Image Map

DİSK-AR: Ne ekonomi iş yaratıyor ne de eğitim ekonomiyi destekliyor!

Avrupa Birliği ülkeleri 1997 yılında oluşturdukları Avrupa İstihdam Stratejisi (Lizbon Bildirgesi) ile istihdam oranlarını 2010 yılına kadar %70’e çıkarma hedefini önlerine koydular. Avrupa Birliğine üye 27 ülkenin istihdam oranı şimdiden %65. Ancak Türkiye bu hedeften oldukça uzakta ve 15 yaş üstü çalışabilir nüfusun yarısından fazlası işgücü dışında. Türkiye’de her 100 kişiden sadece 46’sı istihdam ediliyor. Aynı göstergeyi nitelikli işgücü sayılabilecek üniversite mezunlarına göre incelediğimizde de aynı sonuç çıkmaktadır. Türkiye’de üniversite mezunu çalışabilir nüfusun %29’u ekonominin dışındayken, AB ülkelerinde bu oran %16.

 

 

 

 

Kültürel ve sosyal nedenleri bir tarafa bırakıp sadece işgücü talebi ve arzı açısından soruna bakarsak, bu durumun muhtemel iki nedeni olabilir:

1.       Ekonominin, nüfus artışı ve göç gibi nedenlerle artan işgücü talebini emme kapasitesi bulunmamaktadır.

2.       Türkiye’deki 15-65 yaş arası çalışma çağında bulunan nüfus istihdam edilebilir vasıflara sahip değildir.

 

Bu nedenlerden birincisine yönelmek doğrudan Türkiye’de bugüne kadar uygulanan ekonomik politikaların eleştirisini gerektirdiği gibi sermaye sahibi kesimlerinde çalışma biçimlerini sorgulamaya tutacaktır. Herhalde bu nedenle olsa gerek, istihdam ve işsizlik sorunlarının ele alındığı her toplantıda eğitim tek çıkış yolu olarak gösterilmekte ve birinci nedenden böylelikle uzak durulmaktadır. Ancak Türkiye’deki eğitim ve istihdam göstergelerine bakıldığında dahi bu soru ve sorgulamalardan kaçmak mümkün olmamaktadır.

 

Eğitim ve İstihdam

Kuşkusuz eğitimin üretim için rolü küçümsenemez. Bugün istihdam sorunu açısından, ülkelerin kendilerine sormaları gereken birinci soru artık ne kadar sınai kaynağa sahip oldukları değil, işgücünün ne kadar eğitimli olduğudur. Bu yaklaşım Lizbon Bildirgesinde de içerilmiştir. Bu bildirgenin en temel amacı: dünya çapında, bilgi ekonomileri içindeki rekabette Avrupa’nın etkinliğini arttırmak. Bildirgeye göre, tüm Avrupa’nın 2010’a kadar, rekabetçi politikanın gereklerinin yerine getirmesi gerekiyor ve eğitim de bunun önemli bir bileşeni.

 

 

Eğitim ve istihdam edilme oranları arasında olması beklenen ilişki bu politikanın benimsenmesinin nedenlerinden bir tanesi. Ki AB ülkelerinde göstergeler de eğitim düzeyi ilerledikçe işsizliğin azaldığını gösteriyor. Örneğin, AB ülkelerinde ilköğretim seviyesindekiler arasında işsizlik oranı %12 civarındayken, üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranı belirgin bir düşüşle %4,6’ya inmektedir. Oysa Türkiye’deki eğitim ile çalışma yaşamı arasında bir kopukluk sözkonusu. Eğitim düzeyinin yüksek olması ne işin niteliğini ne de işsizliği belirliyor. AB ülkelerinde eğitim ile işsiz sayısı arasında ters yönlü bir ilişki gözlemlenebilirken, Türkiye’de böyle bir ilişki yok. Avrupa’da eğitim artarken işsizlik azalıyor. Bu süreç, Türkiye’de aynı biçimde ilerlemiyor. Türkiye’de ortaokul ve ilköğretim mezunlarının %13’ü işsiz, üniversite mezunu olmak da durumu değiştirmiyor. Türkiye’de lise mezunlarının %13’ü Yüksek okul mezunlarının %10’u işsiz.

 

Bu kopukluğun yine iki nedeni olabilir:

1.       Üretim düşük katma değerli, emek yoğun işlerde yoğunlaştığı için nitelikli emek ihtiyacı artmamaktadır.

2.       Üniversiteler de dahil olmak üzere eğitim ülke ihtiyaçlarına göre şekillendirilmemektedir.

 

Sonuç olarak, sadece eğitimdeki gelişmelerin Türkiye’deki istihdam ve işsizlik sorunlarını çözeceğini iddia etmek sorunu hiç anlamamak anlamına gelmektedir. İşgücünün eğitimi işsizlik sorununu çözemez ancak çalışabilir nüfusu istihdam edilebilir duruma getirebilir. TİSK ve TÜSİAD gibi işveren kuruluşları emek gücünün nitelikli olmasını, insanların kendilerine nitelik katmalarını yani kendilerini imal etmelerini istiyorlar. Fakat bugünkü ekonominin emek yoğun sektörlerde kaldığı sürece varolan işgücü kapasitesini istihdam edemediği de bir gerçek. Ancak işverenler yine de ellerinin altında her an kullanabilecekleri geniş bir eğitimli işgücü bulundurmak istemektedirler. Bir başka deyişle, sermaye emeği “musluktan akan su gibi” istenildiği zaman akacak, istenildiği zaman kapatılacak bir şekilde algılamakta ve bu algılamaya uygun politikaları/düzenlemeleri hayata geçirmektedir.

 

ITUC ETUC