DİSK 40. yılını 40 yıllık dostlarıyla, muhteşem bir şölenle kutladı!
DİSK 40 yıllık dostlarıyla buluştu. Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda 26 şubat 2007 R11; pazartesi günü yapılan geceye ATAOL BEHRAMOĞLU, CAHİT BERKAY, EDİP AKBAYRAM, FERHAT TUNÇ, MAZLUM ÇİMEN, MEHMET ALİ ALABORA, MERAL OKAY, MUSTAFA ALABORA, ONUR AKIN, RUHİ SU DOSTLAR KOROSU, SADIK GÜRBÜZ, SUAVİ, TİMUR SELÇUK ve YAVUZ TOP şarkıları, türküleri, şiirleri ve anılarıyla katıldılar. Yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasi parti yöneticileri ve kitle örgütü başkanları ve yöneticilerinin yanı sıra, DİSK Yönetim Kurulu, DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu, DİSK Türkiye Şube Başkanları, DİSK İstanbul Baştemsilci ve Temsilcileri de katıldı.
Açılış konuşmasını yapan DİSK Genel Sekreteri Musa Çam şunları söyledi:
“Değerli konuklar, sevgili arkadaşlar,
sevgili basın emekçileri,
Türkiye işçi sınıfının kadim dostları.. DİSK’in saygıdeğer yol arkadaşları..
Bu gece, 40 yılının üçte birini “kapatılarak” geçiren DİSK’e bir “nazar boncuğu” daha takıyoruz.. Neye veya kimlere karşı takılacak bu “nazar boncuğu”? diye sorarsanız eğer, sizlere verebileceğim yanıt, Türkiye işçi sınıfını her adımda takip eden “ŞEYTANLARA” karşı olacaktır..
Hikaye bu ya, Tanrı, her ülkenin işçi sınıfı için bir melek görevlendirmiştir. Ama uzunca yıllar sonra farketmiştir ki, Türkiyeli işçileri unutmuş, onlara bir melek görevlendirmemiştir.
Hemen bir melek görevlendirmek ister, ancak, Türkiyeli işçilere verebileceği bir tek meleğinin kalmadığını görür.
Bunun üzerine, Türkiyeli işçiler için şeytanları rehabilite etmeye ve bu iş için görevlendirmeye karar verir.
İşte DİSK, Türkiye işçi sınıfını ömürleri boyunca takip eden bu “şeytanlarla” uğraşmıştır 40 yıl boyunca ve bundan sonra da uğraşmaya devam edecektir..
Bu geceki nazar boncuğu da aslında “şeytanımız bol olduğu” için takılacaktır.
40 yıllık bu maraton koşusunda DİSK’e emeği geçen bütün dostlarımıza yürekten teşekkür ediyoruz.
İyi ki sizler varsınız ve bugün burada bizlerle birliktesiniz.
Şimdi, 40 yıllık bu mücadele tarihininin, 18 dakikaya sığdırmaya çalıştığımız görüntüleriyle sizleri başbaşa bırakıyorum.”
Sinevizyon gösterimi yapılan DİSK belgeselinin ardından kürsüye gelen DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi konuşmasında emekçilerin aydınlara sahip çıkacağına özel bir vurgu yaparak “Aydınlarımıza sahip çıkmak, Türkiye’nin aydınlık geleceğine sahip çıkmaktır.” dedi.
Çelebi’nin konuşması şöyle:
Değerli konuklar,
Değerli emek dostları,
Arkadaşlar,
Hepinize 1967 / 2007 arası 40 yıllık DİSK yönetimleri adına, bugün aramızda olan ve olmayan genel başkanlarımız Kemal Türkler, Abdullah Baştürk, Kemal Nebioğlu, Rıdvan Budak ve Vahdettin Karabay‘ın şahsında, görevdeki DİSK Yönetim Kurulu olarak sevgi, saygı ve selamlarımızı sunuyorum.
DİSK’imizin 40.yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen bu etkinlikte birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.
Hepiniz hoşgeldiniz.
Burada çok değerli dostlarla bir aradayız.
Her zaman birlikte yürüdüğümüz dostlarımız da burada.
Ülkemizin aydınlık yüzleri, geçmişimizin ve geleceğimizin belleği aydınlarımız, sanatçılarımız burada… Hepinize hoş geldiniz diyorum.
Yazılar, öyküler, şiirler, romanlar yazdınız…
Şarkılar, türküler söylediniz…
Resimler, heykeller yaptınız, karikatürler çizdiniz…
Tiyatrolarda, sinema filmlerinde oynadınız…
Avukatlık, doktorluk, mühendislik, öğretmenlik yaptınız…
Düşünce ürettiniz, bilim ürettiniz…
Sırça köşklerde, fildişi kulelerde yaşamadınız.
Gün geldi bildiri dağıttınız, gün geldi afiş astınız,mitinglere katıldınız…
Bu toplum için, çalışanlar için, insanlık için endişe duydunuz, kafa yordunuz…
Bunun için eziyet çektiniz, işkence gördünüz…
Hoş geldiniz.
Burada şimdi aramızda olmayan değerli dostlarımız da saygıyla anıyoruz. Onların emeği olmasaydı DİSK 40. yaşını kutlayamazdı.
Evet, dostlar. DİSK 40 yaşında. Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı olur da, bir emek örgütünün 40. yılı dostlarıyla birlikte kutlanmaz mı?
Arkadaşlar, geçmişten bugüne baktığımızda DİSK’ in bu 40 yıldan alnının akıyla çıktığını görüyoruz.
DİSK hep haklı çıktı, biz hep haklı çıktık.
Dün “düşünce ve örgütlenme özgürlüğü” dedik, 141 ve 142. maddelere karşı çıktık Bu yüzden baskıya uğradık, işkence gördük, hapislere atıldık.
Bugün haklılığımız kabul gördü, bu yasalar kaldırıldı.
Dün “idamlara hayır” dedik, bugün idam cezaları kaldırıldı. İdam edilen kardeşlerimizi asla unutmadık, unutmayacağızR30;
Dün “DGM’lere hayır” dedik. Günlerce işyerlerinde, mahallelerde, miting alanlarında direndik. Sadece bu nedenle 20 binden fazla işçi işten atıldı, bedel ödedi. DİSK yöneticileri yargılandı. Bugün DGM’ler kaldırıldı.
Dün 1 Mayıs 77’de Taksim meydanı kana bulandığında, 16 Mart’ta üniversiteli gençlerin üzerine bomba atıldığında, Genel Başkanımız Kemal Türkler öldürüldüğünde, “bu ülkede çeteler var, çeteler temizlenmeden devlet demokratik olamaz”, dedik. Susturulmaya çalıştık, yargılandık.
İşte bugün Susurluk, devlet adına hareket ettiğini açıklayan ve her birinin omzunda onlarca suç olan “cinayet şebekeleri” ortaya çıktı.
Dün “herkese dil, din, düşünce, etnik köken farkı olmaksızın eşit haklar” dedik, ülkemizdeki kültürel çeşitliliğin özgürce ifade edilmesi gerektiğini savunduk, “Kürt sorunu demokr
atik ve barışçı yöntemlerle çözülmelidir”, dedik. “Aleviler de inançlarını özgürce yaşayabilmelidir” dedik.
Ancak 12 Eylül’ün tek tip insan yaratma amacı, kardeşliğimize büyük darbe vurdu, bugün yaşadığımız sorunların tohumunu bu ülke topraklarına ekti.
Hepsinden önemlisi dünden bugüne “çağdaş ve demokratik bir ülke örgütlü bir topluma dayanmalıdır, çalışanların sendikalı, örgütlü olmadığı bir ülkede demokrasiden söz edilemez” dedik ve gecemizi gündüzümüze katarak çalışanları daha fazla sendikalaştırmaya çalıştık.
Çünkü, çalışanlar örgütlenirse emekçi kimliği de güçlenir, emekçi kimliğinin güçlendiği bir toplumda etnik ve dinsel kimlikler kültürel zenginlik olarak kalır; emekçi kimliğinin yok edildiği bir toplumda ise etnik ve dinsel kimlikler toplumsal nefretin fitili olarak kullanılabilir… Buna inandık.
Ne yazık ki bugün bu konuda da haklı çıktık.
Bu ülkede sendikal haklar yok edildi, emekçi kimliği ezildi ve işte onun yerini bir Ortadoğu toplumu haline getirilmeye çalışılan bugünkü sosyal gerilim tablosu aldı.
Değerli arkadaşlar,
İşte bu yüzden dün savunduklarımız bugün daha büyük bir inançla savunmaya devam ediyoruz. Etmeliyiz. Çünkü bu ülkenin demokratik, çağdaş, aydınlık geleceğine her zamankinden daha fazla inanıyoruz. İnanmalıyız.
Çünkü dün savunduklarımızın çok az bir kısmı gerçekleşmiş olsa da ülkemizin gerçekten tam demokratik, sosyal adalete dayanan özgür bir ülke olması için daha çok yol almamız gerektiğini biliyoruz.
Bugün yine “düşünce özgürlüğü” diyoruz, “301 kaldırılsın” diyoruz,
sendikal hak ve özgürlükler diyoruz,
“Siyaset toplumsallaşmalıdır; çalışanlara, gençlere, kadınlara daha çok siyaset hakkı” diyoruz.
Adalet, barış, kardeşlik ve özgürlük için mücadele ediyoruz.
Yine bütün bunlar için sendikasız bir işçi kalmayana dek inadına örgütlenmek, daha çok örgütlenmek, daha çok örgütlenmek için çaba gösteriyoruz.
Biliyoruz ki yine haklı çıkacağız. Ama bu kez kazanarak haklı çıkmak istiyoruz, kaybederek değil.
Bu kez önümüzdeki yılları kaybetmek istemiyoruz. Bu kez bu ülkede demokrasi, eşitlik, özgürlük, sosyal adalet galip gelsin diyoruz.
Değerli dostlar,
Mücadele arkadaşlarım
Küsmeye, kızmaya, darılmaya hakkımız yok. İşte aydınlarımız haykırıyor, dün olduğu gibi bugün de bizi uyarıyorlarR30;
“Bu ülkeye yazık etmeyin, bir kuşak daha ömrünü tüketmesin” diyorlar.
Ancak yine hapis, yine baskı, yine şiddetle, hatta ölümle tehdit ediliyorlar, öldürülüyorlar…
Buradan bütün siyasal partilere, bütün örgütlü güçlere, bütün sivil ve resmi kurumlara ve özellikle de “Aydınların ne kadar ikiyüzlü ve omurgasız olduğunu gördüm” diyebilecek kadar hezeyan içinde olan “Adaletsizlik Bakanına” seslenmek istiyorum.
Aydınlarımıza sahip çıkmak, Türkiye’nin aydınlık geleceğine sahip çıkmaktır.
Onlara en özgürlükçü koşulları yaratmak devletin temel görevidir.
Tehditler ve baskılar karşısında aydınlarımıza sahip çıkmak ise bizim görevimizdir.
Aydınlara sahip çıkmak Türkiye’ye inanmaktır, ülkemizin kültürel ve bilimsel geleceğine inanmaktır.
Türkiye aydınlarına sahip çıkacaktır. Emekçiler aydınlarına sahip çıkacaktır. Elbette aydınlar da emeğe ve çalışanlara sahip çıkacaktır ve gerçek demokrasi düşünce ile emeğin bu büyük buluşmasından doğacaktır.
Buradan, Parlemento’da bulunan AKP, CHP, ANAP ve Meclis’te bulunan diğer parti yönetimlerine ve milletvekillerine sesleniyorum:
1 Mayıs emeğin bayramı olarak yasalaşmalı ve resmi tatil ilan edilmelidir. Bundan kaçamamalısınız. Bu sizin sınavınız olacaktır.
Ayrıca bugün hepinizin artık kabul ettiği “derin çetelerin” en büyük provakasyonu
1 Mayıs 1977 katliamıdır.
Demokrasi diyorsanız, eğer sivil yönetim diyorsanız, eğer aydınlık Türkiye diyorsanız, eğer dediklerinizin arkasında durmak istiyorsanız 1 Mayıs 1977’nin aydınlatılması için Meclis soruşturma Komisyonu kurulması tarihin omuzlarınıza yüklediği bir sorumluluktur.
Bundan kaçmayın. Bu anlamda sizleri göreve davet ediyoruz. Hele hele 1977 katliamının 30. yılı olan 2007’de bu çok anlamlı olacaktır.
Tabii ki 30. yılda Taksim’de olmak da, 2007 1 Mayısı’nı Taksim alanında kutlamak daR30;
Demokratikleşme yolunda en büyük engellerden biri de, bu güzelim ülkeyi zindana çeviren 12 Eylül’le ve sonuçlarıyla hesaplaşmasını bu ülkenin henüz yapmamış olmasıdır. Parlamento’ya düşen diğer önemli görev budur. 20. Yüzyılın neredeyse bütün darbecileri dünyanın dört bir köşesinde yargılandıkları halde, 12 Eylül darbecilerini yargılanmaktan alıkoyan Anayasa’nın geçici 15. Maddesiyle yaşama ayıbı ülkemize yakışmamaktadır.
Ve halen bu ülkede 12 Eylül darbecileri tarafından yürürlüğe konulan 2821-2822 sayılı yasalar var oldukça, Türkiye’de sendikal özgürlüklerden bahsedilemez.
Değerli dostlar
Yine el ele, dayanışma içinde yürüyeceğiz.
Daha iyisini, daha güzelini yaratmak için geçmiş deneylerimizden ders alacağız.
Eleştiriden çekinmeyeceğiz. Eleştireceğiz, eleştirileceğiz.
Ortak akılla doğruyu birlikte bulacağız.
Demokratikleşmenin sadece bireysel haklarla sınırlı kalmaması gerektiğini artık birlikte kabul edeceğiz.
Sosyal haklardan yoksun bir toplumda düşünce özgürlüğünün de güvencesi olamayacağını göreceğiz.
Bu yüzden yok edilen emekçi kimliğini yeniden inşa edeceğiz. Çalışanları örgütleyecek ve bilinçle donatacağız.
Bu yolla aydınımızı da yalnızlığa itilmekten kurtaracak ve toplumsal bir bütünlük içinde özgür kılacağız.
Şimdi bizim daha çok açıklığa,
Şimdi bizim daha çok katılmaya,
Şimdi bizim daha çok örgütlenmeye,
Şimdi bizim daha çok mücadeleye,
Şimdi bizim daha çok demokratik işlerliğe,
Şimdi bizim daha çok dayanışmaya ihtiyacımız var.
2007 yılında bizi ilgilendiren tüm konuları daha yakından tanımak ve tartışmak durumundayız.
Düşüncelerimizi birbirimize aktarmak, tartışmak ve yine geçmişte olduğu gibi birlikte dayanışma içinde yürümek zorundayız.
Bugün bu birlikteliğe dünden daha çok ihtiyacımız var.
Yine bir araya geleceğiz.
“Nasıl bir sendika, nasıl bir DİSK ve nasıl bir sol” olması gerektiğini tartışacağız.
Ve bunları birlikte hayata geçireceğiz.
Geleceğin Türkiye’sini birlikte yaratacağız.
Neo liberal, gerici, ırkçı, savaştan yana, yoksulluk ve yoksunluk üreten bu politikalara karşı özgür, demokratik bir Türkiye hayalimize dünden daha yakınız inanınR30;
Bu duygularla hepinize DİSK adına tekrar hoş geldiniz diyorum, 40. yılımızda bizleri yalnız bırakmadığınız için şükranlarımızı sunuyorum.
YAŞASIN EMEK!
YAŞASIN ULUSLARARASI EMEK DAYANIŞMASI!
YAŞASIN DİSK!
R30;
Konuşmanın ardından sahne alan sanatçılar, geceye katılan konuklara unutulmaz anlar yaşattılar.