Image Map

Ankara “Çocuklar öldürülmesin” diye yürüdü

ankara-manset

DİSK Ankara Bölge Temsilciliği, KESK Ankara Şubeler Platformu, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu ve Ankara Tabip Odası 11.01.2016 Pazartesi Madenci Anıtı’ndan meşalelerle yürüyerek  “Çocuklar ölmesin savaş durdurulsun” talebi ile Yüksel Caddesinde toplanıp basın açıklaması düzenledi.

Dört kurumun Ankara bileşenlerinin düzenleyici olarak katıldığı basın açıklamasına sivil toplum örgütü temsilcileri, siyasi parti temsilcileri ve çok sayıda Ankaralı yurttaş savaş karşıtı sloganlarla hükümeti kınayarak barış ortamına bir an önce dönülmesini talep etti.  Basın açıklamasını dört kurum adına Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Ebru Basa okudu.

Basın açıklaması Metni:

Değerli basın emekçileri, emek ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri, değerli halkımız;

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dokümantasyon Merkezi verilerine göre;

16 Ağustos 2015 tarihinden bu yana başta Diyarbakır, Şırnak ve Mardin olmak üzere Hakkâri, Muş, Elazığ ve Batman’ın da olduğu toplam 7 ildeki, en az 19 ilçede, resmi olarak tespit edilebilen en az 58 süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı ilânı gerçekleşmiştir. Bu yasaklardan etkilenen en az 1 milyon 377 bin kişinin en temel yaşam ve sağlık hakları ihlâl edilmiş olup yine Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi verilerine göre, yaklaşık 5 ay içerisinde en az 162 sivil (29’u kadın, 32’si çocuk, 24 kişi 60 yaş üstü) sadece resmi sokağa çıkma yasağı ilânı olan zaman dilimleri içerisinde yaşamlarını yitirmiştir.

Diyarbakır’ın Sur, Mardin’in Dargeçit, Şırnak’ın Cizre, Silopi ve yine Mardin’in Nusaybin ilçelerinde sadece son bir ay içinde en az 79 sivil öldürülmüştür (14’ü çocuk, 1’i ateşli silahla vurulma sonucu anne karnında ölüm, 18’i kadın ve 15 kişi 60 yaş üstü olmak üzere).

Bu süreçte, tanıklarca beyan edilen ölüm biçimlerine göre ise en az 22 kişi kendi evlerinin sınırları içerisindeyken, açılan ateş veya tanklardan atılan top mermilerinin evlerine isabet etmesi veya sokağa çıkma yasağının yarattığı ortamın doğrudan etkisi ile sağlık sorunları sonucu yaşamlarını yitirmiştir.

Bu acı tablodan yola çıkarak Diyarbakır’da, Siirt’te, Şırnak’ta yaşama tutunabilmenin neredeyse  “tek dilek” haline geldiğini söyleyebiliriz. Kadını, çocuğu, yaşlısıyla çatışma bölgelerinde yaşayan yurttaşlarımız için sağlıktan öte bir dilek söz konusu bile değil çünkü yaşamlarını can korkusuyla, silah ve bomba sesleri altında sürdürmeye çalışıyorlar. Ekmek, su bulamadıkları günler oluyor. Hastalarını, gebe kadınları hastaneye ulaştıramıyorlar. Çocukların aşıları gecikiyor. Öğrencilerin öğrenme hakları gasp ediliyor, yerel yönetimlerin en temel hizmetleri engelleniyor. Bölge insanları ilan edilmemiş savaşın tüm acımasızlığını yaşamaya mecbur ediliyor.

İşin acı yanı yalnızca sağlık hizmetine erişimin engellenmesinden ve bazı yaralıların gecikme nedeniyle hayatını kaybetmesinden ibaret değil ne yazık ki. Ölüme alışmak ya da ölümün sıradanlaşması biz sağlıkçılar için zaten kabul edilebilir bir durum olamaz. Kabul ettiğimiz takdirde 11 çocuklu 57 yaşında bir kadının komşusundan dönerken sokak ortasında kurşunlanmasını doğal karşılıyor olmamız gerekir. Ölüme alışırsak inanılması güç ama bir başka kadının kendi evinin salonunda yer sofrasında kahvaltı ederken top mermisiyle öldürülmesini de sıradan bulabiliriz. Ve o takdirde 3 aylık bir bebeğin başından, 12 yaşında bir çocuğun ise sırtından vurulmasını da çatışma ortamında doğal kabul etmemiz gerekecektir. Ama bir de kendinizi 11 çocuğu olan 57 yaşındaki o kadının; Taybet İnan’ın yakınlarının yerine koyun bir kez ve yaşadıklarını gözünüzün önüne getirin; yaralanan annenizin sokak ortasında kan kaybından ölümünü izlemeye dayanabilir miydiniz? Vurulup düştüğü yerden günlerce kaldırılamayan, cenazesi sokak ortasında kalan sizin anneniz olsaydı ne hissederdiniz?

Yakınların kaybı yeterince acı vericiyken yas sürecindeki insanların cenazelerini almasına, ve defnetmesine izin verilmemesi acının bile isteye derinleştirilmesinden başka neye hizmet etmektedir? Hak ihlallerinin kapsamının yaşam hakkı ve sağlık hakkı ihlalinin de ötesine geçmiş bulunduğunu ve artık “gömülme hakkının” dahi ihlal edilmekte olduğunu söyleyebiliriz.

Çünkü Resmi Gazete’de, 7 Ocak’ta ve Adalet bakanlığı imzasıyla yayınlanan ‘Adli Tıp Kurumu Uygulama Yönetmeliği’ndeki değişikliğe göre ‘cenazelerin ailelerin haberi olmadan mülki idare amirliğinin defnetmesinin‘ önü açılmış bulunuyor.

Bugüne kadar otopsinin sonuçlanması ve kimlik tespiti yapılmasının ardından cenazenin ailesi veya yakınlarına 15 gün içinde verilmesi görevi belediyeye aitken yönetmeliğe ‘belediyeye veya mülki idare amirliğine teslim edilir’ ibaresi eklendi ve aynı bölüme şu cümle de dahil edildi: “Kimliği tespit edilmiş olmasına rağmen ailesi veya yakınları tarafından üç gün içinde teslim alınmayan cesetler de belediyeye veya mülki idare amirliğine gömülmek üzere teslim edilir.”

Böylece sokağa çıkma yasakları nedeniyle ailelerin defnedemediği cenazeleri üç gün sonra ailelerin haberi olmadan mülki idare amirliğinin defnetmesinin önü açıldı. Cenazelerin defnedilebilmesi adına Özgürlükçü Hukukçular Derneği tarafından sokağa çıkma yasaklarının iptali için Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru ise reddedildi. Dernek tarafından bu kez gömülme hakkı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yapıldı.

Sağlık ve eğitim çalışanları işte bu ortamda görev yapıyorlar. Hastanelere, sağlık kuruluşlarına, görev yapacakları yerlere ulaşamıyor, ulaşabilenler ise akşam evlerine dönemiyor. Çalıştıkları hastanelere bombalar, roketler, mermiler isabet ediyor. Sağlık çalışanları görevleri başında itilip kakılıyor, baskıya, şiddete maruz kalıyor, yaşamlarını yitiriyorlar. Dr. Abdullah Biroğul, hemşire Eyüp Ergen ve ambulans şoförü Şeyhmus Dursun’un ardından bu kez Cizre Devlet Hastanesi çalışanı Abdülaziz Yural da bir yaralıya müdahale etmeye çalışırken sokak ortasında katledildi. Hemşire Aziz Yural’ın naaşı yakınları tarafından Şırnak Devlet Hastanesi morgundan günler sonra alınabildi. Alınamamış olsaydı o da bugün Taybet İnan gibi ailesinden habersiz apar topar defnedilecek ve nereye gömüldüğü bilinemeyecekti. Eğitim emekçileri hizmet içi eğitim istemiyle merkeze çekiliyor, okullar süresiz tatil ediliyor, bölgede kalan eğitim emekçileri ise “terör yandaşı” suçlamalarına maruz bırakılıyorlar. Bu alenen hükümet eliyle sağlık ve eğitim hizmetlerinin gaspıdır.

Yine DİSK/Genel-İş Sendikasının Tunceli Şube Başkanı Erkan Yılmaz’ın 4 Eylül’de Tunceli Merkez Karakolu önündeki çatışmanın arasında kalarak yaralanan ve daha sonra hayatını kaybeden Ayten Gülhan’ın hastaneye taşınması için yardımda bulunduğu gerekçesiyle“Polise mukavemet”, “Adam öldürmeye teşebbüs ve azmettirme” suçlamalarıyla tutuklama gerçekleştirilebiliyor.

Bölgede yoğun baskı altında ve can güvenliği olmaksızın görev yapan sağlık çalışanlarına destek olmak ve dayanışma duygularını iletmek üzere sağlık emek ve meslek örgütü temsilcileri 2016 yılına Diyarbakır’da bir hastanede girmeyi tercih ettiler. Demokratik, laik bir düzende, eşit, özgür, adil, barış içinde yaşayacağımız, sağlık, eğitim ve belediye hizmetinin herkes için eşit, nitelikli, ücretsiz yani ulaşabilir olduğu, bütün kamu çalışanlarının huzur içinde görev yapabildikleri, sevdikleriyle huzur içinde bir yaşam sürebildikleri bir Türkiye hayaliyle girdiler. Diyarbakır’da başlayan bu barış nöbetine İstanbullu sağlıkçılardan da destek geldi. İstanbul Tabip Odası ve SES İstanbul şubeleri “Yaşam hakkı için beyaz nöbet” kararı aldılar. Saygıyla selamlıyor; destek ve dayanışma duygularımızı iletiyoruz.

Sağlıkçılara zırhlı araç ve ikramiye, halka ise daha kapasiteli bir morg vaat eden ahlaksızlığa karşı sağlıkçılar dün olduğu gibi bugün de etik değerleri, yaşamı ve sağlık hakkını savunmaya devam edecekler.

Çünkü ölülerimizden bile korkan bu çürümüş düzende insan kalmayı başarabilmek başka türlü mümkün değil.

Ülkenin her yanından ağıtlar yükseliyor, kentler, yaşam alanları kuşatılarak çatışma ve katliamlarla, ülke adım adım savaşa sürükleniyor.Gençlerin, yoksulların kanının aktığı, analarımızın gözyaşının kurumadığı, halklarımızı geri dönülmez biçimde kaosa sürükleyen bu gelişmelere seyirci kalınamaz!

Bizler, işçiler, kamu emekçileri, tabipler, mimarlar, mühendisler olarak bir kez daha, siyasi iktidarın ülkemizi sürüklediği “karanlığa” dikkat çekmek için buradayız. Ülkemize ve halklarımıza karşı duyduğumuz sorumluluk gereği, içinde yaşadığımız büyük “tehlike” konusunda tüm sorumluları uyarmak ve sorumluluklarını hatırlatmak üzere buradayız.

Özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra, iktidarını korumak, yeni baskıcı/otoriter bir sistem kurmak için savaş ve çatışmalardan medet uman siyasi iktidar içeride ve dışarıda savaş konseptini tırmandırarak yükseltmeye başladı. Buna istinaden de Türkiye’de barış düşmanları, savaşa tapanlar birleşmiş durumdalar.

Şunu çok iyi biliyor ve bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz ki; Türkiye’de savaş karşıtları da birleşmediği, savaşa, çatışmalara, katliamlara, çocuk, kadın, genç ölümlerine, okul, hastane, yurt ve ilçe boşaltmalarına, bir halkın kendi ülkesinde sığınmacı yapılmasına karşı çıkmadıkça barış olmayacaktır!

Bugün bu nedenle buradayız! “Savaş, ölüm, acı, gözyaşı ve yıkımdır!” demek için,“İnadına barış!”demek için buradayız.

Saray’dan alınan icazetle, namluların çocuk, genç, yaşlı, kadınlara çevrilmeye devam etmemesi için buradayız ve tüm gücümüzle barışı haykırmaya devam edeceğiz!

DİSK Ankara Bölge Temsilciliği

KESK Ankara Şubeler Platformu

TMMOB İl Koordinasyon Kurulu

 Ankara Tabip Odası

ankara

ITUC ETUC