İçerde ve dışarda savaşa hayır! Ortadoğu’nun geleceğine halklar karar versin!
İÇERDE VE DIŞARDA SAVAŞA HAYIR! SURİYE’YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE HAYIR! ORTADOĞU’NUN GELECEĞİNE HALKLAR KARAR VERSİN!
Çağrıcılığını DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin yaptığı “İpek Yolu Barış Yolu Olsun/Savaşa Karşı Barış ve Kardeşlik İçin Yürüyoruz” yürüyüş ve mitingi 7 Aralık 2013 Cumartesi günü Gaziantep’te gerçekleştirildi.
Sabah saatlerinde mitinge katılmak için Osmaniye, Adana, Maraş, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Mardin, Batman, Adıyaman Şırnak ve Hatay gibi bölge ve batı illerinden yola çıkan binlerce emekçi, onlarca araçlık konvoyla Antep’e ulaştı. Yürüyüşe DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Genel Başkanı Lami Özgen, TTB Merkez Konsey üyesi Dr. Osman Öztürk ve Dr. Arzu Erbilici, KESK Kadın Genel Sekreteri Canan Çalağan, DİSK Gaziantep Bölge Temsilcisi Ali Güdücü ve sendika şube yöneticileri ve üyeleri, TMMOB ve TTB’nin yöneticilerinin yanı sıra çeşitli siyasi partiler ve kitle örgütü temsilcileri katıldı.
Yürüyüş saat 13.30’da Kırkayak Parkı’ndan başladı. Binlirce katılımcının, soğuk ve yağışlı havaya rağmen coşkulu sloganlarla Demokrasi Meydanı’na yürüdü. Burada Eğitim-Sen Şube Başkanı ve KESK Antep Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Faruk Koç’un açılış konuşmasından sonra DİSK Genel Başkanı Kani Beko ve TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürk birer konuşma yaptılar. Mitingin düzenleyicileri olarak da ortak açıklamayı KESK Genel Başkan Lami Özgen yaptı.
Mitingin açılış konuşmasını yapan KESK Antep Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Faruk Koç, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB nin öncülüğünde yaptıkları yürüyüşün amacının, Suriye savaşından kaynaklı olarak bölgede ve Ortadoğu da yaşanan acıları ve sorunları dile getirmek olduğunu söyledi. Koç, Rojava’da yaşanan çatışmalara değinerek, “ İç savaşın bedelini, her zaman olduğu gibi kadın ve çocukların ağırlıklı olduğu sivil halka ödettirilmek istenmesi kabul edilemez. Suriye için, demokratik, çoğulcu, özerkliği tanıyan bir sistem ancak barış sağlayabilir. Suriye’nin geleceğine hiçbir baskı ve yönlendirme altında kalmadan Suriye’de yaşayan halklar karar vermelidir” dedi.
Ardından konuşan DİSK Genel Başkanı Kani Beko, 1 Mayıs 1977 ve Roboski katliamlarının faillerinin bulunup yargılanmasını isteyerek, Türkiye’de yaşanan katliamların faillerinin bulunup, yargılana kadar mücadele edeceklerini kaydetti. Beko, “AKP hükümeti dışarıda halklara savaş açarken, içerde de işçilerin kıdem tazminatına göz dikti. Kıdem tazminatını leş kargalarına yedirmeyeceğiz. Kıdem tazminatını gasp ettirmeyeceğiz. Bu ülkede barış oluncaya kadar mücadele edeceğiz” diye belirtti.
TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürk, Güney Afrika Cumhuriyeti eski Devlet Başkanı Nelson Mandela’nın hayatını kaybetmesi nedeniyle Afrika halklarına başsağlığı dileyerek başladığı konuşmasında öncelikle 6 Aralık 2013 günü Yüksekova Devlet Hastanesi’ne Özel Harekatçı oldukları bildirilen saldırganlarca yapılan saldırıyı kınadı ve özetle şunları söyledi:
“Savaş, getirdiği yıkımın yanı sıra, aynı zamanda önemli bir halk sağlığı sorunudur. Savaş; ölüm, yaralanma, sakatlanma ve hastalık demektir. Suriye’de süren savaş nedeniyle ülkemizde yirmi beş yıl önce eradike edilen çocuk felci tehdidi ile karşı karşıyayız. Bütün dünyada kökü kazınarak tarihin tozlu sayfalarında yerini almak üzere olan Çocuk Felci, Suriye’de savaşa bağlı temel sağlık hizmetlerinin çökmesi ile yeniden kapımızda. Bu savaşın ve ölümlerin sorumluları emperyalistler ve onların işbirlikçiliğini yapan siyasi iktidardır.
Rojava Kürtlerinin, özellikle son iki yıldır kendi kaderlerini kendileri nin çizdiğini belirten Öztürk, “İnsani yardım malzemelerinin geçişine bile izin verilmediği gibi sınır ihlali gerekçesiyle insanlar katledilmektedir. Rojava’ya uygulanan ilaç, aşı ve gıda ambargosu, başta çocuklar olmak üzere insanların ölümlerine yol açmaktadır. Oysa Hatay ve Reyhanlı başta olmak üzere birçok yerleşim alanı çetelerin cephaneliği ve eğitim karargahı haline getirilmiş durumdadır. Urfa ve Antep’te cihadist çetelerin gizli üsleri, gizli evleri olduğu iddiası bizleri endişelendirmektedir” şeklinde konuştu.
Daha sonra konuşan KESK Genel Başkanı Lami Özgen de, AKP’nin Ortadoğu ve Kürt halkına yönelik politikalarını eleştirerek, “Utanç dıvarı” örülerek Rojava halkının nefessiz bırakılmak istenildiğini vurguladı. AKP hükümetinin sınır kapılarını çetelere peşkeş çektiğini belirten Özgen, şunları aktardı: “Hatay ve Reyhanlı başta olmak üzere birçok yerleşim alanı çetelerin cephaneliği ve eğitim karargahı haline getirilmiş durumdadır. Urfa ve Antep’te cihadist çetelerinin gizli üsleri, gizli evleri olduğu iddiası bizleri endişelendirmektedir. Biz emekçiler olarak Kürt sorunun demokratik, barışçıl ve diyalog yoluyla çözüm sürecinde toplumsal barışın tesis edilmesinde atılmayan adımların takipçisi olacağız.”
***
KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in okuduğu ortak metin şöyle:
İÇERDE VE DIŞARDA SAVAŞA HAYIR! SURİYE’YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE HAYIR! ORTADOĞU’NUN GELECEĞİNE HALKLAR KARAR VERSİN!
İşçiler, emekçiler, dostlar, MERHABA;
“Ya Hep Beraber, Ya hiç Birimiz” diyerek omuz omuza, yan yana yola çıktığımız yol arkadaşlarımız,
MERHABA; Özgürlüğüne ve geleceğine sahip çıkan gençler, MERHABA,
Savaş ve çatışmalardan en çok etkilenen, ağır bedeller pahasına barış mücadelesinden yılmayan kadınlar, MERHABA,
Bugün, emperyalistlere ve işbirlikçilerine köle olmayacağımızı haykırmaya geldik!
Bugün çete üsleriyle, savaş uçaklarıyla, ölüm füzeleriyle gelenlere bir kez daha “Geçit Yok” demeye geldik!
Bugün Gezi Direnişi’nde yitirdiklerimizin mücadele bayraklarını elimize alarak geldik!
Bugün Gaziantep’te “Emperyalizmin Taşeronluğuna Hayır” İçte ve Dışta Savaşa Hayır” demeye geldik!
Bu sesi önümüzdeki günlerde de yükseltemeye devam edeceğiz.
Çünkü biz, emperyalizmin güdümünde komşularımızla savaşa sürüklenmeye Hayır diyoruz!
Çünkü biz, çeteler eliyle halkların birbirine kırdırılması politikasına Hayır diyoruz!
Bu ülkenin, AKP’nin emek düşmanı, doğa düşmanı, yaşam düşmanı politikalarına boyun eğmeyen, diz çökmeyen onurlu insanları var!
AKP’nin bütün hayatı yukarıdan aşağıya Sünni İslam kurallarına göre dizayn etmeyi hedefleyen toplum mühendisliği dayatmalarına karşı;
Kendisi gibi düşünmeyen herkesin yaşam tarzına müdahale eden, “kızlı-erkekli” bir arada bulunmayı bile yasaklamaya çalışan gerici muhafazakâr uygulamaya karşı;
Bugünkünden bile daha baskıcı, daha otoriter, daha totaliter diktatörlük girişimlerine karşı Haziran ayında ülkenin dört bir yanında sokaklara dökülen milyonlarca yurttaşımız AKP’ye teslim olmayacaklarını dost, düşman bütün dünyaya gösterdi.
Bugün buradan yükselen onların sesidir.
Bu sese kulak verin.
Yoksa ülkemizi içine sürüklediğiniz bu batakta önce siz boğulacaksınız!
ABD hegemonyasında gelişen müdahale nasıl ki önce “demokrasi getirme” yalanlarıyla geldiyse, AKP’nin işbirlikçiliği de “Suriye’de baskıcı ve otoriter düzene karşı Suriye halklarının yanında olduğu” yalanlarıyla örülmüştür. Bu yalanların arkasındaki gerçek ise ABD’nin emperyalist politikalarının son halkası Suriye’de yaşanan yıkımdır. Bu müdahaleler içinde en açık ve direk olanı AKP eliyle yapılanıdır. AKP, etnik ve mezhepsel çatışmaları dinamitleyen silahlı çeteleri desteklemekten, kardeş halklarla savaşı ve düşmanlığı körüklemekten geri durmamaktadır. Ülkemizi bu kirli savaşın içine daha fazla sürükleyen AKP politikaları, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesine neden olmuştur. Bu nedenle bugün milyonlarca Suriyeli, insanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlanmakta, ötekileştirilmekte ve adeta kendisini yeni bir savaşın içinde bulmaktadır.
Emperyalist müdahale ile kışkırtılan Suriye’deki savaş sadece silahlarla ölümlere, yaralanmalara yol açmıyor; gün geçtikçe artan bulaşıcı hastalıklarla da acı yüzünü gösteriyor. Kızamık, şark çıbanı, sıtma, kuduz, ishaller ile gündeme gelen bulaşıcı hastalıklara bir yenisi daha eklendi: ÇOCUK FELCİ. Bütün dünyada kökü kazınarak tarihin tozlu sayfalarında yerini almak üzere olan bu ölümcül hastalık Suriye’de savaşa bağlı temel sağlık hizmetlerinin çökmesi ile yeniden kapımızda. 1998’den bu yana Türkiye’de, 1999’dan beri de Suriye’de görülmeyen ÇOCUK FELCİ, hem de büyük bir salgın tehdidiyle kapımızda.
Suriye’de silahlı çetelere para ve silah yardımlarıyla savaşı kışkırtan, her fırsatta emperyalist güçlere askeri müdahale çağrısı yapan AKP, ülkemizi savaşın parçası haline getirmiştir. Akçakale’den sonra Hatay, Ceylanpınar, Reyhanlı ve Antep gibi memleketimizin birçok yerine yağan bombaların, kurşunların ve birçok insanımızın yaşamını yitirmesinin baş sorumlusu işbirlikçi AKP’dir!
AKP, Suriye halklarının kendi özgür iradeleri ve öz güçleri ile yürütecekleri demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesine yönelik olarak sürdürülen bu müdahalenin suç ortağıdır!
AKP, gerici iç çatışma dinamiklerini ülkemize de taşıyan, halklar arasında kardeşliğe, bir arada yaşam umutlarına karşı gelişen bu müdahalenin suç ortağıdır!
On yıllardır vatandaş bile sayılmayarak kimliksiz yaşayan ve defalarca katliama maruz kalan Rojava Kürtleri, özellikle son iki yıldır kendi kaderlerini kendileri çiziyor. Rojava’da bugün Kürtler, Türkmenler, Araplar, Aleviler, Sünniler, Süryaniler, Hristiyanlar başta olmak üzere her kimlik ve inançta halklar birarada özyönetimlerini kurarak kendi kendilerini yönetiyorlar. İşte tam da bu yüzden çetelerin, emperyalistlerin ve gerici güçlerin saldırısına uğruyorlar.
Rojava devrimini etkisizleştirmek ve Kürt halkını yeniden kimliksizleştirmek için her türlü entrika hayata geçiriliyor. İnsani yardım malzemelerinin geçişine bile izin verilmediği gibi sınır ihlali gerekçesiyle insanlar katledilmektedir. Rojava’ya uygulanan ilaç, aşı ve gıda ambargosu, başta çocuklar olmak üzere insanların ölümlerine yol açmaktadır. Utanç duvarları örerek Rojava halkı nefessiz bırakılmak istenmektedir. Oysa Hatay ve Reyhanlı başta olmak üzere birçok yerleşim alanı çetelerin cephaneliği ve eğitim karargahı haline getirilmiş durumdadır. Urfa ve Antep’te cihadist çetelerin gizli üsleri, gizli evleri olduğu iddiası bizleri endişelendirmektedir.
Alevi kanı dökmeyi sevap sayan İslamcı çeteler başta Hatay olmak üzere sınır illerimizde yaşayan Alevi yurttaşlarımız için büyük bir tehdit oluşturuyorlar. Cem evlerini terör yuvası ilan eden, Büyük Haziran İsyanı’nı “Alevi ayaklanması” olarak damgalamaya çalışan, Reyhanlı’da ölen yurttaşlarımızı bile dini kimliğiyle tanımlayan iktidar çevresi, geçen hafta Adıyaman’da bir kez daha şahit olduğumuz gibi Alevi yurttaşlarımızın evlerinin işaretlenmesine ise sessiz kalıyor, faillerini bulmak için hiçbir çaba göstermiyor. Son yıllarda giderek sistematik bir hale gelen bu “faili belli” işaretleme faaliyetlerinin yol açabileceği vahim olayların sorumlusunun, bu faaliyetlere göz yuman AKP iktidarı olacağını açık olarak ifade ediyoruz.
AKP Hükümetinin genelde Suriye ve özelde Rojava politikasının arka planında Kürt sorununda çözümsüzlüğe dayalı politikası vardır. Zaman zaman diyalog ve barıştan bahsetse de, bir takım çalışmalar içideymiş gibi bir algı yaratmaya çalışsa da pratikte geçmiş politikaların inceltilmiş hallerini uygulama dışında köklü bir adım atmamaktadır.
Roboski katliamının üzerinden tam 709 gün geçti. Sorumluları hala yargı önüne çıkarılmadı. Katliamın üstünü örtmeye çalışan AKP iktidarı, şimdi de Roboski’de ‘sınıra’ tel örgü çekiyor. Artık bu zulme son verilmeli, katliam açığa çıkarılıp sorumlular yargılanmalıdır. Biz emekçiler olarak Kürt sorununun demokratik, barışçıl temelde ve diyalog yoluyla çözüm sürecinde toplumsal barışın tesis edilmesinde atılmayan adımların takipçisi olacağız.
Bizler anti-emperyalist, savaş karşıtı emek ve demokrasi güçleri olarak;
Emperyalizmin Ortadoğu maşası haline getirilerek komşularıyla savaştırılmasına; kanlı tarihe ortaklık edecek bir ülkeye dönüştürülmesine asla ve asla izin vermeyeceğiz.
Suriye’de emperyalist müdahaleye karşı halkların kardeşçe birarada yaşama iradesinin hayata geçmesi için mücadelemizi yükseltmeye devam edeceğiz.
Ülkemizin kaynaklarını sömüren, halkımıza yoksulluk ve güvencesizliği dayatan AKP iktidarına karşı, “ABD Emperyalizminin Taşeronu Olmayacağız” diyerek sesimizi her daim yükseltecek, “Suriye’ye Emperyalist Müdahaleye Hayır, Ortadoğu’nun Geleceğine Halklar Karar Versin” şiarımızı haykıracağız.
Şimdi, bölgesel güç olma hevesiyle yanıp tutuşan, ülkemizi emperyalizmin askeri üssüne dönüştürmeye çalışan AKP hükümetine dur deme zamanıdır!
Şimdi, çetelere karşı, savaş çığlıkları atanlara karşı, halkların geleceğine kendilerinin karar vermesi için, halkların kardeşliğinin bu topraklardan sökülüp atılmaması için sorumluluk alma zamanıdır! Şimdi, çetelere, savaş çığlıkları atanlara karşı;
Halkların kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesi için,
Bu topraklardaki, bu coğrafyadaki bütün halkların binlerce yıllık kardeşliğine hep birlikte sahip çıkmak için sorumluluk alma zamanıdır!
Sesimizi hep birlikte büyütelim,
İçte ve dışta Savaşa Hayır!
Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Halkların Kardeşliği!
***
Genel Başkanımız Kani Beko’nun mitingte yaptığı konuşmanın tamamı şöyle:
Değerli Antep halkı, sevgili mücadele arkadaşlarım, değerli emek dostları ve sevgili basın emekçileri,
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK adına hepinizi yürekten selamlıyorum.
Sevgili dostlar,
20 Ocak’ta yine burada yapacağımız miting, tek adam diktatörlüğünün en rafine örneklerinden biri olarak yasaklandı. Neden yasaklandı? Antep’e gelen Beyefendi emekçilerden rahatsız olmasın diye. Gözü emekçileri görmesin, kulağı taleplerimizi duymasın istendi. Sanki yıllardır gördüğü ve duyduğu varmış gibi.
Antep’te sokağa çıkmamız yasaklandı ama daha büyük bir dalga olarak Haziran’da Taksim sokaklarındaydık. Sadece Taksim de değil, Türkiye’nin tüm meydanlarında ve sokaklarından tek yürek, tek yumruk olarak AKP faşizminin karşısına dikildi halk. Demokrasi isteyenler, adalet isteyenler, hukuk isteyenler, yaşamına müdahale edilmesini istemeyenler, ötekileştirilmek istemeyenler hep birlikte “Bu daha başlangıç” diyerek özgürlük mücadelesinin ateşini yaktılar.
Değerli kardeşlerim,
Bu ülkede “demokrasi paketi” adıyla demokrasi yok ediliyor, ekonomik paket adıyla da yoksulluk ve sefalet dayatılıyor. Onlar ağızlarına “hak, hukuk, adalet” laf larını almışlarsa bilin ki bu, sadece onlar için hak, onlar için hukuk, onlar için adalet demektir ve milyonlarca emekçi için, milyonlarca yoksul halk için adaletsizliğin, hukuksuzluğun hüküm süreceği bir sürecin yeni örneklerini sunulacak demektir.
Barış dediler, yeni savaş yöntemleri geliştirdiler, yeni karakollar yaptılar ve duvarlar ördüler halklar arasında. Emekçiye müjde dediler, cebimizdeki üç kuruşu ve cebimize girmeyen tazminat haklarımızı sermayeye nasıl yem edeceklerinin hesabını yaptılar. Kadınlara özgürlük dediler, minnacık yavrularımızı okullarından alıp çocuk gelin yapmaya yeltendiler; üniversiteli genç kızlarımıza hakaret edip onları yalnızlığa mahkum etmek istediler.
Yani bunlar ne dedilerse tam aksini yaptılar. Niyetleri de zaten tam aksini yapmaktı. Ne diyor padişahlık heveslisi başbakan?. “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı olacak”..
Neler yaptıklarına kısaca bir bakalım:
Dizi filmlere yasaklar getirdiler
Beğenmedikleri sanatsal üretimleri engellediler, yasakladılar, sansürlediler,
Basına yasaklar getirdiler, gazetecileri ya işten attılar ya da cevzaevleri doldurdular,
İnternette, sosyal medya üzerine engeller çıkarttılar, kimi blogları ve adresleri yasakladılar,
Düşünceyi ifade özgürlüğü tuzla buz oldu,
Ne yiyip ne içeceğimize müdahale ettiler,
Kürtaj yasaklarıyla insanların vereceği kararlara müdahale ettiler
Herşeyi örtünme meselesi yapıp ne giyeceğimize karıştılar,
Özellikle üniversiteli gençliğin mücadelesini bastırmak için kadın ve erkekleri birbirinden ayırmaya niyetlendiler,
Kızlı erkekli karma eğitim olmaz dediler,
Ayrımcılığın en daniskasını yaptılar.
Eğer yaptıkları yapacaklarının garantisi ise, değerli dostlar, önümüzdeki günlerde siyasi iktidarın yeni saldırılarına karşı daha hazırlıklı ve daha da uyanık olmalıyız.
Sevgili Dostlar
Yaşadığımız yoksulluğun, çektiğimiz acıların, eve üç kuruş götürememenin, çocuklarımızı nasıl okutacağımızın endişesine kapılmamızın mesulü ve nedeni bunlardır. Bunlardır, çünkü on yılı aşkın süredir hükümet de bunlardır, iktidar da bunlardır. Başka bir ülkenin devleti gelip bizim halkımızı düşünmeyecek. Düşünecek olan, halkı refaha çıkartacak olan, yarınlara güvenle bakmasını sağlayacak olan bu ülkenin devleti, bu ülkenin iktidardaki hükümetidir.
Ama onların verdikleri şey açlık, yoksulluk, sefalet, baskı ve adaletsizlikten başka bir şey değildir.
Özgürlük mü istiyorsun ver biber gazını, eşitlik mi istiyorsun sık kimyasal basınçlı suları, ekmek mi istiyorsun al sana polis copu, polis kuruşu, adalet ve hukuk mu istiyorsun buyur F Tipi cezaevine. Boşuna övünç duymuyorlar işsizlik ve iş cinayetlerinde Dünya ve Avrupa derecelerini kimseye bırakmayan ülkemizde Avrupa’nın en büyük adliyesini yaptırmaktan. Çünkü bu kadar adaletsiz, bu kadar baskıcı, bu kadar hukuksuzluklarla dolu bir ülkenin halkları ancak cezaevlerine doldurularak yönetilebilir. Ve bunların yapmak istediği şey de, halkın sokaklara çıkamadığı, seslerini çıkartamadıkları bu ülkeyi büyük bir cezaevine getirmektir.
Değerli Arkadaşlar,
AKP, demokrasi konusunda olmasa da, binlerce insanın hergün kullandığı geniş kamusal mekanlara egemen olma konusunda öyle ileri adımlar atıyor ki, başka bir sese, başka bir renge, başka bir “çizgiye” yer bırakmıyor.
Parasıyla, medya gücüyle, yasama ve yargı gücüyle yapamadığını copuyla, kalkanıyla, biber gazıyla, plastik mermisiyle, TOMA’sıyla, polis gücüyle yapıyor.
Ve şu sıralar da dikensiz gül bahçesinde “köle işçi” hayalleri de yeniden alevlenmiş gözüküyor.
Patronların zenginliğine zenginlik katmak için hayatını çarçur eden emekçinin “zor günlerinde” cebinde kalacak üç kuruş paraya da göz dikiyorlar.
İktidar koltukları onları öylesine sarhoş etmiş ki, işçi ve emekçi yoksul halkın zor günleri için kazandıkları son “rızkları” olan kıdem tazminatı haklarını da ellerinden almaya yelteniyor; güvencesizliği çalışma hayatının temeli haline getiriyor ve işçiyi, emekçiyi köleleştirmeye çalışıyorlar.
Sevgili Dostlar,
Söylediklere yalanlara inanmayın!. AKP’nin demokratik bir Türkiye inşa etmesi hiç mi hiç olanaklı değildir. Hatta aksine, ülkemizde demokratikleşmenin önündeki en büyük engellerden biri, siyasi iktidarların öteden beri emperyalizmle sürdürdüğü bağımlılık ilişkileridir. Bu bağımlılıktan dolayıdır ki militarist, baskıcı ve otoriter bir siyasi yapı olarak kalmaya mahkumdur AKP.
Dolayısıyla gerçek bir demokratikleşme ancak bu ilişkilere son vermekle, emekçi sınıfların aşağıdan yukarıya toplumsal, siyasi mücadelesi sonucunda mümkün olacaktır.
Bırakın tarihe ya da kendi sınıfına ve halkına karşı sorumluluğunu, insan olarak kalmak isteyenlerin bugün temel görevi, bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde tahakkümünü tesis etmeye yönelik olarak iktidarın patronlarla kolkola vererek attıkları adımlara var gücüyle karşı koymaktır.
Değerli kardeşlerim,
TATTAKI’nın ne olduğunu bizden daha iyi sizler bilirsiniz.
Antep harbinde de yoksuldu Antep halkı. Aşı yoktu, ekmeği yoktu, katığı yoktu, işgalci emperyalistlere karşı koyacak ateşli silahları yoktu. Ama Antep halkının koca bir yüreği vardı. Zalimin zulmüne karşı koyacak aklı ve yüreği vardı.
İşte “Tattakı”, Antep harbinde, iki dişlinin birbirine sürtünerek ses çıkarttığı tahtadan yapılan bir tür dişlinin adıydı. Karşı koyacak gerçek ve güçlü silahı olmayan Antepliler, TATTAKI ile makinalı tüfek sesi çıkartarak geceleri düşmana korku salıyordu.
Bugün onlar devlet olanakları, ve var güçleriyle bir halkı köle haline getirmeye çalışıyorlar. Onlara onların olanaklarıyla karşı koyamazsak bile, bizim yüreğimiz ve zalimlere karşı koyacak irademiz var.
Dün TATTAKI’larla düşmana korku salanlar, bugün de yeni araçlarını yaratacaktır. Yeter ki yüreğimiz soğumasın.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK adına bir kez daha yürekten selamlıyor ve sevgiyle kucaklıyorum.