Image Map

DİSK'iN KURULUŞUNUN 44. YILI, GENEL TEMSİLCİLER MECLİSİ TOPLANTISIYLA KUTLANDI…

 

DİSK’in kuruluşunun 44. yılı dolayısıyla 13 Şubat 2011 Pazar günü Ankara’da

DİSK Yönetim Kurulu, Başkanlar Kurulu, Denetim Kurulu, Disiplin Kurulu Üyeleri ve DİSK Bölge Temsilcileri, üye sendikalarımızın Yönetim Kurulu, Denetim Kurulu, Disiplin Kurulu Üyeleri, Şube Başkanları ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Bölge Temsilcileri, İşyerleri Baş Temsilcilerinin oluşturduğu “DİSK GENEL TEMSİLCİLER KURULU” toplandı.

 

DİSK’in son birkaç mücadele yılını kapsayan kısa bir belgesel gösteriminin ardından DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün Temsilciler Kurulu’nu selamlayarak, mücadelede yitirdiklerimiz ve bugün aramızda olmayanlar için salondakileri saygı duruşuna davet etti.

 

Genel Temsilciler Kurulu toplantısı DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin, DİSK’in 44. kuruluş yıldönümü ve DİSK Genel Temsilciler Meclisi’ne hitaben yaptığı konuşmayla devam etti.

 

DİSK’in kuruluşunun 44. yılına bağlamasıyla katılan genç sanatçı Ekin Öztürk’ün seslendirdiği parçalara eşlik eden kitle sık sık “İNADINA SENDİKA, İNADINA DİSK” sloganları attı. Katılımcıların akşam saat 16:30’a kadar devam eden konuşmalarının ardından vakit kalmaması nedeniyle “Genel Temsilciler Kurulu Kararları”nın hafta başında kamuoyuyla paylaşılacağı açıklandı.

 

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin DİSK’in 44. kuruluş yıldönümü ve DİSK Genel Temsilciler Meclisi’ne hitaben yaptığı konuşma şöyle:

 

Sendikalarımızın değerli yöneticileri İşyerlerinden gelen değişik işkollarındaki örgütümüzün temel taşları temsilci kardeşlerim, Mücadele Arkadaşlarım Sizleri Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu adına saygıyla, sevgiyle, övünçle, gurur duyarak selamlıyorumR30;.

 

Bugün DİSK’in kuruluşunun 44. yılı. 13 Şubat 1967’de, “..Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmaya ant içmiş” arkadaşlarımızın, Türkiye işçi sınıfının tüm çıkarları, hakları, özgürlükleri ve onurları için BİRARAYA gelmesiyle kurulan konfederasyonumuzun 44. mücadele yılını kutluyoruz bugün.. DİSK adıyla süren mücadelemiz 44 yaşındadır ama DİSK’in sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışı ve geleneği, grev hakkını kullanarak direnme gücünü gösterenlerin 1872’lerdeki mücadelelerine kadar uzanan köklü bir gelenektir. Ve işte bu mücadele anlayışı ve geleneğinin bugünkü sürdürücüleri olan sizler, aynı kararlılık ve inançla bugünün dünyasında DİSK’i layıkıyla temsil ediyor, yeni mücadele deneyimlerinizle DİSK hazinesine yeni değerler katıyorsunuz. Hepinizin şahsında, bugünün zor ve çetin koşullarına aldırmadan, yılmadan usanmadan mücadelesini sürdüren bütün DİSK’li arkadaşlarımı buradan tek tek kucaklıyor ve selamlıyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bugünün diğer bir önemi de; en büyük danışma organımız olan GENEL TEMSİLCİLER KURULU toplantımızı gerçekleştirmemizdir.. Son 4 aydır Türkiye’yi karış karış dolaştık. Bütün bölgelerde, bölge temsilciler kurullarımızı topladık, sınıfımızın sorunlarını, Türkiye’nin durumunu, ülkenin gidişatını ve çözüm önerilerimizi görüştük, tartıştık. Bütün örgütümüzün görüşlerini almaya gayret ettik. Edirne’den başlayan toplantılarımız, Eskişehir, Kocaeli, Konya, Bursa, Gaziantep, Adana, Diyarbakır, İstanbul, İzmir illerinde yapıldı. Bu toplantılara, bağlı oldukları yakın illerdeki temsilci arkadaşlarımız katıldılar. Bugünkü buluşmamıza ise, DİSK Yönetim, Denetim, Onur Kurulları ile Başkanlar Kurulu üyeleri yanında, tüm sendikalarımız yönetim kurulları, ülke çapındaki bütün şube başkan, bölge temsilcisi ve bütün işyerlerinin baştemsilcileri katılıyor.

 

Değerli Mücadele Arkadaşlarım,

Bu kış kıyamette bizleri sokağa döken, yaşadığımız sorunlarda en büyük gücümüz olan işyerleri temsilcileri ile ortak değerlendirme yapma zorunluluğu sağlayan nedir? Ülkemiz nereye gidiyor? Bizleri, işçileri, ailelerimizi, emekçileri, emeklileri, gençleri, kadınları yakından ilgilendiren neler yaşıyoruz? Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum. Sonra sizlerden sürece ilişkin değerlendirmelerinizi ve bize yol gösterecek önerilerini alacağız. Bu önerileriniz bize mücadele stratejimizi oluşturmada YOL GÖSTERECEKTİR.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Kapitalist küreselleşme tüm insani değerlerin üzerinden bir silindir gibi geçiyor. Yoksullaştırıyor, yalnızlaştırıyor, çaresizleştiriyor. Her tür eşitsizlik biçimini yeniden üreten neoliberal program ve siyasetin antidemokratikleşmesi, işsizliğin ve toplumsal dışlanmanın yaygınlaşması, sosyal devletin ve kamu hizmetlerinin gerilemesi, yoksulluk/yoksunluk/işsizlik ve örgütsüzleşme gibi sonuçlar doğuruyor. Sermaye servetine servet katarken, bu gelişmeler kaynakların adaletsiz dağılımına yol açıyor. Emekçilere, işsizlere ve yoksullara sistemin faturası ödettiriliyor. Daha 10 gün önce, Ankara OSTİM’de ardarda yaşanan patlamalar sonucunda 18 insan yaşamını yitirdi. Üç gün önce de, Afşin-Elbistan Termik Santrali kömür madeni sahasında bir kaza meydana geldi. İki gün önce de Sakarya’da bir patlama oldu. Dileriz daha fazla insanın ölü bedenleriyle karşılaşmayız.

 

Bir ülke düşünün ki arkadaşlar, maden çıkarılıyor insan ölüyor. Gemi yapılıyor insan ölüyor. Kömür kazılıyor insan ölüyor. Kot taşlanıyor insan ölüyor. Tekstil atölyelerinde insan ölüyor. Fabrikada çıkan yangında veya servis aracında kilitli kalıp insanlar ölüyor. Bu ülkede, insanın ölmediği bir iş yok değerli arkadaşlar!.. Bu niye böyle?? Çünkü sevgili arkadaşlar, bu ülkede insandan çok, paraya önem veriliyor.

İnsan değil, para seviliyor. Üç kuruş zarar etmemek veya üç kuruş servet için göz kırpmadan insanların ölmesine seyirci kalınıyor. Türkiye’nin en büyük sanayi bölgesinin, yine en riskli deprem bölgesinde, önlemsiz ve güvencesiz olarak üretim yapılması başka nasıl açıklanabilir? Türkiye’de maden ocaklarında, tersanelerde, güvencesiz, sağlıksız, korumasız, ruhsatsız ve denetimsiz işyerlerinde, cinayete dönüşen iş kazalarında kaybettiğimiz binlerce işçinin ölüm nedeninin ardındaki gerçeği sizler çok iyi biliyorsunuz arkadaşlar. Bu işyerleri, “canlı ölülerin” çalıştırıldığı birer mezarlık gibi. Ama “nedense” bunlara karşı önlem almak, denetimleri artırmak yerine, Torba Yasa gibi güvencesizliği ve denetimsizliği artıran kararlar alınmaktadır. Adaletten, hukuktan, insanlıktan anl
amasalar da, biraz matematikten anladıkları için şunları alt alta yazıp toplasınlar: Esnek üretim, sözleşmeli personel, geçici-kısmi zamanlı ve parça başı iş, taşeronlaştırma, kölelik koşullarını kurumsallaştıran Özel İstihdam Büroları, fazla mesai uygulamaları, denkleştirme süreleri, yoğunlaştırılmış çalışma haftası, çağrı üzerine çalışma, ödünç iş ilişkisi, deneme süreleri, 4C ve bütün bunların üzerinde taçlanan Torba Yasa.. Bu toplamdan nasıl emek lehine ve insani bir sonuç çıkabilir ki? İşte bu toplamın bedelini işçiler, Tuzla’da, Zonguldak’ta, Bursa’da, Davutpaşa’da, OSTİM’de, Afşin’de ve daha yüzlerce işyerinde olduğu gibi ölümle ödüyorlar. Yani sevgili arkadaşlar, temel bir insan hakkı olan iş ve çalışma güvencesi hükümetler tarafından bertaraf edilmesi gereken bir tehdit olarak algılanıyor.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Emekçiler güvencesiz çalışma koşullarına hapsedilmeye çalışılırken aynı zamanda da örgütsüz bırakılmak isteniyor. Sendikalaşma ve örgütlenme siyasi iktidarlar tarafından bir suç gibi görülerek engelleniyor. Aslında bu yeni bir şey değil; bu topraklarda emekçilerin örgütlenmesi hep engellenmek istendi; örgütlenmelerimiz belli dönemlerde dağıtıldı. Arkadaşlar, hatırlayacağınız gibi, sendikal hak ve özgürlüklerin budanması ve DİSK’in kapatılması için hazırlanan yasal düzenlemelere karşı işçi sınıfımızın gösterdiği 15-16 Haziran direnişi hâlâ hafızalardadır. Dönemin çalışma bakanının deyişiyle “DİSK’in çanına ot tıkamak” istekleri, bu müthiş direnişle geri püskürtülmüştü. Sendikalar yasasının değiştirilerek DİSK’i kapatma isteği, sadece DİSK üyesi işçilerinin değil, sendikalı sendikasız bütün işçilerin de tepkilerine neden olmuş, İstanbul, İzmir, Ankara ve İzmit illerinde 100 bini aşkın işçi işyerlerini terk ederek sokaklara çıkmıştı. Direniş başarıyla sonuçlandı ve yasalar TBMM tarafından kabul edilmesine karşılık Anayasa Mahkemesi tarafından durduruldu. İki gün süren direniş sırasında 3 işçi hayatını kaybetti, 1500 işçi işinden atıldı, DİSK ve bağlı sendikalardan çok sayıda yönetici tutuklandı. İstanbul ve İzmit’te sıkıyönetim ilan edildi. Biz işte böyle bir mücadele geleneğinden geliyoruz arkadaşlar. Türkiye’nin yakın tarihi, işçi sınıfının onurlu mücadelesinin ve direnişlerinin tarihidir. “O gün” yapılmak istenilen ancak geri püskürtülen yasal değişikliklerin hepsi 12 Eylül darbesiyle gerçekleştirildi. Bugün çalışma hayatını düzenleyen yasaların tümü 12 Eylül ürünüdür. Bugün de bunlarla yüzyüzeyiz ve henüz yıkmamız gereken çok duvarlar var karşımızda. O tarihten bu yana uygulanan politikalar sadece emeğin haklarını budamakla kalmadı, aynı zamanda eğitim ve sağlık gibi en temel insani ihtiyaçların parasız karşılanamadığı, kamusal hizmetlerin ana mantığının kârlılık haline getirildiği, işsizlerin, yoksulların muhtaçlar olarak onurunun çiğnendiği bir barbarlık düzenini de dayattı. Irkçı-şoven bir anlayışla farklı kimliklerin toplumsal ve siyasal yaşamda kendisini ifade etmesi engellenirken; insanları birbirine düşman eden, toplum içindeki bağları kopararak parçalanmaya iten ötekileştirici, düşmanca politikalar, toplumsal bütünlüğün en büyük tehdidi olmaya devam ediyor. Yakın tarihimizin kan, gözyaşı ile biriktirdiği tortularla yüzleşmek demokratik bir ülkede uygar yurttaşlar olarak barış içinde yaşamak için tüm gücümüzle bu sürece müdahale etmek zorundayız. Çünkü demokratikleşmenin, emeği hapsolduğu cendereden çıkartmanın ve barışı sağlamanın başka bir yolu yoktur. Bu yüzden sosyal adalet, eşitlik, özgürlük, emek, barış ve demokrasi eksenli mücadeleyi yükseltmeli taleplerimizi olanca gücüyle haykırmalıyızR30; Acı ve gözyaşı ile yoğrulmuş ve “kaderimiz” haline getirilmeye çalışılan bu barbarlığa karşı durmalıyız!

Değerli Arkadaşlarım,

·        DİSK ne bir siyasi partinin, ne sermayenin veya hükümetin desteklediği bir konfederasyon değildir.

·        DİSK, bağımsız bir örgüttür.

·        DİSK, şanlı mücadele geleneğinde sadece üyelerinin haklarını gözeten bir sendika olmamıştır.

·        Çünkü DİSK, ekonomik ve sosyal kazanımlarının ancak ve ancak siyasal kazanımlarla korunabileceğinin son derece farkındadır.

·        Bu nedenle de DİSK, toplumsal sorunların çözümü konusunda hiçbir zaman görevden kaçmamıştır.

·        DİSK, başka bir dünya hayali ve özlemini hafızasında hep canlı tutmuştur.

·        DİSK’in çelik kasasının içinde her zaman korunması gereken şey, insan ve halk sevgisi olmuştur.

·        Dolayısıyla DİSK, insanlığın kurtuluş projesinden bağımsız bir sendikacılık anlayışına asla sahip olmamıştır.

Türkiye’nin, bu topraklar üzerinde yaşayan yoksul halkın, yaşadığı bütün sorun ve sıkıntılar bizim de birinci dereceden sorunumuzdur. Ve bu sorunların çözümünde de öncelikle dikkat edilmesi gereken şey, halkın refah ve mutluluğunun, eşit, özgür ve barış içinde birarada yaşamasının gözetilmesidir.

 

Sevgili Arkadaşlar,

Eşitlikle özgürlük insanlığın iki temel değeridir ve birbirini tamamlayarak güçlendirir. Hem demokratik, hem sosyal haklar özgürce kullanılabilmelidir. Toplumun maddi kaynaklarının paylaşımında, istihdam olanaklarına erişimde, parasız ve nitelikli eğitim, sağlık, sosyal güvenlik haklarının kullanımında tam bir eşitlik sağlanmalıdır. Yurttaşlarını etnik, dinsel, siyasi görüşlerine sınıflayan ve ona göre davranan bir kamu anlayışından kurtulmalıyız. Kürt sorununun çözümü için demokratik ve barışçı yöntemler dışında hiçbir yol olmadığını yüksek sesle bir kez daha ifade etmeliyiz. Bir yandan çözüm yolunda işaretler verirken öte yandan çatışmalardan medet uman ikiyüzlü politikaların güven sorunu yaratacağını ve çözümün önünü tıkayacağını dile getirmeliyiz. Her türden etnik, dini, cinsiyet vb. kimliklerin özgürce yaşanabildiği, farklı kültürlerin ve düşüncelerin kendilerini ifade olanaklarının yaratıldığı, özgürlükçü bir laiklik anlayışının egemen olduğu, bir arada kardeşçe yaşama kültürüyle yoğrulmuş bir ülke, toplumsal barış ve huzurun tek reçetesidir. Çözüm; eşit, özgür, bağımsız, demokratik ve laik bir Türkiye’de bir arada kardeşçe yaşam anlayışının egemen olmasından geçecektir. Özlemini duyduğumuz bu Türkiye tablosunun önündeki en büyük engellerden biri olan 12 Eylül’ün Darbe Anayasası’ndan kurtulmanın biricik yolu geniş toplumsal kesimlerin katıldığı, özgür bir tartışma ortamında bir toplumsal uzlaşının gerçekleştirilmesidir. Bu noktada öncelikle mevcut Anayasa’nın mağdur ettiği, dışladığı, ötekileştirdiği toplumsal kesimlerin talepleri karşılanmalıdır. Sendikal hak ve özgürlükler,
ifade ve örgütlenme özgürlüğü kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşme hakkı güvence altına alınmalıdır. Emeğin özgürleşmesi, barışın sağlanması ve demokrasinin kurumsallaşması ancak kapsamlı özgürlükçü, etnik, dinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıklardan arındırılmış yeni bir Anayasa ile mümkündür. Önümüzdeki dönemde bu konuda çetin bir mücadele süreci bizleri bekliyor arkadaşlar. Sokak sokak, mahalle mahalle, işyeri işyeri, yani bulunduğumuz her yerde, bu düşüncelerimizi kitlelere anlatacağız.

 

Mücadele Arkadaşlarım,

Sizlerle AKP iktidarının 10 yılını içeren değerlendirmelerimizi de paylaşmak istiyorum. AKP hükümeti, emekçilerin haklarının gasp edilmesi üzerine kurulu, ucuz emek ve kuralsızlığı dayatan yeni bir çalışma rejimi inşa etmektedir. Bu rejim açık bir sömürü rejimidir. Türkiye tarihinin, sınıfsal karakteri en belirgin hükümeti olan AKP, 10 yıllık iktidarı süresince sermaye kesimlerinin bir dediğini iki etmemekte, emekçilerin daha kuralsız ve güvencesiz koşularda çalışmasının yollarını yapmaktadır. Bunu yaparken de topluma açık açık yalan söylemekten, halkı kandırmaya çalışmaktan çekinmemektedir. İşsizlik sorunu bugün Türkiye’nin en önemli problemlerinden biri durumundadır. AKP hükümeti işsizliği azaltacak somut adımlar atmak yerine, sürekli topu taca atmaktadır. İstihdam adına alınan tedbirler sayesinde işsizlik azalmamıştır ama şirketlerin kasaları dolmuştur. İşçi maliyetleri düşmüştür. İşçilerin çalışma süreleri uzamış, esneklik uygulamaları ile işçinin, tek bir işte çalışıp, eve düzenli bir gelir getirme olanakları ortadan kaldırılmış, taşeronluk uygulamaları bir çığ gibi yayılmıştır. İşçiler artık kadrolu, düzenli gelir getiren, güvenceli bir iş bulma olanağını ve umudunu giderek yitirmektedir. Bunun sorumlusu AKP hükümetinin geliştirdiği istihdam stratejileridir. İki önemli sektörden bahsedelim. Eğitim ve sağlık. Birine çocuklarımızı, diğerine sağlığımızı emanet ediyoruz. AKP hükümeti iktidara geldiğinden bu yana yüz binlerle ifade edilen öğretmen açığına rağmen eğitim sektörüne yeteri sayıda kadrolu eleman almamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2010 Bütçe Raporu’na göre, AKP döneminde 478 bin kişi istihdam edilirken, bunların yalnızca yüzde 31’i kadrolu olarak istihdam edildi. Sözleşmeli olarak istihdam edilenler ise yüzde 15 oldu. Buna karşın kısmi zamanlı geçici öğretici, ücretli usta öğretici olarak çalışanlar bu dönem içerisinde MEB bünyesine katılanların yarısını oluşturdu. Bu kişiler en kötü koşullarda, ders saati üzerinden, ayda en fazla 16-17 gün sigortalı olabilen, normal öğretmene göre çok daha az ücret alan öğretmenlerdir. Yani öğretmen alımlarında güvencesizlik ve kuralsızlık bir istisna değil kural haline geldi. Yine 4C statüsünde 20 bin personel bu dönemde MEB bünyesine dahil oldu. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde temizlik hizmetleri de taşeronlaştırıldı. Okullar ihtiyaç duydukları personeli velilerden aldıkları paralarla karşılamaya başladılarR30; Sağlık sektöründe, AKP dönemi boyunca işe alınan her 10 kişiden 9’u taşeron uygulaması ile gerçekleştirildi. AKP hükümeti döneminde kadrolu, güvenceli bir işte çalışmak hayal haline geldi. Özel sektörde ise esnek çalışma biçimleri, güvencesizlik, kuralsızlık yaygınlaştı. Krizde şirketlere yardım musluklarını açan hükümet, çıkartılan binlerce işsizin sorununa, ücretsiz izinlerle mağdur edilen milyonların sesine kulaklarını tıkadı. Ne zaman ki, patronların lehine bir düzenleme gerekiyor, oraya acilen yetişti. Hükümet krizde şirketleri korudu, şirketler ise işçilerini daha çok sömürdü, işsiz bıraktı.

 

Değerli Dostlar, Mücadele Arkadaşlarım

Şimdi işsizleri, sanki işsizlik kendi beceri eksikliğinden kaynaklanıyormuş gibi göstererek, hükümetin uyguladığı politikalarının payını gizlemeye çalışıyorlar. Dünya’da en uzun çalışma sürelerine, en az ücretli izin hakkına sahip ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye’de bir işçi yılda 2 bin 200 saat Avrupa’da ise 1.700 saat çalışıyor. Çalışma sürelerini Avrupa ortalamasına indirin, bakın bakalım işsizlik nasıl geriliyor. Ama o zaman hükümet patronların sözünden çıkmış olur. Kendi hizmet ettiği kesime ihanet etmiş olur. Patronlara hizmet etmek varken, işçilere neden hizmet edilsin değil mi? Onları nasılsa kandırırsınız. Televizyonlarınız ve haber ajanslarınız var. Bu işçilerin karnı tok değil ama, yalanlara doymuş durumdalar. O yüzden artık yeter diyoruz. Artık yeter!

 

Değerli Dostlar,

Patronlar esneklik diye tutturmuş, kıdem tazminatını kaldıralım diye tutturmuş, emir eri hükümet de elinden geleni yapıyor. Esnekliği iş yaratmak için zaruri olarak kamuoyuna sunuyor. İş gücü piyasalarının esnekleştirilmesi, işsizliği azaltacak bir reçete olarak sunulamaz. Birincisi konuya ilişkin yeterli ve bilimsel veri yoktur. İkincisi esneklik uygulamaların sonuçlarını Avrupada ki model ülkelerde patlayan işsizlik oranlarında görüyoruz.  İşin yoğunlaştırılmasını ve daha az işçi ile daha çok üretim yapmayı hedefleyen esneklik uygulamaları, tersine işsizliği artıran bir faktör olarak görülmelidir. Esneklik, işten çıkartmaların ya da yeni işçi istihdam etmemenin bir aracı haline gelmektedir. Kölelik koşullarını kurumsallaştıran Özel İstihdam Büroları, fazla mesai uygulamaları, denkleştirme süreleri, yoğunlaştırılmış çalışma haftası, çağrı üzerine çalışma, ödünç iş ilişkisi, deneme süreleri gibi uygulamalarla yeni istihdam yaratmayı hedeflediğini söylemek gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bunun yanında, kısmi zamanlı çalışma uygulamaları ile hedeflenen şey istihdam yaratmak değil, ücretleri baskılamaktır.

 

Değerli Dostlar,

AKP “sosyal güvenlik sistemi bütçede kara deliktir” dedi. Emeklilik yaşını yükseltmeyi, sağlık sistemini ticarileştirmeyi gündemine aldı. İtiraz ettik. Yasa geçti. O zaman da halka pembe tablolar sunulmuştu. Sosyal güvenlik bütçede yük değildir, devletin sorumluluğudur. Herkese ücretsiz, nitelikli bir sağlık hizmeti, insanca yaşanacak bir emeklilik geliri vermek devletin sosyal bir görevdir. Ama bakın 2 yıl önce emeklinin, insanların sağlığını sırtında yük gören hükümet, 2 yıldan bu yana işverenlerin sigorta priminin ortalama aylık 55 TL’sini hazineden ödüyor. Yeni aldığı işçinin de 225 TL’lik primini 5 yıl boyunca İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ödemeyi gündemine almış durumda. Madem paranız boldu. O zaman neden emeklilik yaşını 65’e kademeli olarak çıkartma kararı aldınız? Neden sağlıkta katkı payını, herkese prim zorunluluğunu getirdiniz? Neden özel sağlık hastanelerine milyarlarca lira akıttınız? Neden prim ödeme sürelerini artırdınız?

 

Mücadele Arkadaşlarım

Biliyorsunuz, işsizlere, kısmi süreli çalışanlara, 18 yaşından büyüklere, 1 Ekim 2010 tarihinden itibaren 30 gün üzerinden prim ödeme zorunluluğu getirildi. Gelir tespiti yaptırmayanlar, GSS giriş bildirgesi vermeyenler 796 TL cezalı duruma düştü. 10 milyon kişi bu cezayı yemiş durumda. Ama farkında değiller. Hükümet bu acı uygulamayı Torba Yasa ile 1 Ocak 2012’ye
çekiyor. Böylelikle tepkilerden korunmak istiyor. Diğer yandan İşsizlik Sigortası Fonu hem hükümet hem sermayedarlar, hem taşeron firmalar tarafından yağmalanıyor. Bu konuyu her yerde dile getiriyoruz.

 

Değerli Dostlar,

Gelelim Torba Yasa’nın son durumuna. Yasa Meclis’te. DİSK olarak şunu açıkça ifade ediyoruz ki, tasarının Meclis Komisyonu’na geldiği 29 Kasım tarihinden beri hiç durmaksızın bu tasarının getirdiklerini ve götürdükleri başta üyelerimiz olmak üzere tüm emekçilere, topluma anlatmak için uzun bir uğraş verdikR30;Trakya, Marmara, Ege, Karadeniz, Güneydoğu, Akdeniz ve İçAnadolu’da DİSK Bölge Temsilciliği Kurullarımızı topladık. AKP iktidarının gerçek yüzünü ve Torba Yasası ile yapılmak istenilenleri konuştuk. Bütün illerde PTT önlerinde Meclis’de grubu bulunan siyasal partilere telgraflar yolladık. Başta Ankara, İzmir, Adana, İstanbul olmak üzere metropollerde yürüyüşler yaptık. Ankara’da TBMM’de komisyon çalışmaları sırasında Meclis’e yürüdük, dosya vererek görüşlerimizi anlattık.. En son Genel Kurul görüşmeleri sırasında Meclis’e yürüyerek görüşlerimizi anlatmak son kez uyarmak istedik, yaşananlara bütün çıplaklığıyla sizler de tanıklık ettiniz. Demokratik hakkımızı kullanmamıza ve taleplerimizi ifade etmemize gaz, tazyikli su ve sis bombaları ile karşılık verildiR30; Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarına yandan çarklı destek atan fakat kendi yurttaşlarına her türlü zulmü reva görenlerin bu saldırganlığına ne denir? “GAZANIZ MÜBAREK OLA!.. SONUNUZ MÜBAREK OLA..” Artık sözün, uyarıların bittiği noktadayız. AKP iktidarı gözü dönmüşçesine ve bırakın toplumu Meclis’ten bile kaçırarak yasal düzenlemeleri bir an önce TBMM’den çıkarma gayreti içindedir. Bu Torba Yasası bir gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır ki, AKP iktidarı bütün uygulamaları ile emekçi düşmanı yüzünü sergilemektedir. Şimdi bize düşen görev bir yandan siyasal iktidarın yapmak istediklerine sonuna kadar mücadele ederek engellemeye çalışırken, öte yandan gerçek yüzünü topluma göstermektir. Şimdi bize düşen görev, sermayenin sesi AKP iktidarını teşhir etmektir. Yeni mücadele yol haritaları oluşturmaktır. En geniş toplumsal muhalefeti örgütlemektir. Bu nedenle DİSK olarak bu sürece sessiz kalmayacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz.

 

Mücadele Arkadaşlarım

Bugün 44. yılını kutladığımız örgütümüz, onurumuz, Türkiye işçi sınıfının yüz akı Konfederasyonumuz DİSK 44 yıl önce 13 şubat 1967 yılında 30 bin üyeye sahip 5 sendika tarafından kurulmuştu. Sizlere kuruluş bildirgemizi dağıttık. İzninizle kısaca DİSK’in kuruluş raporundan bazı bölümleri aktarmak istiyorum. Adlarını saygıyla andığımız kurucularımız 13 Şubat 1967’de şunları diyorlar;

·        “Konfederasyonumuz işçi haklarını en önde savunacak, işçi haklarının ayaklar altına alınmasına asla göz yummayacaktır.

·        Konfederasyonumuz iç ve dış sömürücülerin Türkiye de diledikleri gibi at oynatmalarına karşı çıkacak, sömürü düzeni yerine sosyal adaletin gerçekleştirilmesini sağlamaya çalışacaktır.

·        Konfederasyonumuz işçi sorunlarını cesaretle ve bıkıp usanmadan izleyecek, başarı için çaba harcayacak, politikasını kendi ilkelerine uygun olanlarla eşit işbirliği esasına göre yürütecektir.

·        Konfederasyonumuz içi sınıfının yurt yönetiminde ağırlığını koymasını ve kula kulluk yürütümü yerine, her yönden eşitlik ve kardeşlik düzenini kurmayı amaç edinecek, işçi sınıfının yurt sorunlarında etkin bir rol oynamasını sağlayacaktır.

·        Konfederasyonumuz Türkiye nin bir an önce geri kalmışlıktan kurtarılmasını en başta gelen görevi sayacaktır.

·        Konfederasyonumuz işçilerin insanlık onuruna yaraşır bir yaşama ulaşmasını değişmez bir amaç bilecektir.

·        Konfederasyonumuz bilimi en geçerli önder ve emeği en yüce değer bilecektir…”

İşte arkadaşlarım kuruluşumuzda dile getirilen konuların bugünde yolumuzu nasıl aydınlattığını görüyorsunuz.

İşte bu örgütle onur duyulmaz mı? Bu nedenle 30 bin kişi ile kurulan DİSK 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile kapatıldığında üye sayısı 600 bin’leri aşkın bir güce kavuşmuştu. Türkiye de işçilerin kazanılmış bütün haklarının altında DİSK’in, DİSK’e bağlı sendikaların imzası vardır. İşyerlerindeki servislerden, kıyafetlere, banyo ihtiyaçlarından, kreşlere, üstünün aratılmamasından, çay sigara molalarına, ikramiyelerden, çalışma koşullarının iyileştirilmesi. Bunlar kısaca sıraladıklarım.. Her kazanımda DİSK’in imzası vardırR30; O nedenle DİSK olarak hep görevimizi, “..başta üyelerimiz olmak üzere çalışanların yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini” olarak belirlemişizdir. DİSK olarak sadece işyerlerine yönelik değil, yukarda kuruluş bildirgesinde sıralandığı gibi Türkiye’nin demokrasiye, özgürlüklere, eşitliğe yürüyüşü ile DİSK’in mücadele tarihi iç içedir. İdamların kaldırılması, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü için 141 R11; 142 maddelerinin kaldırılması, DGM’lerin kapatılması, 1 Mayısların işçi bayramı ve tatil ilan edilmesi, darbelere karşı mücadele DİSK’in toplumsal gelişime kazandırdığı mücadelelerin bir sonucudur aynı zamanda. İşte böyle bir örgütün üyeleri olarak kendimizle ne kadar onur duysak azdır..

 

Mücadele Arkadaşlarım,

Evet zor bir süreçteyiz. Biz işçi ve emekçiler için kolay bir süreç yoktur zaten. Egemen sınıfların saldırılarına karşı sürekli mücadele etmek, geleceğimizi yaratmak zorundayız. Nasıl bir örgütsel geleneği taşıdığımızı kısaca anlatmaya çalıştım. Yine kısaca AKP iktidarının nasıl sermaye lehine ve içi ve emek düşmanı politikalarla üzerimize geldiğini, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntıları özetlemeye çalıştım. Şimdi görev bütün bunları birleştirmek ve mücadele hattımızı oluşturmaktır. Bu toplantı bunun için çok önemlidir. Burada tartışacağız, kararlar alacağın sonra bu kararları hayata geçirmek üzere bölgelerimize dağılacağız. Şunu unutmayın ki toplum bizden çok şey bekliyor. Her sıkıntılı dönemde “DİSK ne yapıyor”, “DİSK niye susuyor” derken bizden yol göstericilik bekliyor, mücadele bekliyor.  Bu nedenle sessiz kalamayız, emek düşmanı saldırılara seyirci kalamayız. Bizim geleneğimizde teslim olmak yoktur, mücadele etmek vardır. DİSK Genel Başkanınız, yönetim kurulumuz başkanlar kurulumuz olarak sizleri dinleyeceğiz önerilerinizi alacağız. Bu eleştiri ve önerilerinizi kararlara dönüştüreceğiz. Hepinizi dinledikten sonra , örgütümüz adına sizden bazı taleplerim olacak, onları kapanıştan önce dile getireceğim.

 

DİSK’i DİSK yapan en önemli geleneklerden biri, sendikal demokrasi, tabanın söz ve karar sahibi olma ilkesidir. Yaklaşık 4 aydır Türkiye de yaptığımız bölge temsilcilik kurullarımızı tamamlamış olmanın ve bu toplantıyla bu çalışmaları taçlandırmanın huzuru içindeyiz. Yeni mücadele hedeflerini belirleyeceğimiz toplantımız da hepinize tekrar hoş geldiniz diyorum. DİSK’in mücadele neferlerini saygıyla selamlıyorum. DİSK’in işçisi demokrasi bekçisi olan sizleri, baskıya – şiddete direnen sizleri, Türkiye’nin her yerinde DİSK’in bayrağını dalgalandıran sizleri YÜREKTEN selamlıyorum. Yaşasın işçi sınıfının onurlu mücadelesi!..

 

YAŞASIN DİSK!.. İNADINA SENDİKA R11; İNADINA DİSK!

ITUC ETUC