Image Map

KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE

 

 

Yaşanmakta olan krizle ilgili olarak Başbakanlık’tan gelen davet ile işçi konfederasyonları, işveren konfederasyonu, tüketici dernek temsilcilerinin katıldığı ve gündeminde “Ekonomik Kriz ve alınması gereken önlemlere ilişkin öneriler” bulunan bir toplantı düzenlendi.

 

 

KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE

 

Yaklaşık bir yıldır belirtilerini gösteren küresel ekonomik kriz, içinde bulunduğumuz dönemde ABD’den başlayarak tüm dünyaya yayılmıştır. Dünya ekonomilerinin günümüzde yaşadığı iç-içe geçmişlik, ortaya çıkan olumsuzluklardan hiçbir ülkenin kendisini kurtaramayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle ülkemiz özelinde de kriz koşulları ve bu krizin niteliği ayrıntılarıyla ele alınmalı ve geliştirilebilecek önlemler üzerinde özellikle durulmalıdır.

 

Bilindiği gibi kriz dönemleri yalnızca ekonomik süreçleri değil, toplumsal ve siyasal yapıları da derinden etkileyen dönemlerdir. Aslında krizi bir sorun olarak görüp, çeşitli önlemler almayı gerektiren neden de, krizle ortaya çıkması beklenen yıkıcı toplumsal sonuçlardır.

 

Bu nedenle krizin ortaya çıkış koşulları ve krizi doğuran sermaye birikim süreçleri göz ardı edilerek, aynı türden piyasacı, parasal ve mali önlemlerle, doğabilecek olumsuzluklar önlenemez. Bu çerçevede içinde yaşadığımız kriz, aslında, 30 yılı aşkın bir süredir dünya çapında kurumsallaştırılmaya çalışılan kapitalist büyüme modelinin doğal sınırlarına ulaşmasından başka bir şey değildir. Son çeyrek yüzyılda elde edilen her türlü gelişmeyi, piyasa güçlerinin etkin ve başarılı bir şekilde işlemesine bağlayanlar, ortaya çıkan günümüzdeki sonucun da aynı şekilde, bu politikaların sonuçları olduğunu kabul etmek zorundadırlar. Piyasanın etkin bir biçimde işlemesini sağlayabilmek amacıyla, asgari ücretin ortadan kaldırılması, tüm kamu yatırımlarının yok edilmesi, sosyal politika alanlarının tümünün özelleştirilmesi gibi köktenci değişiklikleri önerenler, benzer yaklaşımlarla gelişmekte olan ve giderek büyüyen küresel krizin önlenemeyeceğini bilmelidirler. Krizi yaratan, doğrudan doğruya bu yeni kaynak sağlama mekanizmasıdır.

 

Ortaya çıkan sorunu, Amerikan konut piyasasının tıkanması ve bazı ülkelerdeki finansal kurumların, kullandıkları yanlış araçlar dolayısıyla çökmesi olarak görenler, finansal yapıları sağlamlaştıracak öneriler ileri sürmektedirler. Finans kurumları tarafından çıkarılan bazı kâğıtlara sınırlama getirilmesi, finans piyasasının kurallarla düzenlenmesi, kamunun banka veya sigorta şirketlerine kaynak aktarması veya devletin bazı özel kurumlara hisse senetleri alarak ortak olması gibi öneriler uygulamaya konulmuş bulunmaktadır. Bu yaklaşımlar ile, piyasa ekonomisinin işlerliğini kanıtlamak adına, piyasanın kendi mantığı içinde bile kabul edilemez nitelikte olan politikalar üretilmektedir. Devletler, bazı şirketlere ortak olurken, ortaklık paylarını, piyasa değerleri üzerinden satın almamaktadır. Bu payların şirketler tarafından belirlenecek değer üzerinden satın alınması, piyasacı ideolojiyi ayakta tutabilmek için, ne denli akıl dışı davranılabileceğinin en açık örneğini vermektedir.

 

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi, kriz kavramıyla anlatılmak istenen, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda ortaya çıkan genel bir çözümsüzlüktür. Bu nedenle, krize karşı geliştirilecek önlemler, bir bütün olarak, ancak krizi doğuran ekonomik gelişme sürecinin sorgulanmasıyla belirlenebilir. Bu ifade, şirketleri kurtarmak için kullanılan ve bir aylık süre içinde, dünyanın toplam ulusal gelirinin %10’unu aşan kamu kaynaklarının ne kadar yanlış kullanıldığını da ortaya koymaktadır.

 

“Bugün finansal şirketleri kurtarmak için kullanılan kamu kaynaklarının, herhangi bir tarihte bunalıma giren özel işletmeleri kurtarmak için neden kullanılmadığı”, sorusunun anlamlı bir yanıtı yoktur. Ayrıca dünyanın ve tek tek ülkelerin halklarının insanca yaşama koşullarının sağlanabilmesi için, bunalıma giren şirketlerin kurtarılması yönteminin çıkar yol olmadığı da açıktır.

 

Piyasanın işleyişinin ortaya çıkaracağı çarpık ve dengesiz sonuçlar bilinmeyen bir durum değildir. Bugüne dek “ideolojik” olarak gözlerden gizlenmeye çalışılan da bu sonuçlardır. Kamunun stratejik yatırımlarda yer alması, ekonomik gelişmenin planlı bir anlayışla yeniden düzenlenmesi ve eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi alanların toplumcu yaklaşımlarla örgütlenmesi, bu krizden çıkabilmenin tek yoludur.

 

Piyasayı putlaştıran liberal ideoloji sahiplerinin önerdiği çerçeve içinde krize çözüm aramak, insanlığı çok büyük sorunlarla karşı karşıya bırakabilir. Bu sözümüz bir varsayımı ifade etmiyor. Yalnızca sermayenin kendi sorunlarını çözebilecek şekilde krizden çıkış yolu arayanlar, benzer yaklaşımların, yirminci yüzyılın ilk elli yılında, dünyamızı milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan iki büyük savaşa sürüklediğini unutmamak durumundadırlar.

 

Kısaca, herkes, yaşanmaya başlanan krizin, toplumsal nitelikli önlemlerle, dünya halklarının bugününü ve geleceğini güvenceye alacak politikalar geliştirilerek aşılabileceğini kabul etmek zorundadır. Bunun dışındaki bir yaklaşım, dogmatik, kısır ve insanlığa önümüzdeki dönemde büyük felaketler yaşatabilecek, sorumsuz bir demagoji olacaktır.

 

Ne yazık ki; ülkemiz bu küresel kriz koşullarına, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda yaşadığı olumsuzluklar sürerken yakalanmıştır. Türkiye ekonomisi, 2007 yılında, 2002’den başlayarak gerçekleştirdiği göreli yüksek büyüme döneminin sonuna gelmiş ve büyüme oranı neredeyse yarı yarıya düşmüştür. İşsizlik sorununun- ekonomi yüksek büyüme hızlarını yakalamışken bile- çözülemediği bilinmektedir. Son yıllarda tarımda ortaya çıkan çözülme kentlere milyonlarca işsiz yığdığı gibi, tarım kesiminin de ekonomik olarak çökmesine yol açmıştır. Cari açık bir türlü düşürülememiştir. Devletin ve özel sektörün borçları yüksektir. Enflasyon 2000’li yılların öncesiyle karşılaştırıldığında düşmüş olmakla birlikte, dünyanın en yüksek oranlarından birisi olarak seyretmektedir. Faiz oranları dünyanın en yüksek birkaç oranından birisidir. Bu göstergelerin bir sonucu olarak, gelir dağılımı, olağanüstü bozulmuş durumdadır. Bu göstergelerin uzun yıllardır biriktirdiği sorunlar sonucunda, etnik ve dinsel gerginlikler giderek yoğunlaşmış, demokratik gelişme süreci ise kesintiye uğramıştır.

 

Bu koşullarda ülkeyi yöneten siyasal iktidar büyük bir sorumluluk altındadır. Bu sorumluluk yaln

ITUC ETUC