunarak, kardeşlik, eşitlik, barış ve demokrasi temelinde çözülmesi mutlaka sağlanmalıdır. Sendikal hak ve özgürlüklerin evrensel normlara uygun şekilde gerçekleştirilmesi ise bu tür bir değişimin öncü ve itici gücü olacaktır.
  56. Bizler açısından krizden çıkış, bize dayatılan sınırlara ve baskılara rağmen yürüyüşümüzü sürdürmemize bağlıdır. Ulusal ve uluslararası düzeyde sınıf dayanışması, işçi sınıfının tüm kesimlerini gözeten bir örgütlenme çalışması, ILO normlarını asgari düzey haline getiren bir hukuksal yapı oluşturulması, bu gerçekleşmezse, Anayasa’nın 90. maddesinin hayata geçirilmesi, iktidarlardan, sermayeden bağımsızlığın korunması,  demokrasinin örgüt içinden başlayarak ülkemizde işler kılınması bu yürüyüşün gerçekleştirileceği ana yollar olarak öne  çıkmaktadır. Konfederasyonumuz bu doğrultudaki mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir.      F. Bu tespitlerden hareket eden DİSK 14. Genel Kurulu, önceki genel kurullarda alınmış kararları teyit ederek;                                                                                                                                   1.EKONOMİK, SİYASAL, SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANDA;
  • IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi emperyalizmin araçlarıyla yürütülen küresel sömürü politikalarına karşı durulması, kapitalizmin toplum üzerinde yarattığı ideolojik, politik hegemonyanın ve emperyalizmin halklar üzerindeki egemenlik zincirlerinin kırılması doğrultusunda işçi sınıfının uluslararası ve ulusal düzeyde dayanışmasının yükseltilmesini ve sermayenin egemenliği ve politikalarına karşı net ve kararlı bir duruş alınması için;
  • Kayıt dışı çalışanların yaklaşık on milyonu bulduğu, örgütsüz ve güvencesiz çalışan sayısının hızla arttığı ülkemizde, küresel krizin aşılabilmesi için siyasal iktidar ve sermaye tarafından gündeme getirilen kıdem tazminatının kaldırılması, özel istihdam büroları, bölgesel asgari ücret, iş güvencesinin yok edilmesi ve benzeri esneklik uygulamalarıyla krizin faturasının emekçilerin üzerine yıkılmasının önüne geçebilmek için;
  • Ülkemizin uluslararası sermayenin emperyalist amaçları doğrultusunda uygulamaya konulan bölgesel politikalarda aktif bir aracı olarak kullanılmasına karşı çıkarak, sınırlarımız içinde bulunan füze kalkanı dahil tüm yabancı üslerin faaliyetlerinin durdurulması ve komşu ülkelerin işgaline yol açan tüm işbirliklerinin etkisiz kılınması için;
  • Dışa bağımlılığa, sıcak paraya ve dış borçlara dayalı olarak sürdürülen ekonomik büyüme politikasının ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda onarılmaz tahribatlar yarattığı gerçeğine bağlı olarak, bağımsızlıkçı ve kamu yatırımlarına öncelik veren bir ekonomik kalkınma politikası ve stratejisinin uygulamaya konulması için;
  • Etkileri 2012 ve izleyen yıllarda da süreceği açık olan ekonomik krize ve bu kriz üzerinden dayatılan politikalar karşısında:

Kısa dönemde;

  • Neoliberal reçetelere dayalı politikalardan vazgeçilmesi,
  • İşsizlik fonunun amacı dışında kullanılmaması, fondan yararlanma koşullarının kolaylaştırılması, ödeme miktar ve süresinin artırılması,
  • Vergi sistemi yeniden düzenlenerek, herkesten geliri ve serveti üzerinden artan oranlı vergilendirme yapılması,
  • Tüm kamu hizmetlerine bütçeden ayrılan payın artırılması, kamu hizmetlerinin ücretsiz ve erişilebilir hale getirilmes,
  • Yeni yatırımlarda istihdam ağırlıklı projelere teşvik verilmesi,
  • Özelleştirilmelerin durdurulması, taşeronlaştırmaya son verilmesi.
  • İş güvencesinin etkin biçimde sağlanması ve işten atmanın yasaklanması,
  • Spekülatif sermaye hareketlerini kısıtlayıcı tedbirlerin alınması,
  • Halkın yaygın kullanımına konu olan elektrik ve doğalgaz gibi enerji maddelerinin fiyatlarının dengeli tutularak yaşam standardına katkı yapılması,
  • İç talebi destekleyecek politikaların oluşturulması, asgari ücretten vergi alınmaması, tüm ücretli çalışanların gelirlerini arttırıcı politikaların uygulanması,
  • Ücretler indirilmeden çalışma saatlerinin düşürülmesi,
  • Önceliği fay hatlarında bulunan kentlere vererek, deprem için hazırlıkların hızlandırılması,
  • Bankaların tüketici kredisi ve kart harcaması kampanyalarına denetim getirilmesi
  • Tarımsal destekleme politikalarının yoksullaşmayı önleyecek şekilde düzenlenmesi,
  • İşsizlik ve yoksullukla mücadele için oluşturulan fonların yönetiminin sendikalara bırakılması;
  • Toplumsal barış ve güven ortamının tesisi için siyasi nedenlerden tutuklu bulunan belediye başkanları, milletvekilleri, kitle örgütü temsilcileri, gazeteciler, öğrenciler, akademisyenler ve sendikacıların derhal serbest bırakılması,

Orta ve uzun dönemde;

  • Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik başta olmak üzere, tüm özelleştirmelerin durdurulması, özelleştirilen kamu işletmelerin yeniden kamuya döndürülmesi, taşeronlaştırma uygulamalarına son verilmesi, kamusal ağırlıklı yeni bir sosyal koruma düzeninin gerçekleştirilmesi,
  • Planlı büyümeye geçilmesi ve kamunun başta enerji ve sanayi sektörleri olmak üzere yeniden yatırımcı rol üstlenmesi,
  • Tüm bölgelerinin dengeli kalkınmasını temel alan bir yaklaşımla, yatırım ve teşvik politikalarının uygulanması,
  • İç ve dış borçların yeniden yapılandırılmasının sağlanması,
  • Katılımcı yerel yönetimciliğin özendirilmesi,
  • TOKİ’nin yeniden yapılandırılması ve emekçilerin barınma ihtiyaçlarına yoğunlaşmasının sağlanması,

Hedeflerini gözeten bir sosyal politikanın hayata geçirilmesi için;

  • Gerek yasal planda, gerekse de uygulama planında, gerçek bir demokratikleşme için gerekli adımların acilen atılması, bu bağlamda, 12 Eylül ürünü, Siyasi Partiler Kanunu, Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun, Milletvekili Seçimi Kanunu ile düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önünde engel teşkil eden Ceza Kanununda iyileştirme yapılarak, Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili mahkemeleri düzenleyen, adil yargılanma hakkını ihlal eden CMK’nın ilgili maddelerinin kaldırılması ve nihai olarak, “Özgürlükçü, Eşitlikçi, Demokratik ve Sosyal Bir Anayasa” için;
  • Şiddete, baskıya ve politikalara karşı çıkılarak; Kürt Sorunu’nun eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde ve barış içerisinde çözümlenmesi için;
  • Cezaya dönüşen uzun tutukluluklara yol açan mevzuat hükümleri ve haksız uygulamaların kaldırılması, tutuklu ve hükümlülerin, insan haklarına ve onuruna saygı gösterilmesi için mücadele ederek, cezaevlerindeki tecrit ve baskı uygulamalarını yakından takip ederek, bu uygulamaların kaldırılması için;
  • Yürütme erkinin elinde tutsak bulunan bir siyasal sistemin kabul edilemez olduğundan hareketle, yasama yetkisini ortadan kaldıran ve KHK’larla devleti yönetmeye çalışan uygulamalara karşı durulması ve milletvekillerinin kendi yetkilerine sahip çıkan mücadelesine destek verilmesi için;
  • Herkesin anadilini kullanabilmesi önündeki engellerin kaldırılarak, tüm inanç, kültür ve yaşam tarzlarına yönelik inkar ve asimilasyon politikalarına karşı özgürlükleri savunmak için;
  • Halkın eğitim, sağlık, barınma haklarını ortadan kaldıran her türlü yasal ve idari düzenlemeye karşı çıkarak, bunların birer temel hak olduğundan hareketle, işçi ve emekçilerin haklarına sahip çıkmaları için;
  • Kapitalizmin, kâr ve rant uğruna, doğanın, tarih ve kültür varlıklarının tahribine yol açacak, barajlar, nükleer, termik ve hidro-elektrik santrali vb. projelere etkin bir şekilde karşı çıkılması, insan ve doğa merkezli, ekolojik bir planlamanın savunulması için;
  • Ülkemizi ve içinde bulunduğu bölgeyi sürekli tehdit eden, füze kalkanı projesinin durdurulması, ABD’nin denetimindeki üslerin kapatılması ve tüm nükleer silahların ülkemizden uzaklaştırılması, barışa yönelik tüm tehditlere karşı barış ve halkların kardeşliğinin savunulması için;
  • Demokratik kurum ve kuralları yok sayan, faşist yönetim anlayışını sistematik bir hale getirmeye ve diktatörlük yaratmaya dönük girişimleri uygulamaya çalışan, demokratik kitle örgütlerini ve sendikal hareketi baskı altına almaya ve hatta güdümünde tutmaya yönelik çabalar içinde olan iktidara karşı meşru savunma hakkımızın sonuna kadar kullanılması için;
  • ABD’nin başında yer aldığı emperyalist ülkelerin ve kurumların oluşturduğu, ülkemizde sermaye yanlısı iktidarlar tarafından sürdürülen;
  • Emperyalizmin savaş sistemine;
  • Kapitalist sömürü düzenine,
  • Demokrasiyi yok etmeye yönelen faşizme karşı

İşçi sınıfının ve yoksul halk kesimlerinin barış, demokrasi, özgürlük temelinde, eşitlik, adaletin egemen olduğu sömürüsüz bir dünya ve Türkiye için;

2. SENDİKAL VE ÇALIŞMA HAYATI ALANINDA;

  • Ülkemizde yürürlükte bulunan;12 Eylül 1980 ürünü, devlet vesayetini içeren, yasakçı, baskıcı, sendika kurma hakkını sınırlayan,
  • Tek düzeyli toplu sözleşme düzeninin korunmasında direnerek konfederasyonların ve sendikaların çerçeve sözleşme, işkolu sözleşmesi yapma hakkını tanımayan,
  • Toplu Sözleşme hakkını; tüm işçilerin kullanabileceği bir hak olarak tanımlamayan,
  • Sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen işkolu, işletme ve işyeri barajlarını koruyan;
  • Yıllarca süren yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmeyen;
  • Genel grev, hak grevi, dayanışma grevi dahil bütün grev biçimleri ile işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme gibi diğer direniş biçimlerini yasaklayan,”
  • zorunlu tahkimi koruyan

2821 ve 2822 sayılı yasaların kaldırılıp, TBMM’ye sevkedilen anti demokratik Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının geri çekilerek, ILO ve ülkemizin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşme standartlarında, işçi sınıfının uluslararası kazanımlarını içeren yeni bir yasanın hazırlanması ve uygulamaya konulması için;

  • Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun, işçi konfederasyonlarının eşit oranda temsil edildiği demokratik bir yapıya dönüştürülmesi ve asgari ücretin belirlenmesinde, işçinin ailesiyle birlikte insanca yaşamaya yeterli bir ücret seviyesinin esas alınması için;
  • İş kazalarını durdurmak ve meslek hastalıklarını önlemenin, artık bir sistem sorunu olduğu bilinciyle işçi sağlığı ve iş güvenliği alanını temel örgütlenme alanı olarak görmek ve bunun ışığında işçi sağlığı ve güvenliği temel ilkelerinin bütün çalışanlar açısından işyeri kurallarına dönüştürülmesi ve toplu sözleşmelerde işçi sağlığı ve güvenliği konusunda koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin hayata geçirilmesi için;
  • Yetmiş milyon insanın emeklilik hakkına ve sağlığına saldırı niteliğindeki Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun, evrensel sosyal güvenlik hakkına özüne ve insan onuruna uygun bir şekilde değiştirilmesi için;
  • İşsizliğin nedeninin uygulanmakta olan ekonomik, sosyal politikalar olduğunu tespit ederek, İşsizlik Sigortası’ndan faydalananların sayısının ve işsizlik ödenek miktarının ve ödeme sürelerinin arttırılması için;”
  • Sermayenin istekleri doğrultusunda sürdürülen Kıdem Tazminatı hakkımızın yok edilmesine yönelik hazırlıkların engellenmesi ve kıdem tazminatı tavanına getirilen sınırlamanın kaldırılması için;
  • Kamu hizmetlerinin halkın ortak çıkarları ve evrensel kazanımlar doğrultusunda yeniden örgütlenmesi ve temel yaşamsal hizmetlerin yurttaşlara bedelsiz ve koşulsuz sağlanması için;
  • Sosyal devlet ilkesinin daha güçlü ve çağa uygun düzenlemeler de eklenerek, devletin gerçek bir sosyal devlet niteliğine kavuşturulması için;
  • Gelişmiş kamu hizmeti için taşeron sisteminin yasaklanması ve tüm kamu hizmetlerinin “ nitelikli kamu hizmeti için nitelikli kamu personeli” ilkesi çerçevesinde kamu personeli eliyle yürütülmesi için;
  • Sermayenin istekleri doğrultusunda sürdürülen Fon yâda ödeme süresinin kısaltılması adı altında Kıdem Tazminatı hakkımızın yok edilmesine yönelik hazırlıkları genel grev nedeni sayarak, her türlü direniş biçimleriyle,

MÜCADELE ETMEYİ ve;

  • Toplumun doğru bilgiye erişim kaynaklarının giderek elinden alınması dolayısıyla alternatif veri kaynaklarının oluşturulması kaçınılmaz ve acil bir görev haline geldiği için;
  • DİSK ve üyesi sendikaların çalışmalarını, bilimsel temellere dayandırabilmeleri,
  • Gerekli altyapıyı hazırlayabilmeleri,
  • Çalışma ve yaşama koşullarına ilişkin gerekli incelemeleri ve araştırmaları yapabilmeleri,
  • Doğru bilgi ve veri üretimini gerçekleştirecek şekilde sendikalar ile akademik dünya arasında kalıcı ve sürekli bir ilişki kurabilmeleri amacıyla faaliyet yürüten DİSK Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) kurumsal bir yapıya bürünerek, faaliyetlerinin ve etkinliğinin artırılabilmesi için,

Kadro, teknik donanım ve finansman açısından güçlendirilmesini;

  • Sendikal hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve çokuluslu şirketlerdeki örgütlenme faaliyetlerinin güçlendirilmesi amacıyla ITUC, ETUC ve Küresel Sendika Federasyonlarıyla işbirliğinin geliştirmesini ve uluslararası sendikal örgütlerle ortak eğitim, araştırma ve yayın faaliyetlerini hayata geçirilmesini;
  • Kadınlara yönelik her türlü şiddet, taciz ve ayrımcı uygulamalarla mücadele ederek, kadın emekçilerin, çalışma ve yaşam koşulları gerçeğinin farkında olarak, kadınların sorunlarına duyarlı örgütlenme politikaları yürütülmesini, merkez ve temsilcilikler bünyesindeki kadın komisyonlarının etkinliklerinin arttırılmasını ve kadınların sendikalarda daha yoğun temsil edilmelerini;
  • Kapitalizmin işçi sınıfını örgütsüzleştirme saldırılarına karşı ülke çapında örgütlenme kampanyaları açılması, konfederasyonun koordinasyonunda bölgesel ve yerel düzeyde, sanayi havzaları, organize sanayi bölgeleri, serbest bölgeler gibi alanlarda ortak çalışmalar yürütülmesini;
  • İşçi sınıfının geçmiş mücadele deneyimlerinin aktarılması DİSK ilkeleri doğrultusunda mücadelenin yükseltilmesi başta olmak üzere öncü kadrolardan başlayarak yaygın eğitim kampanyaları düzenlenmesi ve bu doğrultuda sendikalarımızın tesislerinin etkin kullanılmasını;

Karar altına alır.

ITUC ETUC