Image Map

SSGSS YASASI DEĞİŞİK BİÇİMİYLE DE ÇALIŞANLARIN VE HALKIN SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK HAKKINI KARŞILAMIYOR!

SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI YASASI DEĞİŞİK BİÇİMİYLE DE ÇALIŞANLARIN VE HALKIN SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK HAKKINI KARŞILAMIYOR!

I. GENEL DEĞERLENDİRME

 

59. Hükümet döneminde “Sosyal Güvenlik Reformu” adı altında sürdürülen çalışmaların her aşamasında, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası ile ilgili görüş, değerlendirme, öneri ve istemlerimiz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na, Sosyal Güvenlik Kurumu’na, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e, TBMM Komisyonlarına, bir çok kez iletilmiştir. Ancak, başta Emek Platformu içinde ortaklaştığımız konular  olmak üzere, bir çok konuda istemlerimiz göz ardı edilmiştir.

 

Yasa tasarısı, 5489 Sayılı Yasa olarak TBMM’nde kabul edilmesinin ardından, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yeniden görüşülmek üzere TBMM’ne geri gönderilmiş ve  değiştirilmeden 5510 Sayılı Yasa olarak  kabul edilmiştir.

 

01.01.2007 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen yasa ile ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı ile 118 milletvekili tarafından Anayasa’ya aykırılık ileri sürülerek, Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarihli kararı ile Anayasa’ya aykırılık savlarının 24’ünü tamamen veya kısmen kabul ederek, bazı maddelerin yürürlüğünü durdurmuş, 8’ini ise reddetmiştir. Ağırlıklı olarak kamu çalışanları yönünden iptal edilen maddeler arasında 7 madde serbest çalışanlar,          5 madde de  işçiler yönünden getirilen düzenlemeleri kapsamaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin 31.12.2006 günü gerekçeli kararını açıklamasının ardından, 2007 Bütçe Kanunu’na konulan bir hüküm ile 5510 Sayılı Yasa’nın uygulanması önce 01.07.2007, daha sonra, 01.01.2008 tarihine ertelenmiştir.

 

01.01.2008 tarihinden düzenleme yapılması zorunluluğu nedeniyle, 5510 sayılı Yasa yerine Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yeni bir taslak hazırlanmış ve 25 Ekim 2007 günü yapılan Üçlü Danışma Kurulunda gündemdeki başka konularla birlikte gündeme getirilmiştir. Üçlü Danışma Kurulu, 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında işçi, işveren ve kamu çalışanları konfederasyonlarının katılımıyla oluşan bir kuruldur.

 

Sosyal güvenlikle ilgili yasa taslağının, ilgisi nedeniyle 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Yasası ile oluşturulmuş olan Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulunda değerlendirilmesi gerekmektedir. Üçlü danışma Kurulunun tarafları, Üçlü Danışma Kurulu içinde de yer almasına karşın, SGYD Kurulunda toplumun daha geniş bir kesimi temsil edilmektedir. Tüm bunlara karşın, konuyla ilgili olarak Üçlü Danışma Kurulu 16.11.2007 günü yeniden toplantıya çağrılmış ve SGYD Kurulunun taraflarının tam katılımı olmaksızın, 5510 sayılı Yasa değişikliği ile ilgili değerlendirmelerimiz ve önerilerimiz alınmıştır. Taslak üzerinde bir günlük teknik çalışma toplantısının ardından, Başbakanlık Tasarısı olarak TBMM’ne sunulacağının ifade edilmesi üzerine, Konfederasyonumuz teknik çalışma toplantısına katılmamış ve tasarının 28 Kasım 2007 günü  TBMM’ne sunulduğunu, diğer konfederasyonlar gibi, aynı gün yapılan İŞKUR Genel Kurulu’nda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından yapılan açıklamadan öğrenmiştir. 

 

Hükümetin, yasa tasarıları ile ilgili izlediği yöntemin değişmediği ve aynı yaklaşımın sürdürüleceği anlaşılmıştır. Bizim de Konfederasyon olarak, 5510 Sayılı Yasa’nın hazırlanış sürecinden bu yana ileri sürdüğümüz ve açıkladığımız görüşlerimiz ve istemlerimizde bir değişiklik söz konusu değildir. Beklentimiz ve talebimiz, yasanın Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen hususlar da göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenmesidir.  Bu doğrultuda izlenmesi gereken temel yaklaşım, sağlık ve sosyal güvenlik haklarının dengeli ve eşitlikçi bir yapı içinde kullanımının sağlanması ve toplumun tüm kesimleri için gözetilen temel haklar olarak düzenlenmesidir.  Oysa sonuç beklenenin tam tersi olmuştur.

 

Gerçekte, bugüne dek AKP Hükümetleri, “kamunun yeniden yapılandırılması”, “sağlıkta dönüşüm projesi”, “sosyal güvenlik reformu” olarak adlandırdığı projelerle,  gerçekte kamusal hizmetleri ve sosyal hakları tasfiye eden ve çoğunluğun çıkarları ile çatışan piyasacı düzenlemeleri kararlılıkla uygulamayı sürdürmüştür. Katılımcılık ve sosyal diyaloga vurgu yapılan ancak, tek yanlı bilgi aktarımının ötesine geçmeyen süreçler, uygulamaların taraflara dayatılmasıyla sonlanmıştır.

 

60.Hükümetin devlet anlayışı da önceki AKP Hükümetleri gibi, sosyal devleti dışlayan, “düzenleyici R11; piyasacı devlet”i önceleyen bir yaklaşıma dayanmaktadır. Sosyal devlet, toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak amaçlı olduğu halde, düzenleyici R11; piyasacı devletin amacı, piyasa mekanizmasına dayanan bir sistemi işler kılmak, devleti piyasanın gereklerine göre yönetmektir. Bu nedenle 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası da, şimdi 60. Hükümet tarafından hazırlanan bu yasada değişiklik öngören taslak metin de, “düzenleyici-piyasacı” devlet anlayışına dayanmaktadır.

 

Gerçekte yeni metin, bir yenilik taşımamaktadır. Sosyal güvenlik harcamalarını kara delik olarak gören, sosyal güvenlik kurumlarını işletmeye dönüştüren, sosyal hakları “gelir artırıcı, gider azaltıcı” bir finansman anlayışı ile kısıtlayan, sağlık hakkını kar alanına devreden, sosyal devlet karşıtı ve piyasacı yaklaşım geçerliliğini sürdürmektedir. Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda bir düzenleme yapmak yerine, daha önce eksik bırakılan kimi teknik sorunların giderilmesi ve bazı konularda daha önce yapılmış olan düzenlemelerin aşırıya kaçıldığı düşüncesiyle geri alınması öncelikli olarak gözetilmiştir.

 

5510 Sayılı Yasa, yurttaşların geleceğini ve sağlık gereksinimlerini güvence altına alarak, onların onurlu yaşama hakkını gerçekleştiren ve gelecek kaygısı duymaksızın güvenli bir toplum içinde yaşadıkları duygusunu ve güvencini pekiştiren sosyal politikaların önemli bir bölümünü oluşturan sosyal sigortalar ve sağlık haklarını,  yeniden düzenlemiştir. Yeni düzenleme ile  sosyal hukuk devletinin güvencesinde olan  “hak” anlayışının yerini, takdire dayalı “sıradan bir yardım anlayışı” almıştır.  Sosyal güvenlikte 5510 Sayılı Yasa ile getirilen ve bir dönüşümü yansıtan bu model,  Dünya Bankası ve IMF’nin sosyal hakları ve sosyal güvenliği mali piyasalara terk eden modelidir. 5510 Sayılı Yasa’da olduğu gibi, değişiklik öngören taslak metinde de korunan bu yaklaşımın, daha önce uygulanan ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de başarılı olma olanağı yoktur.

 

IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi uluslararası finans kuruluşları sağlık sektörünün tüm bileşenlerinin dah
a fazla kar anlayışına uygun olarak dönüştürülmesini istemektedir. 5510 Sayılı Yasa ile bu istek yaşama geçirilmek istenmiştir. Bu yasada değişiklik öngören yeni yaklaşım da sosyal hukuk devleti ilkesine aykırı olarak, sosyal güvenlik haklarında yapılmış olan düzenlemeleri daha da geriye taşıyarak, bu amaca hizmet etmeyi sürdürmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesinin anlamını açıklığa kavuşturmuştur. 1961 Anayasası döneminde verilen bir karara göre, “demokratik sosyal hukuk devleti, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, ekonomik ve mali önlemler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uygun dağılmasını sağlayıcı önlemleri alan, adaletli bir hukuk düzenini kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan…. devlet demektir…. Anayasa, devleti işverenle işçi arasında ekonomik ve sosyal bir denge kurmak, sermayenin emeği ve emeğin sermayeyi sömürmesini önleyici tedbirler almakla yükümlü tutmuştur” (AYMK. 26-27.9. 1967, E. 1963/336, K. 1967/29, AMKD, S: 6, 26-27). Bu kararda, sosyal devlete özgü olarak, emek-sermaye dengesi, çalışanların insanca yaşaması, işsizliğin önlenmesi ve ulusal gelirin adaletli dağılımı, unsurları ön plana çıkmaktadır.

 

Anayasa Mahkemesi’nin 1982 Anayasası ile ilgili olarak verdiği bir kararda, sosyal devlet ilkesinin, Anayasa’nın 5. maddesi ile de bağlantısı kurularak, sosyal adalet, sosyal güvenlik ve insan onuruna uygun biçimde yaşama unsurları ön plana çıkarılmıştır. Bu yöndeki karara göre, “Devletin temel amaç ve görevleri arasında insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, kişiyi mutlu kılmak, onların hayat mücadelesini kolaylaştırmak, insan haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamalarını sağlamak gibi hususlar da yer alırlar. Gerçekten, yarattığı gelecek güvencesiyle bu mutluluğa hizmet eden araçlardan biri de kişinin sosyal güvenliğinin temin edilmiş olmasıdır” (AYMK., 21.10. 1986, E. 1986/ 16, K. 1986/ 25, AMKD., S: 22, 290-291).

 

Başka bir kararında Anayasa Mahkemesi sosyal devleti şöyle tanımlamaktadır: “Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir… Hukuk devletinin amaçladığı kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir… Anayasa’nın, Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeleri uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması” gerekir ( 26.10.1988, E. 1988/ 19, K. 1988/ 33, AMKD, S: 24, 451-452).

 

Anayasa Mahkemesi, sosyal güvenliği, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen “yaşama hakkı ” ile bağlantılandırmıştır. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Hukuk devletinin amaç edindiği yaşama hakkının korunması, sosyal güvenliğin sağlanmasıyla gerçekleşecektir. Sosyal güvenliği sağlayacak olan kuruluşların yasal düzenlemeleri R16;yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma haklarını zedeleyecek veya ortadan kaldıracak hükümler içermemesi gerekir”. Bu gerekçeyle Anayasa Mahkemesi, 506 Sayılı Kanun’un 34. maddesinde öngörülen ve sosyal sigortalılara yapılacak sağlık yardımını 18 ayla sınırlayan hükmünü, “sağlık yardımı sonunda henüz iyileşmemiş ve tedavisi sürmekte olan kişinin gerek yaşama hakkının gerekse maddi ve manevi varlığını koruma hakkının özünü zedeler bir nitelik taşıdığından Anayasa’nın 17. maddesine aykırı” görmüştür. Bu karar, sosyal güvenlik hakkı çerçevesinde yapılacak sağlık yardımlarının, Anayasa’nın 65. maddesindeki sınırlamaya tabi olamayacağını söylemektedir. Bu nokta, Anayasa Mahkemesi’nin kararında açıkça belirtilmiştir: “Anayasa’nın 60. maddesi kişilere sosyal güvenlik hakkını vermekle birlikte ikinci fıkrasında bunun için alınacak tedbirleri devlete görev olarak verirken 65. madde ile de bu göreve bazı sınırlamalar getirmiştir. Ancak, 60. maddede belirtilen bu sosyal hak, yine Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen R16;yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma…. hakkı’ ile çok sıkı bağlantı içindedir. Dolayısıyla devlet ekonomik ve sosyal alandaki görevlerini yerine getirirken uygulayacağı sınırlamalarda R16;yaşama hakkını’ ortadan kaldıran düzenlemeler yapamayacaktır” ( AYMK, 17.1.1991, E. 1990/ 27, K. 1991/ 2, AMKD, S: 27, C:1, 13-39).

 

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararları uyarınca, sosyal devleti, sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak ve herkes için insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyini gerçekleştirmekle yükümlü devlet olarak tanımlamak olanaklıdır.

Oysa, 5510 Sayılı Yasa ve bu yasada değişiklik öngören taslak ile biçimlenen Dünya Bankası ve IMF modeline dayalı “Sosyal Güvenlik Reformu” sosyal devleti ve sosyal güvenlik hakkını tümüyle reddetmekte, bireyi geleceği yasalarla güvence altında olan bir yurttaş yerine, yazgısını mali piyasaların gücünün belirlediği edilgen bir nesneye dönüştürmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi’nin 5510 Sayılı Yasa ile ilgili olarak verdiği 15.12.2006 tarihli 2006/111-112 sayılı iptal kararının “Genel Değerlendirme” bölümünde şu saptamalar yer almaktadır.

 

“R30;

Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak, kişilerin yaşlılık, hastalık, malûllük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.

R30;

Kişilere sağlanan bu anayasal güvencelerin yaşama geçirilebilmesi için devlet tüm çalışanlara sosyal güvenlik hakkını sağlamak ve bunun için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Ancak, bu doğrultuda düzenlemeler yapılırken, sosyal güvenlik hakkından yararlanacak olanların hukuksal konumları gözetilerek aynı statüde bulunmayanların bu statülerinin gerekli kıldığı kurallara bağlı tutulmaları Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu ilke, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa

ITUC ETUC