Image Map

DİSK, 3'LÜ DANIŞMA KURULU'NA KRİZE KARŞI İSTİHDAMI ARTIRICI, YOKSULLUĞU GİDERİCİ SOSYAL PROGRAM ÖNERDİR30;

KRİZE KARŞI İSTİHDAMI ARTIRICI, YOKSULLUĞU GİDERİCİ SOSYAL PROGRAM ÖNERİSİ

KRİZİN GENEL DURUMU

2007 yılı sonlarına doğru ABD’de baş gösteren krizin etkisi giderek yayılmış ve derinleşmiştir. Krizin önüne geçebilmek ve yaratacağı toplumsal ve ekonomik tahribatı azaltabilmek için ABD hükümeti bugüne kadar 5 trilyon doları aşan müdahalelerde bulundu. Bunlar arasında, kimi büyük bankalara doğrudan sermaye aktarılması söz konusu iken, kimileri için birleşmeler teşvik edildi, kimleri de kısmen kamulaştırıldı. Ama bütün bu müdahalelere karşın krizin bittiğine dair herhangi bir emare görülememektedir. Ödeme güçlüğü, bütün yapıları kapsamış durumda ve birbirlerini sürekli tetikleyen kısır bir döngü sergilemektedir.

 

Diğer yandan, AB, kendi hegemonyasındaki alanda krizin önünü alabilmek için          2 trilyon Euro’ya yakın bir kaynağı ayırarak finansal krizin etkilerini bertaraf etmeye çalışmaktadır. Tıpkı ABD de olduğu gibi iflaslar, şirket kurtarmaları, kısmi kamulaştırmalar AB üyesi ülkelerde de yaşanmakta olup toplumsal ve ekonomik yapı üzerinde ciddi bir tehdit olarak varlığını sürdürmektedir. Durgunluk derinleşirken işsizlik yukarılara doğru tırmanmaya başlamış durumdadır. En son Yunanistan ortaya çıkan durum ise AB’de krizin etkilerinin uzun süreli olacağına dair kanıları güçlendirmiştir.

 

Uzak Doğunun kapitalist ülkesi Japonya da ABD’nin yaşadığı mali sistem krizinden nasibini almaya başladı. ABD de ki yaratılmış toksit atıkların büyük bölümünü satın almış olan Japon bankaları birer birer dökülmeye başladı.Büyüme hızı yavaşlamaya başladı ve enflasyon % 7’ler düzeyine fırladı.

 

Türkiye 2001 de yaşadığı krizin yaratığı travmadan kurtulamadan yeni bir küresel kriz dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Yetkililere bakılırsa bu kriz bizi “teğet” geçecekti. Ekonomideki makro göstergeler durumumuzun gayet iyi seyrettiğini bize gösteriyormuş. Ama reel sektör ve finans kesimi hiç de öyle düşünmedi. Durmadan hükümete bastırdılar “gelen kriz bağrımıza saplandı, önlem alın; IMF ile masaya oturun ve gelecek taze parayı bize aktarın; yoksa istihdam meselesinde çok üzücü tablolar yaşanacak” diye. Nitekim dedikleri gibi de oldu. Fatura çalışanlara kesildi.

 

Makro ekonomi açısından bakıldığında, 2007 yılında ülkenin temel parametreleri olumsuz sinyaller vermeye başlamıştı. Tarımdaki gerileme, sanayi üretiminde yavaşlama, istihdam artışının büyümeye oranla artmaması ve oransal olarak büyüyen bir işsizlik olgusu ve son olarak da cari açığın varmış olduğu boyut.

 

Böylesi bir yapı üzerine ABD mahreçli krizin ilk etkileri ülkeye ulaşmaya başladığında işverenler bunu fırsat bilerek kendileri için “hayati” önemde olan yapısal operasyonlara başladılar; işten atılan on binlerce insan, ücretli/ücretsiz izinler, düşen ücretler ve esneklik dayatmaları, kısa çalışma ödeneği talepleri, Çalışanların ve onların örgütlü yapıları üzerinde baskı ve yılgınlık yaratmak ve teslim almak. Dolayısıyla, var olan sefaletin ve yoksullaşmanın giderek derinleşmesi süreci başlamış oldu. Küresel sermayenin azgın iştahının yarattığı bu değersizleşme sürecinin ortaya çıkan faturasını yine çalışanların ödemesi için her türlü düzenlemenin dayatılmaya çalışılması ilk elde belirtilecek somut gerçeklerdir.

 

AZALAN EKONOMİK BÜYÜME ARTAN İŞSİZLİK OLGUSU

Son yıllarda “istikrarlı” büyüme adı altında yeterli ve nitelikli iş yaratamayan, 2009 R16;da da derin bir durgunluk içine sürüklenen dünya ekonomisi için en büyük problem “insana yakışır iş” olanaklarını yaratamama ve artan işsizlik olacağı açık bir şekilde görülmüştür. Küresel krizle birlikte derinleşen işsizlik problemi, ILO’nun kendi raporlarında sürekli vurguladığı gibi, ekonomik büyüme ile istihdam yaratma arasındaki bağın kopuşuna ve tüm gelişmekte olan ülkelerde “istihdam yaratmayan büyüme” olgusunun yerleşmesine bağlı olarak dünya ekonomisinin en önemli sorunu haline gelmiştir.

 

Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrası büyüme performansına bakıldığında ILO raporlarında belirlenen çerçeveye uygun bir gelişme gösterdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 2001 sonrası dönemdeki ekonomik gelişim izlendiğinde büyüme performansıyla istihdam yaratma kapasitesi arasındaki bağın kopması, ekonominin istihdam yaratmayan büyüme özelliğinden, ekonomik büyüme temposu yavaşlarken, işsizliğin hızla arttığı “azalan büyüme artan işsizlik” özelliğine geçiş sergilemesi altı çizilmesi gereken bir durumdur.

 

Ekonomik Büyüme ya da Küçülme

Türkiye ekonomisi için 2006-2008 döneminde yurtiçi reel hasıla ve imalat sanayi katma değeri yıllık reel artış hızlarıyla yıllık istihdam oranlarına bakıldığında; yurtiçi hasıla yıllık artış oranı ortalama yüzde 6.4, imalat sanayi reel katma değer yıllık artış oranı ortalaması yüzde 6.5’tir. Aynı dönemde yıllık istihdam artışı yüzde sıfıra yakın değer göstermiştir.

 

Ekonominin büyüme dinamiği ise 2004 sonrası dönemde yavaşlamış özellikle 2006 dan bu yana ciddi durgunluk içine girdiği; özellikle de 2007 ve 2008 yılları boyunca yaşanan gerileme ve sonunda 2008’in son çeyreğinde %10.6’lık küçülme ülke ekonomisinin nasıl bir durgunluk içine sürüklendiğinin göstergesi olmuştur.

 

2009 yılında ise ekonomi başağı gitmiştir. TUİK verileriyle sırasıyla birinci, ikinci ve üçüncü çeyrekler küçülme %14.7, %7,9 ve 3.3 olarak gerçekleşmiş ve 9 ayda ortalama ekonomi %8.4 küçülme yaşamıştır.

İşsizlik Olgusu

2007 yılında %10.6 düzeyinde gerçekleşen resmi işsizlik oranı 2008’de %13.6’ya, 2009 Şubat ayında da %16.1’e çıkarak ülke tarihinde bir rekora imza atmıştır. 2009 yılı genel işsizlik oranı da %14 olarak gerçekleşerek bütün parametrelerle birleştiğinde krizin nasıl yakıcı ve süregiden bir durum arz ettiğini ortaya koymuştur. Türkiye’de 15 yaş üzeri nüfusun sadece yüzde 47’si çalışma yaşamına dahil oluyor. Bu oran Avrupa ortalamasında yüzde 65 düzeylerinde seyrediyor. Yani çalışmayı talep etmeyen atıl bir nüfusla karşı karşıyayız. Bunların arasında çalışmaya hazır olup, iş aramayan umutsuzlar, mevsimlik çalışanlar da var.

 

Bugün ülkede 6 milyonu aşkın bir işsizler ordusu kabusu yaşanmaktadır.

Türkiye, uygulanan istihdam yaratmayan ekonomi politikalarının bedelini ağır işsizlik ve atıl işgücü ile ödüyor. Genç ve dinamik nüfus üzerine yapılan planlar ise, neredeyse 2 kişiden birinin iş bile aramadığı, arayanların ise eksik istihdam, yüksek işsizlik oranları ile karşı karşıya bir gerçekle yüz yüze kalıyorlar .

 

Bugün ekonomik krizin yarattığı etki ile işsizli
k Türkiye gündeminin birinci sırasına yerleşmiştir. 70 milyon nüfuslu bir ülkede 21 milyon çalışan gerçeği kimsenin kabul edebileceği bir gerçek değildir.

 

Yoksulluk Göstergeleri

1923’ten 2002 yılına kadar, 80 yıldır Türkiye’nin toplam 220 milyar dolar olan borcu 2009 sonunda 270 milyar dolar artarak 490 milyar dolara çıkmıştır. 2010 yılında yeni doğan her bebek 7 bin dolar borçla yaşamaya başlayacaktır.

 

TÜİK rakamlarına göre, Türkiye bugün yiyecek yemeği olmayan 1 milyon 400 bin vatandaşa ve resmi olarak yoksul ilan edilen 12 milyon 170 bin kişiye sahip bir ülkedir.

 

Asgari Ücret

2002 yılında milli gelir içinde ücret ve maaşların payı yüzde 26’lık bir paya sahip iken bugün yüzde 22 düzeyine gerilemiştir.

 

2010 asgari ücreti toplumun beklenti ve ihtiyaçlarını dikkate alınmayarak, belirlenmiştir.

 

2010 yılı için artış oranı brüt asgari ücret için yüzde 5,2 net asgari ücret için yüzde 5,7’dir. Günlük artış miktarı 1 TL’dir. Aylık artış miktarı ise 31 TL’dir. Böylece asgari ücrete, günlük 1,3 simitlik zam yapılmıştır. Fakat 2009 yılında temel gıda ürünlerinin fiyatlarının ve konut harcamalarının ortalama yüzde 11 oranında artması nedeniyle asgari ücretli 2 simitlik bir kayba uğramıştı.

 

Günlük 1 TL’lik sembolik asgari ücret artışı, çalışanların yoksulluğa terk edilmesidir.

 

Asgari ücret açlık sınırının altında yoksulluk sınırının çok uzağındadır. Aynı zamanda ülkede , bu ücret politikaları yanı sıra  hayat pahalılığının artması, sağlık ve eğitim sisteminin paralı hale gelmesi nedeniyle “çalışan yoksullar” kitlesi giderek büyütülmektedir.

 

Emek bugüne kadar görülmediği ölçüde değersiz hale getirilmiştir. Emeğin sosyal bir unsur olduğu unutturulmaya çalışılmış, yalnızca maliyet ögesi olarak görülmüştür. 2009 yılında ücretler yüzde 12 oranında geriletilmiştir. Ücretlerin sanayi maliyetleri içindeki payı 2002 yılında yüzde 19 iken 2009 yılında yüzde 11’e düşmüştür.

 

Enflasyon

2009 yılı sonunda resmi enflasyon oranı yüzde 6.5 olarak açıklanmıştır. Fakat çarşının, pazarın ve toplumun gerçek enflasyon oranı yüzde 11’dir. TÜİK rakamlarına göre, gıda ürünlerinin 2009 yılındaki ortalama artışı yüzde 18 olmuştur. 2009’da ev kiralarındaki artış ortalaması yüzde 8, konut suyu yüzde 9, konut elektriği yüzde 20, kömür yüzde 9, şehir içi belediye ulaşım ücretlerinin artışı yüzde 11’e yükselmiştir. 2009 yılında ekmeğin fiyatı yüzde 14, konut doğalgazı fiyatı yüzde 27 oranında artmıştır.

 

2010 yılının ilk günlerinde elektrik, ulaşım, benzin ve mazota yapılan zamlar, özel tüketim vergilerinin artırılması 2010 yılında enflasyonunun daha da artacağının ve toplumun daha fazla yoksullaşacağının habercisidir.

 

KRİZ KARŞISINDA HÜKÜMETİN ÖNLEM PAKETLERİ

AKP hükümeti önce krizin teğet geçeceğini belirterek ciddi önlemlere gerek duymayan bir politika izledi. küresel mali krizin etkileri kendini hızla gösterince etkiyi azaltmak için ardı ardına ekonomik paketleri açıklamak durumunda kaldı.

 

Fakat ortaya konulan paketler işverenlerin talepleri etrafında düzenlenmiş ve çalışanların talepleri göz ardına itilmiştir. Her krizde olduğu gibi bu süreçte de krizin bütün yükü emekçilerin omuzlarına yüklenmiştir. Üretimin artırılması için işverenlere güçlü teşvikler uygulanırken, ücretler baskı altında tutulmuş ve esnek çalışma biçimlerinin uygulanmasının hayata geçirilmesine dönük tedbirleri önlem paketleriyle yaşama geçirmişlerdir.

 

KRİZ KARŞITI SOSYAL POLİTİKA ÖNERİLERİ

Hükümetin ortaya koyduğu bu önlemler paketiyle toplumsal yapıda yaratılmış olan ekonomik tahribatın giderilmesi mümkün görünmemektedir.

 

Krizin en somut olumsuzluğu yapısal işsizliği büyütmesi ve yoksulluğu yaygınlaştırması ve kalıcılaştırmasıdır. İşsizliğin yol açtığı gelir kaybı, sigortadan yoksul kalma, üretim kaybı, işyerlerinin kapanması artık sonuçları itibariyle yaşanmış ve daha da yaşanacaktır.

 

Bu somut gerçeklik karşısında hükümetin ortaya koyduğu ekonomik önlemler paketi sorunları geçici olarak ertelemiş ve/fakat kalıcı yaklaşımlar yaratamamıştır. Makro düzeyde bütünsel, tutarlı ve uzun vadeli Sosyal ve ekonomik bir programın yaşama geçirilmesi hayati önem kazanmıştır. Yetişkin ve nitelikli emek gücünün korunması, niteliksiz işgücünün niteliklerinin artırılarak istihdama sokulması, üretilen değerlerin adil paylaşımı ve geleceğin güvence altına alınmasında önemlidir. Ayrıca, sağlık ve sosyal koruma araçlarının kamusal özelliğinin etkin bir duruma getirilmesi, satın alma gücünün artırılarak iç tüketimin hareketlendirilmesi krizin uzun dönemli etkisinden kurtulmak için gereklidir.

 

Konfederasyonumuzun krizin etkilerinin bertaraf edilmesi noktasında önerdiği önlemler somut, anlaşılır ve uygulanabilir olmasının yanında ekonomik ve sosyal gerçekliğe uygunluğunu da gözetmektedir.

 

1- İstihdam Odaklı Büyüme Politikası ve İşsizliğin Azaltılması

Krizin mevcut varlığı üzerinden bahaneler üretilerek işletmelerde mevcut istihdamın azaltılmasına hem de yapısal işsizliği derinleştirici etkisi olan işten çıkarmalara karşı acil önlemlerin hızla alınması gerekmektedir.

 

Kamunun krizdeki işletmelere kaynak aktarması veya kredi borcu olan işletmelere ödeme kolaylığı sağlaması işten çıkarmama şartıyla birlikte düşünülmelidir.

 

Krizle birlikte bankacılık sektörünün kredi verme konusunda sıkı bir politika uyguladığı bilinmektedir. Bu anlamda, kredi alma koşullarını kolaylaştırıcı düzenlemelerin yapılması göz önünde tutulmalıdır.

 

Ama her şeyden önemlisi, kamunun istihdamı artırmaya, işsizliği azaltmaya dönük düzenleyici fonksiyonlarını yeniden gözden geçirerek kamu yatırımlarının yaygın bir şekilde yapılmasının somut planlarını gerçekleştirmesi olmazsa olmaz önemdedir. Sabit sermaye yatırımları özel sektörün birikim ve rekabet koşullarına bırakıldığında bunun istihdama etkisi bu özel çıkarların beklentileri etrafında şekillenmektedir. Bu durum ise rekabet koşullarında emek yoğun üretim tercihlerinin artmasına ve verimlilik kapasitesinin düşmesine neden olmaktadır. Bu yüzden kamunun istihdamı artırıcı yatırımlara önderlik etmesi ve özel sektör için yönlendirici olması gerekmektedir. 

 

Hem istihdamın geliştirilmesinde hem de kamu yatırımlarının somut plan çıktılarının hazı
rlanmasında gerçekçi bir düzenleme mekanizmasına ihtiyaç vardır. Bu nedenle, sosyal tarafların etkin bir rol üstlenmesinin olanakları yaratılmak durumundadır.

 

Bütün işletmeler açısından çalışma saatlerinin mevzuatta belirlenen 45 saatlik üst sınırdan 40 saate çekilerek ek istihdam yaratılmasının önü açılmalıdır. Fakat bu ücretlerde bir kayba neden olabilecek uygulamaya dönüşmesinin tedbirleriyle yapılmalıdır.

 

Esnek çalışma biçimlerinin istihdama etkisi söz konusu olmamıştır. Aksine, örneğin mevzuatta yer alan Kısa Çalışma Ödeneğinden yararlanma yoluna giden işletmelerin süre bitiminde işçi çıkarmaya başlamaları oldukça manidar bir durum yaratmıştır.

 

2- Kayıtdışı Üretim ve İstihdam Kayıt Altına Alınması

Türkiye’de kayıtdışı istihdam toplam istihdamın %45’i düzeyinde seyretmektedir. İşverenlerin %30’unun kayıtdışında üretimlerini sürdürmesidir.

 

Kayıtdışı üretim ve istihdam, uzun çalışma saatleri nedeniyle istihdamın sınırlanmasına, ücretlerin düşmesine, yasal mevzuatın kuralsız hale getirilerek boşa çıkarılmasına, üretkenliğin ve verimliliğin heba edilerek toplam verimlilik kapasitesinin üzerinde olumsuz etkide bulunmaktadır.

Bu nedenle, Kayıtdışı istihdamı ve üretimi engelleyecek mevzuat değişiklikleri hızla yaşama geçirilmeli ve çalışma ortam ve koşulları iyileştirlmelidir.

 

Kayıtdışı faaliyetlere dönük en önemli denetim mekanizması sendikal örgütlenme çalışmalarıdır. Bu konuda sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri hızla kaldıracak düzenlemelerin yapılması ve 2821 ve 2822 sayılı yasaların çağdaş ve uluslar arası normlara uygun hale getirilmesi gerekmektedir.

 

Denetim ve yaptırım işlevini uhdesinde tutan ilgili birimlerin kapasiteleri güçlendirilmeli ve etkinliklerinin artırılması sağlanmalıdır.

 

3- Enflasyon karşı Sosyal Koruma Politikaları Oluşturulması

Türkiye İstatistik Kurumu Tüketici Fiyat Endeksi, Madde Fiyatları ve 2003 yılı Hane Halkı Tüketim anketi sonuçları üzerinden yapılan hesaplamaya göre dar gelirlinin enflasyonu ise 2010 yılında resmi enflasyonun 2,6 puan üzerinde gerçekleşerek yüzde 12,83 oldu.

 

Türkiye’de işçiler ve emekçiler, artan işsizliğin, işten çıkartmaların, ücretlerde yaşanan düşüşlerin ağır etkisini hissetmeye devam ediyor. Bu koşullar altında enflasyondaki en ufak kırpırdanma açlıkla, yoksullukla biraz daha yüzleşmeye neden oluyor. Açıklanan enflasyon ile sokaktaki enflasyon arasında ciddi farklılıklar bulunduğu bir gerçek. Bu gerçek 2010 yılının ilk iki ayında olduğu kadar açığa çıkmamıştı. Gıda ürünlerindeki artış, resmi enflasyonun 2 katını buluyor. Patates, soğan, et, biber, ıspanak gibi temel ürünlerdeki fiyat artış enflasyonu 5’e, 10’a katlıyor.

 

Asgari ücretli, aldığı zammı iki ay içinde yitirdi. Alım gücünde radikal düşüşler yaşanıyor. Sendikamız bu koşullar altında enflasyona dayalı ücret artışlarının yoksullaştırıcı etkisine dikkat çekmektedir. Resmi enflasyon ile gıda fiyatlarındaki artış arasındaki fark yoksullaşmanın etki düzeyini göstermektedir. Diğer yandan et, patates, soğan gibi en önemli gıda maddelerinde yıllık artış düzeyinin, gıdada ki toplam artış düzeyinin çok üstünde olması bu ürünlerin gıda sepeti içindeki payının düşük olduğunu göstermektedir. TÜİK, hangi maddenin, enflasyon sepetine ne kadar etki ettiğini açıklamalıdır.

 

  • Emekçilerin ücretlerinin belirlenmesinde esas alınan enflasyon verileri emek örgütleri tarafından denetlenebilmelidir.
  • Enflasyon oranları belirlenirken, temel ihtiyaç ürünleri endeksi oluşturulmalıdır.
  • Ücret artışlarında enflasyon değil, asgari geçim düzeyi esas alınmalı, asgari ücret bu düzeyin üstüne çıkartılmalıdır.

 

Artık enflasyon işçilerin ekmeği üzerinden oynanan bir oyun olmaktan çıkartılmak zorundadır. TÜİK şeffaf ve denetlenebilir bir kurum haline getirilmelidir. Sendikamız bu konuda her türlü katkıyı vermeye hazırdır.

 

Ayrıca hayat pahalılığına karşı geçim sorununu azaltmak için başta doğalgaz, elektrik, su, ulaşım olmak üzere temel tüketim mallarında indirime gidilmelidir. Bu ürünlerden alınan vergiler düşürülmelidir.

 

Düşük ücret alanlara, geliri olmayanlara vatandaşlık ilkesi gereği sosyal yardım yapılması sosyal devlet olmanın bir gereğidir. Temel ihtiyaçların karşılandığı ve/veya aylık ödeme ilişkisinin düzenlediği bir yaklaşım oluşturulmalıdır.

 

4- Sağlık ve Sosyal Güvenlik Koruma Politikalarının Geliştirilmesi

Hali hazırda istihdamın %45’ine varan kayıtdışı istihdam ve işverenlerin %30’una varan kayıtdışı işveren olgusu kriz sürecinde yaygınlık kazanmaktadır. Bu olumsuzluğun, çalışanları güvensizliğe mahkum ederek, sosyal korumayı ve sağlık sorununu ağırlaştırdığı açıktır.

 

Küresel sermayenin talepleri çerçevesinde sağlıkta yaşanan özelleştirmeler sonucu mağdur olan kitle sayısı hızla artmış ve piyasanın insafına terk edilmişlerdir.

 

Kamunun genel bütçeden, hizmet satın almaları adı altında piyasaya aktardığı kaynaklar, hiçbir ayrım gözetmeksizin herkes için ulaşılır olmasına olanak sağlayan sağlık ve sosyal sağlayan hizmetler için harcanmalıdır.

 

Etkili ve yaygın koruyucu hekimlik temelinde halk sağlığı uygulamalarına önem verilmelidir.

 

5- Eğitim Hizmetlerinin Herkes İçin Parasız, Ulaşılabilir ve Nitelikli Olması Politikasının Yaşama Geçirilmesi

Bilginin öneminin giderek arttığı bilinciyle; temel bilgi ve beceri düzeyinin güçlendirildiği; kamu yatırımlarının yükseltildiği; teknolojik ve ekonomik ihtiyaçların talebine uygun bir insan gücü sunabildiği;var olan işgücü eğitim düzeyinin yükseltildiği; ulaşılabilirlikte cinsiyet eşitliğinin sağlandığı;mesleki eğitimin kalitesinin yükseltildiği bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır.

 

Kolay, ulaşılabilir ve parasız eğitim politikaları yoksulluğu giderici, ve toplumsal refahı sağlayıcı önemli bir alan durumundadır.

 

6- İşsizlik Sigortası Fonu’nun Etkin Kullanılmasının Sağlanması

Hiç kuşkusuz Türkiye’de işsizlik sigortası sosyal amaçlarla gündeme gelmiş, sosyal işlevler gerekçe edilerek yasalaştırılmıştır. Fakat pratikteki uygulama, bu fonun ağırlıklı olarak kendi öz işlevi dışında farklı ekonomik alanlarda değerlendirilmesine yol açmıştır. Fonun amaç dışı kullanımı ve yararlanma koşullarının ağırlığı nedeniyle gerçek işlevini yerine getirmekten uzak olduğu gibi, mağduriyeti
telafi ve ücret gelirini ikame edici özelliğini yitirmiş durumdadır.

 

Fonun gerçek işlevine kavuşması fondan yararlanma koşullarını kolaylaştırmakla mümkündür.

 

Güvencesiz ve kayıtdışının etkin olduğu bir süreçte fondan yararlanmak için gerekli olan şartları yerine getirebilen çalışan sayısı oldukça azdır. Bu nedenle, işsizlik sigortasından yararlanmak için prim sayısı 1 yıla indirilmelidir. Ödeme süreleri uzatılmalı ve sigorta aylık ödeme miktarı işçinin işten çıkarılmadan önceki aldığı ücretin %80’i düzeyinde olmalı, bu oran diğer 6 aylık dilimler için kademeli olarak indirilmelidir.

 

Fon’un kendi amaçları dışında kullanılmasına kesinlikle izin verilmemesi gerekmektedir.

 

7- Örgütlenme Özgürlüğü ve Sendikal hakların Genişletilmesinin Güvence Altına Alınması

Emekçilerin tarihsel kazanımları olan sendikal hak ve özgürlükleri işverenler tarafından kriz bahane edilerek ortadan kaldırmak istenmektedir.

 

Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Aksine, sendikal hakların genişletilmesi ve örgütlenme özgürlüğünün güvence altına alınması, kriz döneminde sosyal kazanımların korunması, toplumun refah düzeyinin belli bir düzeyse tutulması ve krize karşı alınacak tedbirlerin hayata geçirilmesinde son derece etkili bir rol oynayacaktır.

 

Sendikal örgütlenmelerin bulunduğu işyerlerinde mevcut bağıtlanmış sözleşmeler gereği taraflar olumsuz koşulların bertaraf edilmesinde ortak davranmakta ve krizin etkilerinin ortadan kaldırılması çabası içinde birlikte davranmaktadırlar.

 

Böylesi dönemlerde işveren örgütlerinin getirmiş olduğu esneklik talepleri kriz fırsatçılığından başka bir anlam taşımamaktadır. Esneklik, güvenceli esneklik, özel istihdam büroları talebi gibi talepler hep istihdamı artırmaya dönük ve işsizliği azaltmaya yarayan uygulamalar olarak dillendirilmekte, ama somutta bakıldığında bu uygulamaların istihdamı artırıcı ve işsizliği azaltıcı bir etkisinin görülmediği bilinmektedir. Yine bu talepler gerçekte, sendikal örgütlenmelerin ortadan kaldırılması ya da işlevinin sınırlanması için talep edilmektedir.

 

İstihdamın artırılması ve işsizliğin azaltılması politikalarına yön verecek olan ILO’nun “İnsan Onuruna Yakışır İş” anlayışı olmak durumundadır. Bu ilkeden hareket edilmedikten sonra yaratılacak istihdamın koşullarının nasıl olacağı dünya ve ülkemiz gerçeğinde bilinmektedir. Bu anlayışın en önemli ayağını sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme düzeni oluştururken, gerçek sosyal diyalog zemini de bu özgürlük ve güvence ortamında kendi ifadesini bulacaktır.

 

————————

RAPORU PDF DOSYASI OLARAK İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

ITUC ETUC