Image Map

ULUSAL İSG HAFTASI: FARKINDA MISINIZ? İŞ CİNAYETLERİ ARTARAK DEVAM EDİYOR

Ulusal İşçi Sağlığı ve Güvenliği Haftası nedeniyle DİSK Yönetim Kurulu adına DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun konuya dair açıklaması

Bilindiği üzere 4-10 Mayıs tarihleri, ülkemizde 1987’den beri “İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası” olarak kabul edilmekte ve bu kapsamda çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir.

Bu yıl 8’incisi düzenlenen Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı 8-11 Mayıs 2016 tarihleri arasında bu kapsamda İstanbul’da gerçekleştiriliyor.

Temel amacı, sağlık ve güvenlik kültürünün toplumda ve çalışanlarda geliştirilmesini hedefleyen bu çalışmaların etkisinin yeterli olduğunu söyleyebilmek ne yazık ki mümkün görünmemektedir.

Ülkemizde yaşanan çatışmaların yarattığı ölümler ve yıkımlar toplumsal yaşamda onulmaz bir travma yaratmaktadır. Barışa dair umut çığlıklarının acımasızca bastırıldığı, savaş çığırtkanlığının hakim düşünce haline getirilmeye çalışıldığı bir dönemde ülkenin üretken emeği, taşeron ve güvencesiz birikim koşullarına kurban edilmektedir. Çatışma ortamının olduğu her yerde çalışma yaşamında örgütsüzlük, sömürü yoğunluğu ve hukuksuzluk kural haline gelebilmektedir.

İnşaatlardan madenlere, metalden enerji sektörüne, taşımacılıktan tarım işçilerinin dramına kadar, çalışanların karşı karşıya kaldıkları tehlike ve riskler ve bunların sonucu ortaya çıkan ölümlü iş kazaları ve kalıcı  iş göremezlikler devasa boyutlara ulaşmış durumdadır.

Sermaye açısından işçi sağlığı ve güvenliğinin ekonomi-politiğinin temel prensibi, rekabet ve birikime engel olmamasıdır. Ama aynı zamanda, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanının kendisinin, rekabet ve birikimin sağlanabileceği piyasa ilişkileri içinde yer almasıdır.

13 Mayıs 2014 Soma’da meydana gelen maden faciası, yüzyılın katliamı olarak kayıtlara geçerken, aynı zamanda ülkemizde sermaye birikim rejiminin acımasız yüzünü de bizlere göstermiş oldu. Taşeronlaşma ve güvencesiz çalışma ilişkileri devlet ve sermaye işbirliğiyle temel birikim politikası olmuştur. İşverenlerin küresel kapitalist sistemde rekabet edebilmeleri ve birikim sağlayabilmeleri açısından ucuz işgücü ve düşük  işletme maliyetleri temel önemdedir.

Ülkemiz açısından duruma bakıldığında, ILO ve AB’nin çeşitli sözleşmeleri ve direktifleri kabul edilip mevzuat değişikliklerine ve kurumsal değişikliklere gidilmesine rağmen, ölümlü iş kazaları, kalıcı iş göremezlikler ve meslek hastalıkları tablosu daha da kötüleşmektedir.

2004-2012 dönemine bakıldığında, yani 155 ve 161 sayılı ILO sözleşmeleri mecliste kabul edilmesinden 6331 sayılı yasanın çıkışına kadar, her yıl ortalama 1316 çalışan yaşamını yitirmiştir.

2004-2014 yılları arası ise, yani 6331 sayılı yasanın kabulünden 2 yıl sonra  bu ortalama yıllık 1377 sayısına ulaşmıştır.

2015 yılında 1730 işçi yaşamını yitirmiş durumdadır.

2016 yılının ilk dört ayında iş cinayetleri sonucu en az 586  işçi  iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiş durumdadır. (İstanbul İSİG Meclisi verileri)

Yine İSİG Meclisinin verilerine bakarsak, tarım sektöründeki iş cinayetleri her yıl yüksek oranlı bir artış göstermiş durumdadır.

2013 yılında en az 198 tarım emekçisi,

2014 yılında en az 309 tarım emekçisi,

2015 yılında ise en az 405 tarım emekçisi,

Yani üç yılda iş cinayetlerinde en az 912 tarım emekçisi yaşamını yitirmiştir.

Meclis gündeminde olan Özel İstihdam Büroları Aracılığıyla Geçici İş İlişkisi Kurulması (Kiralık İşçilik) yasa tasarısı, bir yandan formel sektörleri esnekleştirmeyi hedef alırken,  diğer yandan neredeyse tamamı yoksulluğun koşulladığı kayıtdışı çalışan tarım işçiliğini kayıt altına alma gerekçesine de dayandırılmıştır.

Ancak yıllardır dayıbaşılık sistemi içinde barınma, eğitim, ulaşım, sağlık,  düşük ücret ve uzun çalışma saatleriyle çalıştırılan tarım işçileri, özel istihdam bürolarında kayıtlı hale getirildiğinde yaşadıkları bütün bu ağır koşulların iyileştirilmesine dönük herhangi bir düzenlemeden yine yoksun kalacaklar ve yağmurdan kaçarken doluya tutulacaklardır.

İŞKUR’un çalışma alanları daraltılarak, (neredeyse aktif işgücü piyasaları ve toplum yararına çalışma programları yürütmeyle sınırlandırılarak) göçmen ve tarım işçiliğinde temel fonksiyonlarını yerine getirmesi siyaseten engellenmektedir.

Savaşın yarattığı göçmen işçiliğinde ortaya çıkan tablonun korkunçluğu kabul edilecek gibi değildir. İstihdam, çalışma koşulları, ücretler, sosyal güvenlik, barınma ve örgütlenme konularında yaşadıkları bu ülkenin utanç tablosu haline gelmiştir.

İSİG Meclisi olarak tutulan  verilere bakıldığında,

2013 yılında 22 göçmen işçi,

2014 yılında 53 göçmen işçi,

2015 yılında ise 69 göçmen işçi yaşamını yitirmiş durumdadır.

Görüldüğü üzere artarak devam eden ölümler, çalışma koşullarının en kötü biçimlerine sahip göçmen işçiliğinde kendini açıkça resmetmektedir.

Yani kısacası, savaşın ve yoksulluğun getirdiği koşullarda başka çareleri olmayan göçmen işçiler ve tarım işçileri yine acımasız sömürü ilişkileri içinde kendi kaderlerine terk edilecekler ve güvencesiz çalışma ilişkileri daha da yaygın hale gelecektir.

Ne yapmalı?

Sonuçta; kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı yaratmak için bütünlüklü bir sistem gerekmektedir.   Ancak bu şekilde yukarda oluşturulmuş mekanizmaların işletme düzeyinde etkin olması sağlanabilir.

Sendikal örgütlenmenin önündeki bütün engelleri ortadan kaldıracak güçlü bir mücadele temel hedef olarak konulmalıdır. Tarım ve göçmen işçiliğini de örgütleyecek sendikal yapıların hızla oluşturulması önemlidir.

İŞKUR kamusal bir istihdam kurumudur. İşlevi daraltılmış bir yapılanma yerine, etki alanı geliştirilmiş, kadrolarını genişletilmiş, tarım ve göçmen işçilerin istihdam koşulları başta olmak üzere, işçilerin bütün sosyal haklarının eşit olarak düzenleneceği bir perspektif ile yeniden yapılandırılmalıdır. Kayıtdışılıkla mücadele etkin bir ekonomik ve sosyal politika haline getirilmelidir.

Taşeron ve güvencesiz üretim sisteminin tamamen yasaklanması ve/veya ciddi denetim ve sınırlama getirilmesi için samimi, etkin bir mücadelenin toplumsal yaşamın her alanında verilmesi  artık kaçınılmaz bir hal almıştır.

Sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile birlikte yaşama geçirilmesi olmazsa olmaz bir koşul olmuştur.

ITUC ETUC