II. Uluslararası XI. Ulusal İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kongresi başladı
TMMOB Makina Mühendisleri Odası‘nın Adana Şubesi yürütücülüğünde düzenlediği II. Uluslararası XI. Ulusal İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kongresi başladı. 25-28 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen Kongre’ye katılan DİSK Yönetim Kurulu üyesi Seyit Aslan’ın “Cumhuriyetin 100. yılında İSİG” başlıklı oturumda yaptığı konuşma
Demokraside, insan haklarında, adalette, kadın erkek eşitliğinde, basın özgürlüğünde, sosyal güvenlikte, Kürt sorununda ve daha birçok alanda ne kadar ilerlediysek, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği alanında da o kadar ilerledik. Yani işçi sınıfı açısından, Cumhuriyetin 100. Yılında sömürü, ölüm ve kandan öte giden bir şey yok.
Madenlerde, inşaatlarda, atölyelerde, fabrikalarda, üretim alanlarında kâr ve kan üzerine kurulmuş bir sermaye düzeni var ve bu 100 yıldır devam ediyor.
Yakın tarihimize baktığımızda bunu çok net görürüz. Soma, Ermenek, Kastamonu Küre, Balıkesir Odaköy, Bursa Mustafakemalpaşa, Zonguldak Kilimli, Kozlu, Torunlar, Marmara Park, Büyük Coşkunlar Havai Fişek, Siirt-Şirvan, Şırnak, Büyük İnşaat Şantiyeleri İstanbul Havalimanı, Zeytinburnu Havai Fişek Fabrikası, Bartın-Amasra ve onlarca katliamı yaşadık bu ülkede.
İş cinayetlerinin temelinde aşırı kâr, hadi hadi düzeni, serbest piyasa, denetimsizlik, rekabetçi tutum vb. birçok neden sayabiliriz. Türkiye sermayesi bu kadar muazzam kârlar elde ediyorsa, nedeni işçilerin ölümüne çalıştırılmasıdır. En basit bir işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmamasıdır. Ve bu süreç AKP dönemiyle daha vahşi bir hal almıştır.
Şimdi Türkiye işçi sınıfının bir parçası olan göçmen-mülteciler aynı sorunları daha katmerli yaşıyor. Kayıtlı çalışan- güvenceli çalışan göçmen işçi sayısı yok denecek kadar azdır. Fabrikada, atölyede iş cinayeti sonucu ölen göçmenlerin cesetleri çöplükte bulundu. Düşünebiliyor musunuz işçi ölüyor ve cesedi çöpe atılıyor.
AKP DÖNEMİNDE İSİG ALANINDAKİ MEVCUT DURUM
AKP döneminde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre en az 30 bin işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Uzuvlarını kaybeden engelli hale gelen işçi sayısı ne yazık ki belli bile değil. Meslek hastalıklarına dair veri tutulmuyor.
İş kazalarında, işçi ölümlerinde AB ülkeleri arasında birinci, dünyada üçüncü sırada olduğumuzu hatırlatmak isterim. AKP ne meslek hastalıklarını azaltmayı, ne de iş cinayetlerini önleme konusunda adım atmadı. SOMA katliamında dönemin başbakanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan “ölüm madencinin fıtratında var” diyerek işçi ölümlerini kadere bağladı. Erdoğan’ın danışmanı Yusuf Yerkel madenci yakınını tekmeledi, üstelik ayağı morardığı için rapor alarak madenci yakınına dava açtı. İşte böyle bir düzen var ve yerli yerinde duruyor.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında iki temel sorun çözülmedikçe, iş cinayetlerinde ve meslek hastalıklarında kapsamlı iyileştirme gerçekleştirmek mümkün değil.
Neydi bu iki temel sorun?
İlki, çökmüş bir İSİG sistemin varlığı, yasallaştırılmış İSİG yasası…
6331 sayılı yasanın kendisi, İSİG alanını piyasaya açan, adeta ciğeri kediye teslim eden bir yasadır. Denetim süreci, önlem alma süreci bütünüyle sorumludur. Bağımsız bir denetim mekanizması yoktur. İşyerinden ücret alan İSİG uzmanının elleri kolları bağlıdır. Ücretini patrondan almaktadır, orda devlet yoktur, denetim mekanizması yoktur. Olsa da kağıt üstünde bir denetim mekanizması vardır.
Salgın süreci işçilerin hangi çalışma koşullarıyla karşı karşıya olduğunu ve sermayenin kâr hırsını bir kez daha tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardı. Evde kal çağrıları işçiler için geçerli değildi, tüm sanayi kuruluşları gece demeden, gündüz demeden çalıştı. Herkes evdeyken, işçilere ölümüne üretim yaptırıldı. Tedarik zincirleri devam etti, kuryeler ölümüne çalıştı. Dardanel işletmesinde 1000 işçi tümden yurtlara kapatılarak vahşice çalıştırıldı ve il hıfzıssıhha ortak karar alarak bu rezaletin altına imza attı. Bandırmada bir işletmede Kovid-19 tanısı konan bir kadın işçi civcivler ölmesin diye zorla çalıştırıldı. Bunun gibi daha onlarca örnek sayılabilir. Sağlık emekçileri açısında durum farklı olmadı, onlar da salgın sürecinde adeta durmadan, dinlenmeden, personel yetmezliği ve kadro sorunu nedeniyle gece-gündüz çalışmak zorunda kaldılar, onlarca sağlık çalışanı salgın nedeniyle hayatını kaybetti.
İkincisi, sermaye birikim süreci, vahşi sömürü biçimleri….
24 Ocak kararlarıyla birlikte yaşanan süreç, 12 Eylül askeri darbesi, Özal dönemi ve daha sonraki süreçlerde, neoliberal politikaların her alanda hayata geçirilmesi sömürü mekanizmalarını katmerleştirdi. İşçi sınıfı, özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, güvencesizleştirme gibi birçok saldırıyla karşı karşıya kaldı. Sendikaların zayıflığı, yaptırım gücünün giderek azalması, sendikal bürokrasinin varlığı da eklenince; sermayenin işlediği her iş cinayeti yanına kâr kaldı. Kan parası ödeyerek işledikleri cinayetlerden ödül gibi cezalar aldılar patronlar. Geciken adalet, işlemeyen yargı süreçleri, bütün bu iş cinayetlerinin işlenmesindeki önemli faktörler oldu. 2022 yılında karlarını açıklayan şirketlere baktığımızda, %150’den, %1500’lere kadar varan kârlar elde edildi. Bu da bize şunu gösterdi: İşçiler üzerindeki baskı ve sömürü arttıkça, patronlar daha çok kâr yaptıkça, işçiler daha fazla ölüyor.
KOÇ, SABANCI, ÜLKER, BEŞLİ ÇETE ve daha birçokları işçinin kanı, canı ve alın teri üzerinden bu milyarlarca dolar birikime sahip oldular ve olmaya devam ediyorlar.
SONUÇ OLARAK NE YAPMALIYIZ VE NASIL BİR MÜCADELE
- Yürürlükteki 6331 Sayılı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası yeniden ele alınmalı, sermayeyi değil, işçileri koruyan bir yasa olarak çıkarılmalı ve yasallaştırılmalıdır.
- İSİG denetim mekanizmaları kamu eliyle yapılmalı, denetçi ve müfettiş sayısı denetimleri engelsiz yapılabilecek sayıya çıkarılmalı, tüm emek örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri ve yerel yönetimler denetim mekanizmasının asli unsurları olarak yasal güvenceye kavuşturulmalı, çoklu bir denetim mekanizması oluşturulmalı.
- Yaşanan iş cinayetleri cezasızlıkla kalmamalı, yargılama süreçli hızlandırılmalı, işletmeler ticari faaliyetten men edilmeli.
- Tüm işyerlerinde işçilerin denetiminde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği kurulları oluşturulmalı yasayla güvence altına alınmalı, tüm yetki işçilerin eline verilerek süreç işletilmeli.
- İşten atmalar yasaklanmalı, işten atan işletmeler ağır cezalara çarptırılmalı.
- Sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki anti demokratik uygulamalar son bulmalı, işyeri barajı, işletme barajı, işkolu barajı dahil, örgütlenmenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
- Taşeron ve güvencesiz çalışma, kayıt dışı çalışma, alt işverenlik dahil tüm çalışma biçimleri yasaklanmalıdır.
- Sağlık , güvenlik ve çevreyle ilgili kararlar sendikalar, meslek odaları, birlikler ve üniversitelerin onayıyla hayata geçirilmelidir.
Bütün bu talepler etrafında ortaya çıkan sonuç şunu gösterdi: İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanı artık bir mücadele alanıdır. İnsanca çalışmak, insanca yaşamak için örgütlenme ve mücadele etme alandır. Bu sistemde işçilerin ve emekçilerin ölümden, sömürüden ve baskıdan kurtulma şansları yok. Ancak işçi sınıfı kendi iktidarını kurarsa bu yaşananlara son verebilir…
Artık ölmek istemiyoruz.
Kâr ve kan düzeni son bulsun istiyoruz.
Dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.