Image Map

5. ULUSLARASI İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ BÖLGESEL KONFERANSI

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün’ün 5. ULUSLARARASI İŞ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ BÖLGESEL KONFERANSI Açılış Konuşması metni;  

Sayın Bakanım,

Değerli Konuklar,

Değerli Katılımcılar,

Hepinizi, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu adına selamlıyorum.

Sözlerime, iş kazalarında yitirdiğimiz emekçi kardeşlerimizi saygıyla anarak başlıyorum.

Bugün, yine canımızı yakan, bizlere acı veren, toplum vicdanını yaralayan bir konunun tarafları olarak, kuşkusuz emek harcanmış, değerli bilim insanlarımızca katkı verilmiş, yaşadığımız gerçekleri birbirimize hatırlattığımız bir toplantının açılışını yapıyoruz.

Bu toplantının görünmeyen izleyicilerinin sözlerimin başında andığım kayıplarımız olduğunu ve iş kazası geçirmiş, meslek hastalığına yakalanmış on binlerce emekçinin  görünmez tanıklığında gerçekleştiğini vurgulamak istiyorum.

Değerli Konuklar,

İş kazaları bir yazgı değildir. Önlenebilir, yaşanmaması gereken olaylardır. Ancak bu sonuca ulaşmada temel öncelik, önceki konferansın da konusunu oluşturan “güvenli üretim kültürü”nün benimsenmesi, içselleştirilmesi ve  yaygınlaşmasıdır.

“Güvenli üretim kültürü”, üretenlerin ve toplumun esenliğinin sağlanmasının asıl ve öncelikli amaç olarak benimsenmesidir.  Üretim politikalarının, ilişkilerinin, örgütlenmesinin ve üretim araçlarının bu hedef  doğrultusunda  yönlendirilmesidir.

Oysa günümüzde “rekabet gücü”nün korunması amacıyla korkuya dayalı bir düzen yaygınlaşmaktadır.

Sayın Bakan, Değerli Konuklar,

Bilindiği gibi, temel insan hakları belgeleri, herkesin sağlıklı ve güvenli bir işte çalışma hakkına sahip olduğunu açık bir biçimde belirtmektedir.

Uluslararası Çalışma Konferansının kabul ettiği bir çok sözleşme ve tavsiye kararının konuları da  iş sağlığı ve güvenliği ile, doğrudan ya da dolaylı biçimde ilgilidir.

Sağlıklı ve güvenli çalışma ortamının sağlanması, çalışanların sağlığına zarar verebilecek risklerin önceden belirlenmesi, gerekli önlemlerin alınmasıyla mümkündür. İş sağlığı ve güvenliğine dair böylesi bir  yaklaşım ise, rahat ve güvenli bir  çalışma ortamında   çalışanların ruhsal ve bedensel iyilik hallerinin sürekli olarak geliştirilmesi anlamını taşır.

Oysa küresel düzeyde yaşanan gelişmelere bakıldığında, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin uluslararası normların, giderek işlevsizleştirildiği görülmektedir.

Küreselleşmenin, sermaye birikimi adına yarattığı rekabet koşulları, zenginliği tek bir yöne aktarmış; çalışanların büyük çoğunluğunu işsiz ve aç bırakmıştır. Bu koşullarda iş bulabilenlerin ise sağlık ve güvenlik açısından yaşamsal sorunlarla karşı karşıya oldukları tartışılmaz bir gerçektir.

Bu acı gerçeğin iş sağlığı ve güvenliği alanında dünya genelinde ortaya çıkardığı tablo hiçbir biçimde kabul edilebilecek bir durum değildir.

Ülkemizdeki durum ise, söz gerektirmeyecek düzeyde kötüdür. Küresel düzeyde üstünlük elde etmek, insan yaşamı pahasına ve emek gücü hoyratça harcanarak yapılıyor. İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili alınması gereken zorunlu önlem ve yaptırımlar, vahşi piyasa mekanizması içinde işlevsizleştiriliyor. Gereksiz bir lüks olarak görülüyor, düşünülüyor, ifade ediliyor, kabul görüyor ve hukuk ve yasa tanımaz bir şekilde uygulanmıyor.

Türkiye’de son verilere göre her 100 işçiden üçü iş kazasına uğruyor, her 100 işçiden dördü meslek hastalığına yakalanıyor.

Üstelik, mevzuatın dağınıklığı, denetimin yetersizliği, veri tabanının yokluğu ve eksik tanı sistemi, olayın gerçek boyutunu gizliyor.

Metal, maden, inşaat, taşımacılık, tekstil ve gemi yapım işlerinde iş sağlığı ve güvenliği alanında yaşananlar,  gelecekte daha da kötü bir noktada olacağımızın somut göstergelerdir.

Gemi yapım işlerinde yaşanan iş kazaları, artık iş cinayetlerine dönüşmüştür. Sektörde yaşanan hızlı büyüme, sağlıksız bir biçimde gelişmiş; çarpık gelişmenin bir yansıması olarak “Taşeronlaşma” en ilkel biçimiyle yaygınlaşmıştır.  Uzun çalışma süreleri, sıradanlaşan düşük ücret uygulaması, tüm risklere açık çalışma ortamları, iş güvencesinin yokluğu yanında,  iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının  hiçbir koşulda yerine getirilmediği bu sektörde çalışanlar kaderleriyle baş başa bırakılmıştır.

Çalışanların yaşamları pahasına sürdürülen bu düzen, ülke ekonomisi açısından vazgeçilmez olarak kutsanmakta ve açık ya da örtülü demeçlerle korunmaktadır. Ölüm olayları, kanıksanması gereken sıradan vakalar olarak sunulmaktadır. Gemi yapım havzaları, sendikalar için yasak bölgeye dönüştürülmüştür. Çünkü bu vahşi düzenin sürmesinin önündeki tek engel sendikalar ve işçilerin sendikalaşmasıdır.

Limter-İş Sendikamızın, kararlı çabalarıyla kamuoyuna yansıyan ve artık üstü örtülemeyecek bir gerçek olarak ortada duran “Tersaneler Gerçeği”nin çözümü için, bu bölgeye özel yürüttüğümüz projelerin dikkate alınması ve desteklenmesi gereklidir.

Tekstil işçilerinin karşı karşıya olduğu silikozis, bugün toplum vicdanını derinden yaralayan toplumsal bir boyut kazanmıştır. Her alandaki az gelişmenin bir sonucu olarak, hızla yayılan, çoğunluğu kayıtdışı alanda gerçekleşen, “büyüme” olgusunun bir göstergesi olarak görmezden gelinip, örtülü olarak desteklenen “kar”lı bir işin bedelini, bu gün binlerce olduğu anlaşılan bu emekçiler ödemektedir. 

Sayın Bakan,

“Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Sistemi”nin zayıf yanları olarak,  mevzuatın dağınıklığı ve kapsamı ile etkili uygulanmaması, temel iki alan olarak Bakanlığınız tarafından da saptanmıştır.

İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ILO sözleşmeleri ve AB standart ve normlarının, 4857 sayılı İş Kanunu’na ve hazırlanan yönetmeliklere tümüyle yansıtılmamış olduğu bir gerçektir.  

Diğer yandan, “İş Sağlığı ve Güvenliği  Yasası” ile ilgili gelişmeler, kaygı verecek düzeyde bir yavaşlık içinde sürmektedir.

İstihdam Paketi ile gerçekleştirilen düzenlemelerin iş sağlığı ve güvenliği alanında yaşanan sorunlara çözüm üretme niteliği taşımadığı açık ve yeni sorunlar yaratma potansiyeli ortadadır. İşveren yükümlülüklerini azaltmak üzere hazırlandığı anlaşılan “Paket”te yer alan hükümler, sorunların anlaşılmadığını da göstermektedir.

Bakanlığınızca hazırlanan yasa taslağının kabul edilemez bir “özelleştirme” anlayışına dayalı olduğu açıktır. Üretim maliyeti olarak nitelendirildiğinden işverenler tarafından yerine getirilmeyen konuların, “kar” amacı güden özel kuruluşlar tarafından hangi duyarlılık düzeyinde karşılanacağı belirsizdir. Bu duyarlılığın, yine işletme maliyetleri düzleminde gerçekleşeceği açıktı
r.

Oysa, bu alanı düzenlerken;

* Devlet ve işverenlerin, çalışanların haklarının olduğu ve bu haklara saygı gösterilmesi gerektiği gerçeğini göz önünde bulundurması ve insan onuruna yakışır iş koşullarının sağlanması gereklidir.

* Kayıtdışı ekonomik faaliyetleri kayıt altına alacak politikalar geliştirmeli, küçük ve orta ölçekli işletmelerin çalışma ortamı ve koşullarını düzenleyecek ve denetleyecek önlemler alınmalıdır.

* Sendikal örgütlenme, çalışma ilişkilerinin haklar temelinde gerçekleşmesinde en etkin denetim ve yaptırım aracıdır. Bu gerçek doğrultusunda gerçekleştirilecek bir toplu çalışma ilişkileri sistemi, tüm çalışanların sendikalara üye olma hakkını güvenceye alacak biçimde oluşturulmalıdır.

* İş Sağlığı ve Güvenliği program ve politikalarının amacı, önleme ve koruma başta olmak üzere, sağlığın geliştirilmesi sorununa odaklanmalı, çalışanların fiziksel, ruhsal, düşünsel, toplumsal ve çevre esenliğini geliştirebilecek bir açılım taşımalıdır.

* Bilgilendirme ve eğitimin,  İş sağlığı ve Güvenliği alanında oynadığı başat rol önemsenmeli; riskler ve tehlikeler konusunda sektör ve işyerleri düzeyinde sağlıklı bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi, yaygınlaştırılması ve eğitimlerinin verilmesi temel öncelikler olmalıdır.

*Çalışanların sağlığını koruyup geliştirmeye ve çalışma koşullarını iyileştirmeye yönelik hizmetler, hangi ekonomik faaliyet alanında olursa olsun bütün çalışanları kapsamalıdır.

* İş sağlığı ve iş güvenliği alanındaki hizmetlerin sosyal devlet anlayışının gerektirdiği kamusal niteliği unutulmamalıdır.

* Bu alanla ilgili kuralların uygulanması, denetim ve yaptırımların gerçekleşmesiyle mümkündür. Devlet bu konudaki yükümlülüğünü, özellikle iş müfettişleri arasında ayırım yapmadan ve “denetimin tekliği” ilkesini gözeterek, denetim mekanizmasında zaaf yaratmadan yerine getirmelidir. 

Sayın Bakan,

Son olarak bu konudaki yükümlülüğünüzü ve sorumluluğunuzu hatırlatarak sözlerimi bitirmek istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

ITUC ETUC