Image Map

SALGIN GÜNLERİNDE “ÇARKLAR DÖNSÜN” DİYE YAŞANAN ÖLÜMLERE SON VERİN!

DİSK Yönetim Kurulu’nun “28 Nisan Dünya Çalışma Güvenliği ve Sağlığı Günü” nedeniyle yaptığı açıklama:

Dünyada ve ülkemizde korona salgını son hız yayılmaya devam ederken, çalışanlar açısından zorunlu ve acil işler dışında işlerin durdurulması ve ücretli izin talebi siyasal iktidar ve sermaye tarafından görmezden gelinmekte, acımasız “çarklar dönmek zorundadır” yaklaşımıyla işçiler salgına karşı korumasız bırakılmaktadır. Var olan birikim rejiminin yarattığı iş cinayetlerine, şimdi salgın saldırısı altında çalışmaya zorlanan milyonlarca işçi dahil edilmeye çalışılmaktadır.

Korona virüsünün yarattığı salgının dünya ölçeğine hızla yayılmasının öncesinde, Uluslararası Çalışma Örgütü “Dünyada İstihdam ve Sosyal Görünüm: Eğilimler 2019 Raporu”nda şu belirlemeleri yapmıştı: “Düşük kaliteli istihdam, küresel işgücü piyasalarının başlıca sorunu olmaya devam ediyor; milyonlarca insan yetersiz çalışma koşullarını kabul etmek zorunda kalıyor.”

Aynı rapor, 2018 yılında dünya genelinde istihdam edilen 3,3 milyar kişinin çoğunluğunun yeterli düzeyde ekonomik güvence, maddi refah ve fırsat eşitliğine sahip olmadığına işaret ederken,  “İşe sahip olmak her zaman insana yakışır yaşam sürmeyi garanti etmiyor” diyordu .

ILO’ya göre bugün dünyada 700 milyon kişi işe sahip oldukları halde aşırı veya orta yoksulluk içinde yaşıyor.  Dünyadaki iş gücünün %61’ini oluşturan 2 milyar kişilik büyük bir kitle kayıtdışı çalıştırılıyor. Dolayısıyla yapılan işlerde  yoksulluk, düşük kazanç, tehlikeli çalışma koşulları ve sağlık sigortası yokluğu gibi büyük riskler hala devam ediyor.

Dünya ölçeğinde çalışanlar, güvencesiz, esnek çalışmanın ve  kayıtdışılığın belirgin olduğu, işçi sağlığı ve  iş güvenliği uygulamaları açısından oldukça yetersiz koşullarda salgın ile karşı karşıya kalmışlardır.

Her yıl dünyada 250 ila 270 milyon iş kazası yaşanmakta, yine 160 milyon civarında meslek hastalığı vakası görülmekte ve yine bunlara bağlı olarak 2 milyon civarında insan hayatını kaybetmektedir. Ne acıdır ki, her yıl en az 22 bin civarında çocuk işçi yaşamını kaybetmekte ve bu olumsuzlukların iyileştirilmesi konusunda ciddi adımların atılmaması derin bir kaygı yaratmaktadır.

Dünya ölçeğinde böyle ürkütücü bir tablonun yaşanırken, çalışmak zorunda kalan yaklaşık 3.3 milyar insan, doğrudan salgının hedefi ve taşıyıcısı olmaktadır.

Korona salgını ülkemizi işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında  sicilinin bozuk olduğu bir dönemde yakalamıştır

2005-2012 yılları arasında yasa ve alt mevzuat tartışmaları bu alana damgasını vururken, 2012 Haziranında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği yasası tarafların ortak kabulü olmadan kabul edilerek kademeli olarak uygulanmaya başlamıştır.

Ülkemiz açısından duruma bakıldığında, mevzuat ve kurumsal değişikliklere rağmen, ölümlü iş kazaları, kalıcı iş göremezlikler, meslek hastalıkları tablosu daha da kötüleşmiş durumdadır.

2004-2012 dönemine bakıldığında, yani 155 ve 161 sayılı ILO sözleşmelerinin mecliste kabul edilmesinden 6331 sayılı yasanın çıkışına kadar, her yıl ortalama 1316 çalışan yaşamını yitirmiştir.

2004-2014 yılları arası ise, yani 6331 sayılı yasanın kabulünden 2 yıl sonra bu ortalama yıllık 1377 can kaybına ulaşmıştır.

İstanbul İSİG Meclisi verilerine göre;

2016 yılında en az  1970 işçi yaşamını yitirmiş durumdadır.

2017 ‘de en az 2006,2018’de en az 1923 , 2019’da ise en az 1736 işçi iş cinayetlerine kurban gitmiştir.

Tablo açıktır: Covid-19 salgınına işçiler, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki yetersizlikle malul bir durumda  yakalanmışlardır.

Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi çökmüş olduğunu nicedir söylüyoruz.  Yapılan bütün düzenlemeler bu çökmüş sistem üzerine yapılmakta ve/fakat ortaya çıkan sonuçlar giderek çok daha kötü olmaktadır. Covid-19 salgını işte böyle bir dönemde çalışanların üstüne bir kabus gibi çökmüş durumdadır.

Salgının kabul edilmesiyle birlikte, sermayenin korunduğu “önlemler paketi” açıklanırken, işçinin payına “çarklar dönecek” , yani “siz üretmeye devam edeceksiniz” politikası düştü.

Bunun yanı sıra, önlemler alınmadan önce hızla işten çıkarmalara başlanıldı. Sendikal örgütlenmenin olmadığı, güvencesiz çalışmanın yaygın olduğu  turizm , inşaat, tekstil, gıda vb. gibi sektörlerde işten çıkarmalar çok hızla yaşandı. Yıllık ücretli izinleri kullandırılması hızla yaşama geçirildi.

İşsizliği açık bir tehdit olarak utanmazca kullanan işverenler, üretim baskısını artırmış, virüs salgınını zaten yetersiz olan önlemlerle karşılamakta bir beis görmemiştir. Çaresiz kalan işçiler ya işsizlik ya da hastalık ikileminde kendi kişisel korunma önlemlerini almaya çalışarak, yetersiz korunma altında üretmeye devam etmişlerdir.

Zorunlu çalışmanın getirdiği işyerlerinde yetersiz önlemler, yemekhanelerde ve servislerde fiziki mesafenin korunamaması, kişisel koruyucu donanımın yokluğu ya da yetersizliği, hijyenden yoksunluk öne çıkan en temel olumsuzluklar olmuştur.

Diğer yandan, salgınla birlikte  gıda, sağlık, kargo, market gibi zorunlu çalışmanın yapıldığı işyerlerinde çalışan emekçilerin çalışma ortam ve koşulları giderek kötülemiştir.

İstanbul İSİG Meclisi, Nisan 2020 tarihli raporunda “11 Mart-10 Nisan tarihleri arasında en az 159 işyerinden 855 işçinin testlerinin pozitif çıktığını” tespit etmiştir. Yine aynı raporda “salgının ilk bir ayında Türkiye’de Covid-19 nedenli en az 52 iş cinayeti yaşandığı” belirtilmiştir.

Ayrıca, DİSK-AR tarafından hazırlanan ve  27 Nisan 2020 tarihinde yayınlanan “COVİD-19 DİSK Raporu” incelendiğinde salgının işçi sınıfı arasında daha yaygın olduğu görülmektedir.  Türkiye’deki toplam Covid-19 pozitif vaka sayısının Türkiye nüfusuna oranı binde 1,3, vaka sayısının 15 ve üzeri yaştaki Türkiye nüfusuna oranı binde 1,6 iken DİSK üyesi işçiler arasındaki vaka sayısının araştırma kapsamındaki DİSK üyesi işçilere oranı binde 4,1 olarak belirlenmiştir. Araştırma bulguları DİSK üyesi işçiler arasında Covid-19 pozitif vaka oranının, Türkiye vaka oranının 3,2 katı olduğunu göstermektedir.

SONUÇ OLARAK;

Bütün bu gerçekler ışında DİSK olarak zorunlu ve acil işler dışında kalan sektörler ve işyerleri için, işçilerin üretkenliği ve geleceğini korumak açısından ücretli izin uygulamasının yaşama geçirilmesini bir kez daha buradan talep ediyoruz. Ama görünen odur ki, iktidar “çarklar dönecek” politikasıyla sermayenin dediklerini harfiyen yerine getirecektir. İnsan onuruna yaraşır iş için adım atmayan iktidar, sermayeye her türlü korumayı sağlamaktadır.

Bu bağlamda , başta zorunlu ve acil üretim yapan işyerleri olmak üzere çalışma yürütülen işyerlerinde 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu eksiksiz uygulanmalıdır. Bu kanuna bağlı olarak çıkarılmış ve salgınla doğrudan ilgili yönetmelikler hızla  yaşam geçirilmelidir.

Özellikle  6331 sayılı yasanın aşağıda sıralanan maddeleri tam anlamıyla yaşama geçirilmek durumundadır.

MADDE 4-İşverenin genel yükümlülüğü

MADDE 5-Risklerden korunma ilkeleri

MADDE 10-Risk değerlendirmesi, kontrol, ölçüm ve araştırma

MADDE 13-Çalışmaktan kaçınma hakkı

MADDE 16 -Çalışanların bilgilendirilmesi

MADDE 18-Çalışanların görüşlerinin alınması ve katılımlarının sağlanması

MADDE 20-Çalışan temsilcisi

MADDE 22-İş sağlığı ve güvenliği kurulu

MADDE 25-İşin durdurulması

Yine bu Covid-19 pandemisi açısından “Biyolojik Etkenlere Maruziyet Risklerinin Önlenmesi Hakkında Yönetmelik” öncelikli olarak ele alınıp hayata geçirilmelidir.

Bu bağlamda,  yönetmeliğin 5.1.c maddesinin  “insanda ağır hastalıklara neden olan, çalışanlar için ciddi tehlike oluşturan, topluma yayılma riski bulunabilen ancak genellikle etkili korunma veya tedavi imkanı olan biyolojik etkenler” belirlemesi göz önüne alınarak COVİD-19, risk düzeyi “Grup 3” sınıfı olarak kabul edilmelidir. Alınacak önlemler bu çerçeve içine yaşama geçirilmelidir.

Öncelikle tüm işyerleri için özellikle COVID-19 kapsamlı risk değerlendirmesinin yapılması ve ayrıca salgına ilişkin “Acil Eylem Planı” hazırlanması gerekmektedir. Başta yönetmeliğin işaret ettiği; gıda üretilen fabrikalarda, tarımda, hayvanlarla ve/veya hayvan kaynaklı ürünlerle, sağlık hizmetlerinin verildiği yerlerde, karantina dahil morglarda, mikrobiyolojik teşhis laboratuarları dışındaki klinik, veterinerlik ve teşhis laboratuarlarında, atıkları yok eden fabrikalarda, kanalizasyon ve arıtma tesislerindeki çalışma yapılan yerlerde sıkı önlemler üzerinde durulmalıdır.

Diğer yandan, tüm işyerleri açısından da işyerinin özellikleri ve çalışanların ilişkileri dikkate alınarak hijyen ve kişisel korunma önlemleri saptanmalıdır. Bütün bu süreçlerde çalışanların görüşlerinin alınması ve çalışmalara etkin katılımlarının sağlanması önemlidir.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği açısından işveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür (6331/4.1) Bu yönde gerekli önlemler alınmaz ise, ciddi ve yakın bir tehlike olması sebebiyle, işçiler açısından çalışmaktan kaçınma hakkının bulunacağı (6331/13.1- 13.3) yasada açıkça belirlenmiştir. Virüsün çalışanlar için hayati tehlike yaratması sebebiyle işyerlerinde bütünüyle işin durdurulması (6331/25.1) olasılığı da göz önünde kesinlikle bulundurulmalıdır.

Devlet, denetim ve yaptırımı da dahil olmak üzere, ilgili meslek oda ve birliklerini sürecin içine etkin katarak ilgili mevzuatın uygulanmasını sağlamakla yükümlü bulunmaktadır.

COVİD-19 salgını bize göstermiştir ki, virüsle mücadele için bütünlüklü kamusal  bir  işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi gerekmektedir.  Bu açıdan sendikal örgütlenmenin önündeki bütün engellerin ortadan kaldırılması ve işyerlerinde sendikal müdahalenin etkin olarak yaşama geçirilmesi olmazsa olmaz bir koşuldur.

Orta vadede, sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile birlikte yaşama geçirilmesi ve böylesi salgın dönemlerinde bütünlüklü müdahale araçlarının geliştirilmesi gerekmektedir.

Her  28 Nisan günü söylediğimiz gibi ;

“Bu günün anlam ve önemine uygun olarak yas günü olarak anılması önemlidir. Ölenlerin anısına saygı gösterilmesi temel önemdeyse, bu sermaye birikim rejiminin değiştirilmesi kaçınılmaz olarak gereklidir”.

ITUC ETUC