Sakarya Hendek’te yaşanan faciaların takipçisi olmaya devam edeceğiz!
Sakarya Hendek’te yaşanan facialarla ilgili DİSK İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Daire Başkanı Seyit Aslan bir basın açıklaması yaptı.
Açıklamanın tam metni şöyle:
3 Temmuz 2020 Cuma Sakarya Hendek’te bir havai fişek fabrikasında meydana gelen patlamada 7 işçi cinayete kurban giderken, 107 işçinin de yaralandığı açıklandı. Patlamanın ilk gününden itibaren çalışan sayısı ile ölü ve yaralı sayıları arasındaki tutarsızlıklar gayri ciddi biçimlerde izah edilmeye çalışıldı.
2009’dan bu yana 6 ölümcül kazanın yaşandığı, bu son faciadan önceki kazalarda 6 işçinin öldüğü 100’e yakın çalışanın yaralandığı işletmede işveren sürekli olarak sorumluluğu işçilere, fıtrata ya da doğal felakete bağlamaktadır.
Son kazadan sonra yaralı işçiler ve tutuklanan İş Güvenliği Uzmanı’nın verdiği ifadelere bakıldığında bu felaketin nasıl geldiğini görmemek mümkün değildir.
Yaralanan işçiler uyarılarının dikkate alınmadığını, denetimcilerin ise “yemek yiyip gittiklerini” ifade etmişlerdi. Patlamadan önce istifasını veren İş Güvenliği Uzmanı fabrikada “üretim zorlaması olduğunu ve buna bağlı olarak tehlikeli maddelerin olmaması gereken yerde bulunduğunu” ifade etmiştir. İş Güvenliği Uzmanı’nın şu ifadeleri mevcut İSİG yapısının zaaflarını gözler önüne sermektedir: “İşçilerden bana sürekli şikâyet gelmekteydi. İşçiler bana, ‘burası patlayacak, başımıza bir şey gelecek, bir şey yapın’ diyordu. Yapmış olduğum incelemeler sonucunda her şeyi iş sağlığı güvenliği kurul toplantı tutanaklarına yazmama izin verilmiyordu, çünkü benim çalıştığım özel işletme bu şirketle çalışmaya devam ediyordu. Benim gücüm de bir yere kadar. Yeşil renkli binanın, bana ana barut deposu olduğu dahi söylenmedi. Burayı atıl bir bina zannettiğim için hiç denetlemedim. Denetlenecek yerleri bana onlar gösteriyordu. Ayrıca çalışanların kişisel koruyucuları ve donanımları da bulunmamaktaydı.”
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanın taşeronlaştırılmasının ağır sonuçları ve hizmet alımı ile işçilerin yaşamının korunamayacağı bir kez daha ağır biçimde tescillenmiştir.
Öte yandan, bu kadar kazanın yaşandığı bir işletmede denetleme yapması gereken yetkili kurumlar ne yapmışlardır? Böylesi patlayıcı maddelerle çalışan bir işletmenin işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından mevzuata uygun bina, yangın, patlamadan korunma ve çevresel tedbirler konusunda aldığı önlemler nelerdir? Fabrikanın her patlamadan sonra isim ve yer değiştirmesini nasıl yorumlamak gerekiyor? Patlayıcı maddelerle üretim yapan bir işletmenin isim değişikliği yapacağına acil gerekli önlemleri alması gerekmez mi? Bu soruların yanıtı maalesef bellidir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanını kuralsız hale getiren, sermaye ve devletin bizzat kendisidir. İktidarın üzerinde yükseldiği sermaye ve bu sermayenin birikim rejiminin karakteri temel olarak güvencesizlik üzerine kurulmuştur. Kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemini inşa etmek bu birikimin karakteriyle tamamen çelişmektedir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın çıktığı 2012 yılından günümüze, yapılan değişikliklere bakıldığında sermayenin aşırı üretimi ve kar için engel gördüğü her düzenleme ya gevşetilmiş, ya belirsiz hale getirilmiş ya da sürekli ötelenmiştir. 8 yılda 6331 sayılı Yasa’da yapılan değişiklik sayısı 40’ı bulmuştur. Yaşanan faciayla doğrudan ilgili olarak mevzuatta yapılan şu değişiklikler ön plana çıkmaktadır:
7061 sayılı torba Yasa’nın 103 ve 104’üncü maddeleriyle 6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın 30. maddesinin 1. fıkrasının (ğ) bendinde yapılmış olan değişikliklerdir.
103. maddede Büyük Kaza Önleme Politika Belgesi veya Güvenlik Raporunun Hazırlanması’nda bakanlık denetimi ortadan kaldırılmış ve uygunluk kriteri işletmenin kendisine bırakılmıştır. Yani “incelenmek üzere Bakanlığa gönderilmemesi veya Bakanlıkça yetersiz bulunması durumunda” ibaresi kaldırılarak açgözlü sermayenin istediği keyfilikte üretimin yapılmasının önü açılmıştır.
104. maddede ise faaliyette olan işletmelere getirilen güvenlik raporlarını hazırlama yükümlülüğünün tamamlanması 31 Aralık 2018 tarihine kadar ötelenmiştir. Yine, bu madde kapsamında Bakanlığın denetimi, incelemesi ve uygunluk kriterleri sağlanmışsa olur vermesine dair bir düzenleme yapılmamıştır.
Günümüzde özellikle kritik risklere sahip işletmeler için yalnızca acil eylem planlarının oluşturulması yeterli görülmemektedir. Özellikle dünyada yaşanan büyük endüstriyel kazalar sonrası çıkarılan Seveso II direktifi çerçevesinde bu planların büyük felaket senaryolarına uygun olarak hazırlanması ve olası felaket durumlarında geri dönüş planlarını da içermesi ele alınmaktadır. Bunun yanı sıra ATEX (Patlamadan Korunma Dokümanı) direktiflerine göre de, işyerinde patlayıcı ortam oluşma ihtimali, kalıcılığı, statik elektrik, diğer tutuşturucu kaynaklar ve bunların aktif hale gelme olasılıklarının gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Yine, tesisin durumu, kullanılan maddeler, bunların karşılıklı etkileşimleri, olası patlamanın büyüklüğü ve bunun yaratacağı etki ile patlama riski gibi faktörler değerlendirilmek zorundadır. Çalışanlar, çevresel durum ve üretim alanı bir bütün olarak ele alınmak durumundadır. Öte yandan “Çalışanların Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Korunması Hakkında Yönetmelik”te işaret edilen önlemlerin alınması da gerekmektedir.
Peki Sakarya’da facianın yaşandığı işletme, yaptığı işin yarattığı tehlike ve risklere uygun biçimde, Patlamadan Korunma Dokümanı’nı gerçekten o fabrikanın gereklerine uygun olarak oluşturmuş mudur? Bu önemli dokümana uygun tehlike ve risk değerlendirmelerini yapmış, çalışanlarını bu patlayıcı üretimine uygun eğitimden geçirmiş, onlara patlayıcı ortamlarda alınması gereken önlemleri anlatmış ve özel kişisel koruyucu donanımı sağlamış mıdır? Daha önce yaşanan kazalardan sonra bu hayati dokümanlar değiştirilmiş ve geliştirilmiş, buna uygun tedbirler alınmış mıdır? Tabii ki hayır! Bu gereklilikler yerine getirilmiş olsa zaten bu patlama olmazdı, bu katliam yaşanmazdı.
Facianın akabinde, işletmede bulunan patlayıcıların taşınması ve patlatılması sürecinde gerekli önlemler yine alınmadığından dolayı kamyonda bulunan patlayıcı infilak etmiş ve 3 jandarma hayatını kaybederken 11 jandarma ise yaralanmıştır.
İçişleri Bakanlığı bu tehlikeli maddeleri hangi mantığa göre taşıma kararı almış ve nakletmek istemiştir? ADR (Tehlikeli Maddelerin Karayolu ile Taşınması Hakkında Yönetmelik) mevzuatına uygun taşıma yapmayacak kadar aceleciliğin, kural ve mevzuat tanımazlığın nedeni nedir?
Arka arkaya yaşanan katliamlar göstermektedir ki karşımızdaki teknik bir sorun değildir. Siyasal iktidar işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yaptığı değişikliklerde insan sağlığını değil, piyasanın gereklerini, kendisini destekleyen sermaye kesimlerinin çıkarlarını referans almaktadır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanının piyasaya açılmasının ağır sonuçları yaşanmaktadır.
Bu siyasal müdahalelerin yarattığı değişiklikler, yetkili kurumların denetim ve yaptırımlarını sürekli gevşetmekte, dolayısıyla engellemektedir. Sermayenin taleplerine uygun düzenlemeler böylesi işletmelerde denetim ve yaptırımları işlevsiz kılmış, dizginsiz sömürü ilişkilerinin de önünü açmıştır.
Zaten çökmüş bir sistem üzerine oluşturulmuş işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatı, sürekli sermaye lehine olacak şekilde değiştirildiğinde böylesi facialar kaçınılmaz olacaktır.
Yapılan göstermelik ve hedef saptırıcı tutuklamalar, kamuoyunda oluşan tepkileri bastırmaya ve gerçek faillerin açığa çıkarılıp yargılanmasının önüne geçmeye dönüktür. Ülkede yargının geldiği duruma bakınca yargılama sürecinin doğal akışı içinde adaletin gerçekleşmesini beklemek de beyhude bir umut olacaktır. DİSK, yaşanan bu facialarda ortaya çıkan katliamların peşini asla bırakmayacağını çok açık bir şekilde beyan etmektedir.
Sonuç olarak, bu sermaye zihniyeti işçileri öldürmektedir. Bu birikim rejiminin ortadan kaldırılması elzemdir. Kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği anlayışı hızla yaşama geçirilmek durumundadır. Bunun için sendikalar ile bilim insanlarının, meslek oda ve birliklerinin bu politikalarda etkin rol alması, olmazsa olmaz önemdedir. Son olarak, ülkemizde bir İSİG sisteminin kurulması için sendikalar, meslek oda ve birlikleri ile üniversitelerin içinde olduğu özerk-demokratik bir kurumsal yapı oluşturulması konusunda etkili bir mücadele verilmesi kaçınılmazdır.