ELEŞTİRİYE EVET, İFTİRAYA HAYIR!
Sayın Hasan Celal Güzel
Radikal Gazetesi yazarı
ELEŞTİRİYE EVET, İFTİRAYA HAYIR!
DİSK hakkında bugüne kadar çeşitli eleştiri, iftira ve karalamalar yapılmıştır. Yaşadığımız ve yaptığımız her şey ortada olduğu, demokratik ve şeffaflık ilkesiyle hareket edildiği için de herbirine yanıtlar tek tek verilmiştir. Bu karalama kampanyalarında kullanılan iftiralarda bırakın “belge” sunmayı, DİSK’i töhmet altında bırakacak bir delil dahi ileri sürülememiştir. Ve bunların hepsi kayıtlarımızda (12 Eylül’lü günlerde, adaletin mülkün temeli sayıldığı bu ülkede konfederasyonumuzun malvarlıklarının yanısıra bütün dökümanlarına da el konulmasına karşın) mevcuttur.
Türkiye’de demokrasi ve sendikal mücadaleler tarihinde DİSK, “objektif bakma” yeteneğine sahip gözlerin gerçekleri rahatlıkla görebileceği bir yere sahiptir. DİSK’in farklı ideolojik temellerden eleştirilmesini makul karşılarız fakat asla iftira atılmasına izin vermeyiz.
Sayın Güzel,
2 Mayıs 2008 Radikal gazetesindeki “Bayram böyle mi olur?” başlıklı yazınız “eleştiri” sınırlarını aşan; ispat edemeyeceğiniz iftira, ima ve haksızlıklarla yüklü ve uzun yıllar Başbakanlık Müsteşarlığı yapmaktan kaynaklı “resmi ağızla” kaleme alındığı daha yazının başında anlaşılan bir içeriğe sahiptir.
Baştan sona objektif bakış açısından yoksun yazınızdaki mesnetsiz iddiaları, sırasıyla yanıtlamaya çalışalım.
Yazınızın girişinde sosyalistlerin, “proletaryanın temeli olarak gördükleri ‘işçi sınıfı’nı ‘marksist devrim’ için ayaklanmaya” çağırdıklarını, “Emek ile Sermaye’nin çatışmasına dayanan marksist ideoloji”nin “1 Mayıs’a da bu açıdan bakmaktan” vazgeçmediğini ve işçileri, kendi iktidarları için istismar ettiklerini söylüyorsunuz.
Sizin “ideolojik eğilimlerinizin” ne olduğunu bildiğimiz ve bu düşüncelerinizin propagandasını yapma hakkınıza saygı duyduğumuz için buraya kadar söyleyebilecek bir lafımız yoktur; ancak, yazının devamında “Sosyalist işçi sendikası DİSK’in bu istikametteki çabaları da boşunadır” deme gafletiniz karşısında bir iki söz söylemeden duramayacağız.
Konfederasyonumuz hakkında yalan yanlış bilgi kırıntılarıyla dolu yazınıza bakıldığında, DİSK’in “çabalarını” anlamanızı kolaylaştırmak için madde madde anlatma ihtiyacını hissettirmektedir:
1. DİSK, işçilerin demokratik hak ve özgürlüklerinin mücadelesini veren, Türkiye’de gerçek sendikacılığın ilk örneklerini oluşturan, sınıf ve kitle sendikacılığının ilk ve tek temsilcisidir.
2. Bu özelliğiyle DİSK, yalnızca ve alelade bir sendika değil, işçi sınıfının haklarının korunmasının özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle sıkı sıkıya bağlı olduğuna inanan bir örgüttür.
3. DİSK, devletten ve sermayeden bağımsız olarak aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmiş, örgüt içi demokrasinin sonuna kadar işlediği demokratik bir örgüttür.
4. DİSK, ırk, dil, din, inanç, mezhep, siyasal görüş ve dünya anlayışı farkı gözetmeksizin her işçinin üye olduğu sendikaların konfederasyonudur.
Anlaşılacağı üzere, DİSK sizin söylediğiniz gibi “sadece” sosyalistlerden ibaret değil; birbirlerinden oldukça farklı siyasal düşüncelere sahip işçilerin, dahil oldukları sınıfın hak ve özgürlüklerini kazanma bilinciyle bir araya geldikleri bir örgüttür. Bu nedenle, 1 Mayıs’a “sığ” ve tek taraflı bir düşünceyle yaklaşmadıkları gibi, tek bir “istikamette” de çabalamazlar.
“Soğak Savaş” dönemlerine ait egemen ideolojik anlayışların, geçmişten bugüne bir papağan gibi tekrarlayıp durdukları 1 Mayıs “tabusunu” yıkmalarına birazcık katkı sağlamak açısından şunları da eklememiz faydalı olacaktır.
Temelde, 8 saatlik işgünü mücadelesinden doğan 1 Mayıs, alt ve üst yapıda işçi sınıfının ve emekçilerin iktidarını sağlamak için mücadele eden sosyalist hareket bakımından önem taşımakla birlikte günümüzde 1 Mayıs, başta büyük kapitalist ülkeler olmak üzere dünyada “işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak, 166 ülkede ise resmi tatil yapılarak kutlanmaktadır.
Ülkemizde ise Osmanlı döneminde (hatta işgal altındaki İstanbul’da bile) kutlanmaya başlanmış, uzun yıllar “komünist bayramı” denilerek yasaklı kalmış, 1961 Anayasası’nın sağladığı özgürlük ortamında kimi sendikalar ve siyasi partiler tarafından kapalı salon toplantılarıyla kutlanırken ilk kez 1976 yılında DİSK tarafından Taksim’de yapılan kitlesel bir şölenle kutlanmıştır.
Bugün bütün dünyada ve ülkemizde 1 Mayıs farklı politik düşüncelerdeki işçilerin üye oldukları sendikalar ve siyasi partiler tarafından, kastettiğiniz türden “ideolojik çatışma” için değil, daha ziyade birlik, mücadele ve dayanışma temelinde ele alınarak kutlanmaktadır. DİSK de bir sınıf ve kitle örgütü olarak konuya bu çerçeve yaklaşmaktadır.
Yaşadığımız çağda, bırakın demokratik ülkeleri, 1 Mayıs’ı bir “öcü” olarak gören totaliter rejimlere sahip ülkeler bile neredeyse kalmamıştır. Ülkemiz açısından ise, 120 yıl öncesi dünyada bile (1890’dan beri) yasal bir hak olarak kullanılan bir günü 2008’li yıllarda yasaklar ve tabularla karşılayan böylesi anlayışların hâlâ etkin bir şekilde var olması bir utanç meselesidir.
Sayın Güzel,
Yazınızda “Türkiye’de DİSK’in yönettiği yasa dışı gösteriler, önceki yıllarda da çok acı olaylara sebep olmuştur. 15-16 Haziran Olayları (1970), âdeta bir ayaklanma hareketi gibidir” diyorsunuz.
DİSK kurulduğu 1967 yılından bu yana ne bir yasadışı gösteri düzenlemiş, ne de yönetmiştir. Eğer böyle olsaydı, bu ülkenin bağımsız yargı kurumları tarafından verilmiş bir karar da mutlaka olurdu. Hele hele de bir “ayaklanma” niteliği taşıyorsa, bu yönde verilmiş bir karar kaçınılmaz olurdu. 12 Eylül mahkemelerinde dahi yargılanan DİSK için böyle bir karar olmadığı gibi, yargılandığı bütün davalar beraatle sonuçlanmıştır.
Yani kısacası, yazınızda hem yargıç olup iddialarda bulunmuş, hem hakim olup kararlar vermişsiniz. Oysa bütün bu söyledikleriniz sizin için bir “temenni”, bizim içinse bir “halüsilasyon”
olarak adlandırmaktan başka bir şey değildir.
15-16 Haziran 1970 büyük işçi eylemlerine gelince: 15-16 Haziran, dönemin hükümetinin, o dönemin Türk-İş yönetimiyle elele vererek “DİSK’in canına ot tıkamak” için DİSK’in hayatına kasteden yasa çıkartmak istemesi üzerine; bütün demokratik ülkelerde kabul gören, ILO sözleşmelerinden kaynaklanan genel grev hakkını kullanmaktan, “etkili eylem”den başka bir şey değildir. Nitekim bu yasa değişikliği Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilerek DİSK’in haklılığı kanıtlanmıştır. Kaldı ki DİSK, bu konuda yapılan ceza yargılamalarından da beraat etmiştir.
Sayın Güzel,
1977 1 Mayıs katliamına ilişkin olarak da “1 Mayıs 1977’de Taksim’de yapılan gösteride, 36 kişi hayatını kaybetmiş ve 126 kişi yaralanmıştır. Taksim olaylarında, kontgerilladan, CIA’dan tutunuz da, bir başka marksist gruba kadar çeşitli grup ve kesimler suçlanmış; ancak olayın failleri tam olarak ortaya çıkarılamamıştır” diyorsunuz. Yani elinizden gelse, neredeyse “Bütün bunları da DİSK yaptı” diyeceksiniz.
1950’lerde ABD desteğiyle NATO üyesi ülkelerde “komünizme karşı” kurulan “Gladio” isimli oluşumların, ülkemizde de “Özel Harp Dairesi” adıyla teşkilatlandırılan kontrgerilla örgütü olduğunu yazmayan ve duymayan kalmadı. Ve “Soğuk Savaş” döneminin bitmesinin ardından Avrupa’nın pek çok ülkesinde artık “ihtiyaç” hissedilmediğinden olsa gerek, bu örgütler birer birer açığa çıkarılarak yargılandı. Ancak Türkiye’de, henüz bu “ihtiyaç” giderilmemiş olmalı ki, Susurluk’ta “kazaen” ucundan görünmesine karşın hiçbir zaman açığa çıkarılmadı. Ne kendisi ne de eylemleri.
1 Mayıs 1977’de Taksim’de yapılan kutlamalarda yaşanan olayların ve ölümlerin sorumlularının, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in ve ülkemizde saygın gazeteci-yazarların araştırmalarında da ifade edildiği gibi kontrgerilla tarafından yapıldığı tartışmasız bir gerçektir.
Kontrgerilla ve karanlık eylemleri daima yoğun bir tartışma konusu olmuş ve ülkemizdeki gelişmelerde karanlık bir yer işgal etmiştir. Gazeteci yazar Cüneyt Arcayürek’in yazdığı bir kitapta (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor-7, sayfa 358) Bülent Ecevit, 7 Mayıs 1977 tarihinde Cumhurbaşkanlığı makamına gönderdiği mektubunda, bu konu ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulunuyor:
“Söz konusu örgüt, gerilla ve kontr-gerilla savaşları için ve her türlü yer altı faaliyetleri için planlar yapar ve insan yetiştirir.'(…) ‘Gizlilik içinde çalışır, demokratik hukuk dışındadır.’ (…)
1974’e kadar, gizli olarak, Amerikalılardan mali destek görürdü. Amerikan askeri heyetleriyle bir binada çalışırdı. Amerikan mali desteğinin 1974’te sona erdiği bildirilmiştir. 12 Mart döneminde sözü çok geçen ve ‘kontr-gerilla’ denen kimselerin bu örgüte bağlı olma olasılığı vardır.
Bu örgüte iyi niyetli kimselerin dışında siyasal düşünceleri yönünden yurt savunması için gördükleri eğitimi Türkiye’deki şiddet eylemlerinde kullananların bulunabileceği güçlü olasılıktır.
Çünkü bu eylemlerden bazıları, görünürdeki çoluk çocuk tarafından değil, ancak güçlü bir örgüt tarafından düzenlenebilecek niteliktedir. Özellikle 1 Mayıs 1977 Taksim olayı bu izlenimi vermektedir.”
Ecevit’in de dikkat çektiği üzere, 1 Mayıs 1977 katliamı karanlık güçlerin Türkiye’yi adım adım 12 Eylül’e götürdüğü provokasyonların da ilkidir. 1 Mayıs 1977 katliamıyla ilgili DİSK örgüt olarak yargılanmadığı gibi, mağdur durumda olan yaralılar ve DİSK yöneticileri hakkında açılan dava da beraatle sonuçlanmıştır.
Sayın Güzel,
Yazınızda “12 Eylül Darbe Yönetimi, Taksim’de 1 Mayıs gösterisi yapılmasını yasaklamış ve bu yasak günümüze kadar devam etmiştir” diyorsunuz. Yani bunu ifade etmekle, Taksim’de yasaklanan şeyin aslında “bütün gösteriler” olmadığını, sadece 1 Mayıs gösterilerinin yasaklandığını kabul etmiş oluyorsunuz. Devamında ise “Gerçekten de, İstanbul’da Taksim Meydanı ile Ankara’da Kızılay, 1 Mayıs ve benzeri gösterilerin yapılması için güvenlik bakımından uygun değildir” diyerek KENDİ YORUMUNUZU katıyorsunuz. Böylelikle 12 Eylül’den devren alınan anlayış İl Güvenlik Komisyonu kararlarıyla aklanmış mı oluyor? Oysa bütün Türkiye, “benzeri” gösteriler diye niteledikleriniz hariç, Taksim’in sadece ve sadece 1 Mayıs için yasaklandığına tanıktır.
DİSK’in Anayasa’dan, uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını kullanması ve kullanma konusunda ısrar etmesini yasalara, hukuka başkaldırı, yasadışı nitelemek “kanun devleti”ni, “baskıcı, ceberrut devlet”i kutsayan çağdışı anlayışların ürünüdür.
Bunu hukuksal literatürle ifade ederek biraz açmaya çalışalım:
Toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarının valilik ve il güvenlik komisyonu tarafından belirlenmesini öngören 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu baskıcı, yasakçı 12 Eylül döneminin ürünü olup bugüne kadar Taksim, Kızılay vb. merkezi alanların yasaklanmasına gerekçe yapılmıştır.
Bu kanun herşeyden önce Anayasa’nın, önceden izin almaksızın silahsız-saldırısız, barışçıl toplantı hakkını düzenleyen 34. Maddesi’ne açıkça aykırıdır. Nitekim ülkemiz Cumhuriyet savcılıkları, mahkemeleri ve yüksek yargı 2911 Sayılı Yasa’nın katı ve yasaklayıcı hükümlerine rağmen önceden belirlenmemiş alanlarda yapılan barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkında takipsizlik ve beraat kararları vermiştir.
Örneğin, 2004 yılında Saraçhane Meydanı’nda 40 bine yakın işçi ve emekçinin katılımıyla yapılan 1 Mayıs kutlamaları; Beyazıt Meydanı ve Sultanahmet Meydanı’nda yapılan çeşitli toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkında, Anayasa hükmüne atıf yapılarak toplantıların barışçıl olması, topluluğun kendiliğinden dağılması gerekçeleriyle takipsizlik ve beraat kararları verilmiştir. Bu alanların tamamı İstanbul Valiliği tarafından belirlenmiş alanlar olmayıp herhangi bir bildirimde de bulunulmamıştır.
Bunun yanısıra Anayasa’nın 90. Maddesi’ne göre kanun hükmünde bulunan ve kendisiyle çatışan yasa yerine uygulanacak olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu maddeye ilişkin içtihatları toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının önceden izin almaksızın özgürce kullanılmasını güvenceye almaktadır.
Üyesi olmak için kapısınd
a durduğumuz Avrupa Birliği ülkelerinde ve dünyanın bütün demokratik ülkelerinde benzeri etkinlikler bulundukları kentin en merkezi yerlerinde, en büyük meydanlarında yapılmaktadır.
Kaldı ki toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı örgütlenme ve düşünceyi açıklama özgürlüklerinin ayrılmaz bir parçası olarak kamuoyu oluşturma ve etkin propagandanın önemli bir aracıdır. Bu nedenle Çağlayan, Kazlıçeşme vb. yerleşimden ve insan hayatından uzak, göstericilerinin kendilerinin söyleyip yine kendilerinin dinleyeceği alanlar ile, Kartal gibi kentin uzak bir ilçesinde böyle bir önemli etkinliğin amacına uygun kutlanamayacağı açıktır. DİSK bu anlayışı 2004 1 Mayısı’nda “çayırda, çukurda 1 Mayıs kutlamayacağız” diyerek reddetmiştir.
Taksim’de 1 Mayıs kutlama talebi ve isteği, 1979 yılından bu yana, sıkıyönetim ve 12 Eylül koşullarında yasaklandığından beri bütün işçiler ve emekçiler ile demokratik kamuoyu tarafından dile getirilmektedir.
İşçi ve emekçi kitlelere ısrarla kapalı tutulan bu alan, 77 Katliamı’nın ardından 1978 yılında da aynı kitlesel kalabalıklığa sahip olarak kullanıldığı gibi, Turgut Özal döneminde “soydaş mitingi”nde; Dünya Futbol Şampiyonası ve yeni yıl kutlamalarında, polis günlerinde, lale ve çocuk bayramlarında, Bosna Hersek’le ilgili gösterilerde olduğu gibi sık sık gösteri ve toplantılara açılmaktadır. Bu da açıkça Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Geçen yılki 1 Mayıs kutlamaları ve 77’de katledilen canlarımızı anmak için Taksim’i istememizin önemi ortadan kalkmamıştır; siyasi iktidarın bu yasakçı, antidemokratik zihniyeti ve emek düşmanlığı anlayışı baki kaldığı sürece de kalkmayacaktır.
Türkiye’nin en önemli 3 konfederasyonunun Taksim’de kutlama yapmak istemesi, “benzer” diğer gösterilerden ve günlerden farklıdır. Toplumsal üretim ve toplumsal barışın yegane dayanağıdır emekçiler. Emekten ve emekçilerden yana hiçbir şeye tahammül göstermeyen hükümet bu gerçeği de görmemekte veya kabullenmek istememektedir.
Tarihsel olarak 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmak istenmesinin diğer önemi de; 1 Mayıs’ın ülkemizde, kara günlerin, darbelerin, demokrasinin rafa kaldırıldığı dönemlerin miladı olarak tarihimizde yerini almasıdır. Bunun karşısında üç konfederasyonun öneri ve beklentisi, 2008 1 Mayıs’ının da bu kara günlerden kurtulmanın, demokratikleşme ve barışın, demokrasi dışı arayışları mahkum etmenin bir tarihi olmasıdır.
Soruyoruz: Yaşadığımız çalkantılı siyasal dönemde, ülkemizin toplumsal barışa bu kadar ihtiyaç duyduğu şu günlerde böyle bir zeminin değerlendirilmemesi neye hizmet etmektedir?
Siz de İstanbul Valiliği gibi Taksim ve Kızılay Meydanı’nın güvenlik nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşlerine açılmasını uygun görmemektesiniz. Devletin bugün gelinen noktada teknolojik ve lojistik düzeyiyle Kadıköy ve Çağlayan’da güvenliği sağlarken Taksim’de sağlayamaması; Tandoğan ve Sıhhiye’de sağlarken Kızılay’da sağlayamaması bir aczin ifadesinden başka bir şey değildir. “Devlet acz içinde olamayacağına göre” bu yasaklamaların, antidemokratik, baskıcı ve yasakçı anlayışların, bir provokasyon paranoyası ürünü olduğu açıktır.
“Korkunun ecele faydası yoktur” diye güzel bir özdeyişimiz vardır. Eğer birilerinin provokasyona ihtiyacı varsa, bunun zaten daha başka günlerde veya Maraş, Sivas, Çorum gibi başka kentlerde de yapıldığına tanıktır halkımız. Provokasyonlar yasaklarla değil, bizzat devletin önlem almasıyla önlenebilir.
Sonuç olarak DİSK’in, Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine açılması konusundaki ısrarı yukarıda açılımı yapılan hukuksal çerçeveye ve demokratik teamüllere uygun bir davranıştır.
Sayın Güzel,
Polisin, dengesiz güç kullandığı ve sert davrandığı görüşlerine katılmadığınızı ifade etmektesiniz. “Orantılı güç” kullanma kavramı hukuksal bir kavram olup, AİHM içtihatlarıyla da açık bir şekilde tanımlanmaktadır. Polisin, kendi sendikasının önünde duran, herhangi bir eylem içinde bulunmayan, 40 R11; 50 işçiye aynı anda tazyikli su ve gözyaşartıcı gaz sıkması, jopla saldırması, yere düşmüş, hiçbir direnişte bulunmayan insanların acımasızca onlarca polis tarafından çiğnenmesi, tekme tokat dövülmesi mi orantı güç kullanımıdır? 41 yıllık geçmişi bulunan ülkemizin ikinci büyük işçi konfederasyonu DİSK’e, yasal bir parti olan ÖDP’nin il merkezine gaz bombası atmak mı orantılı güç kullanımıdır? Savaş halinde bile saldırı yasağı bulunan hastanelere gaz bombası atmak mı orantılı güç kullanımıdır?
1 ve 2 Mayıs tarihinde TV kanallarının çektikleri DİSK binasının görüntülerini size gönderebiliriz. Orada apaçık bir şekilde “orantı” gözükmektedir.
Diyorsunuz ki, “Olaylarda can kaybı olmaması ve yaralananların çoğunun polis olması da zaten bu iddiaları geçersiz kılmaktadır.”
Olaylarda can kaybının olmamasının “geçerli kıldığı” tek şey, 1 Mayıs’ı bir bayram havasında kutlamak için elinden gelen bütün özverileri gösteren konfederasyonların, emniyetin “şiddet ve celâli”nin nerelere uzanabileceğini kestirmesindeki öngörüsü ve dirayetidir.
1 Mayıs akşamı siz de bizim gibi hastane kapılarını dolaşmış olsaydınız, kimlerin yaralananların çoğunu teşkil ettiklerini görebilirdiniz. Ya sayı saymasını bilmiyorsunuz ya da gözünüz üniformadan ötesini görmüyor.
Diğer taraftan, iddia ettiğiniz gibi DİSK merkez binasından işçiler polislere taş değil, slogan atmıştır. Çünkü işçilerin anayasal hakları hukuksuz bir şekilde engellenmiş, kıyasıya dövülmüş, panzerle boyalı su sıkılmış, gaz bombası atılarak ölümlerin kıyısından döndürülmüş ve bütün bunlar da yetmemiş, haneye tecavüz edilerek, DİSK merkez binasında büyük maddi hasarlar meydana getirilmiştir. Bütün bu olanlara o sırada DİSK binasında bulunan aydınlar, sanatçılar ve milletvekillerimiz de tanıktır. Dahası, saldırıdan sonra binamıza gelerek çekimler yapan televizyon kanallarının görüntüsü neyin ne olduğunu apaçık göstermektedir. Yeter ki gerçek görülmek istensin!
Fazla söze gerek yok sayın Güzel; başta yazarlığını yaptığınız Radikal Gazetesi olmak üzere, yazılı ve görsel medyanın büyük çoğunluğu 1 Mayıs günü yaşananları “polis terörü” olarak nitelemiş, bundan da AKP iktidarını, İstanbul Valisi’ni ve Emniyet Müdürü’nü sorumlu tutmuştur.
DİSK olarak, 1 Mayıs 2008 tarihinde yaşanan bu hukuksuzlukları, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden doğan bütün etkili başvuru yollarını kullanarak, yargıya, ulusal
ve uluslararası platformlara taşıyacağız. Bizim alnımız açık, vicdanımız rahat. Orantılı güç kullandığını iddia edenler gelsin kendilerini savunsunlar.
Süleyman Çelebi
Genel Başkan