DİSK İŞÇİ SINIFININ UMUDU OLMAYA DEVAM EDECEKTİR!..
DİSK Bölge Temsilciler Kurulu toplantılarından ikincisini İstanbul’da gerçekleştirdiR30; Açılış konuşmasında DİSK Genel Başkanı Erol Ekici şunları söyledi:
“DİSK İŞÇİ SINIFININ UMUDU OLMAYA DEVAM EDECEKTİR!”
Değerli Mücadele Arkadaşlarım
14. Olağan Genel Kurulumuzun ardından, DİSK İstanbul Bölge’nin yeni bir Temsilciler Kurulu’nda birlikteyiz. Geçtiğimiz Ocak ayında yaptığımız DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısında önemli tesbitlerde bulunmuş ve DİSK’i bugünkü konjonktüre hazırlayan önemli kararlar almış, sınıf mücadelesini her alanda yükseltme kararlılığımızla Genel Kurulumuza tek yumruk ve tek yürek gitmiştik.
Türkiye sınıflar mücadelesinde saygın bir geçmiş ve sendikal mücadelede parmakla gösterilen bir örgütün günümüzdeki temsilcilerinden bir kısmımız şu an bu salonda bulunuyoruz. Ve biliyorsunuz ki, DİSK’i günümüzün çetin koşullarına hazırlayacak ve gelecek kuşaklara aktaracak olanlar da bizleriz.
Başka birileri gelip bizim yerimize mücadele etmeyecekler, eğer sınıflar mücadelesinde DİSK’i layık olduğu yere taşıyacaksak bunu bizler hep birlikte yapacağız, başkası değil. Verdiğimiz sözlerin, aldığımız kararların, yaptığımız tesbitlerin arkasında önce kendimiz duracağız.
Çünkü DİSK’i DİSK yapan şeylerden biri, verdiği sözleri ve inandığı davayı canı pahasına savunan kararlı ve cesur insanların bu örgütün niteliğine ve Türkiye sınıflar mücadelesindeki yerine inanmış olmalarıdır.
DİSK doğru bir örgüttür! Ve DİSK, doğru, düzgün, dürüst, samimi, halkını ve ülkesini seven, halkının mutluluğu ve ülkesinin esenliği için ter döken insanların buluştuğu cesur bir örgüttür. DİSK gücünü kelle sayısına göre almaz; DİSK gücünü haklılığından ve dürüstlüğünden alır.
Basın yayın üzerinde aşırı bir baskı ve manüplasyon olmasına rağmen, hükümetin çalışma hayatına ilişkin uyguladığı politikalarla ilgili DİSK’e mikrofon uzatılmasının, mutlaka DİSK’in görüşünün alınmak istenmesinin nedeni budur. Veya, başka sendikal konfederasyonlara üye olan bir işçinin başı derde girdiğinde, işten atıldığı ya da bir sorunu olduğunda DİSK’i aramasının nedeni de budur.
Binlerce işçi başka sendikalarda kayıtlıdır; dikkat edin “örgütlüdür” demiyorum, kayıtlıdır, ama onların telefonunu bir kez bile aramayıp, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, gerçek bir sendikal örgüt olarak gördükleri DİSK’i ararlar. Niye? Çünkü DİSK, her ne olursa olsun, umutsuzların umudu, kimsesizlerin kimsesidir. Böyle bilindiği için aranır DİSK..
Uluslararası düzlemde de, çalışma hayatı kimlerle temsil edilirse edilsin, mutlaka “acaba DİSK ne diyor?” diye sorulmasının veya hükümetin gözünün bir ucuyla DİSK’e bakmasının nedeni yine budur. Çünkü DİSK, bir anda yüzbinlerin etrafında kenetleneceği doğruluğa ve cesarete sahip bir örgüttür.
Biliyorsunuz ki arkadaşlar, “doğru” olmakla, “güç” olmak aynı şey değildir.
Doğru olunca otomatikmen güçlü olmuyorsunuz veya güçlü olmanız sizin doğru olduğunuz anlamına gelmiyor. Herkes doğru olmayabilir ama güçlü olabilir. Bunu zaten görüyor, yaşıyoruz.
Bu memlekette ne kadar “yanlışlık” varsa, bugün fiili olarak güçlüler. Çünkü bugünkü sistem doğrular ve güzellikler üzerine değil, yanlışlar ve çirkinlikler üzerine kuruludur. Doğruluk ve güzellik, bu sistemin asla tahammül edemeyeceği özelliklerdir. Bu denklemi tersine çevirmek, yanlış ve çirkin olanın yerine, doğru ve güzel olanın güçlü olduğu bir hayatı yaşanır kılmak bizlerin boynunun borcudur arkadaşlar.
Basit bir doğa kuralıdır; bir şeyi değiştirmek istiyorsan önce onu tanıyacaksın ve sonra da “müdahale” edeceksin. İradi bir müdahaleden söz ediyorum. “Tanıma” konusunda bir sıkıntımız yok, karşımızdakileri, hayatı yaşanmaz hale getirenleri, işçi sınıfına ve yoksul halkımıza dünyayı dar etmeye çalışanları ve bunların yapmak istediklerini tanıyor ve biliyoruz. Geriye bir tek “müdahale etmek” kalıyor. Peki biz yeterince müdahale edebiliyor muyuz yaşadığımız bütün bu yanlışlar ve çirkinliklere? Hayır!..
Niye hayır, çünkü, müdahalemiz, irademiz yeterli düzeyde olsa, bugün başka bir Türkiye’de bu toplantıyı yapıyor olurduk. İzin verirseniz, bu konudaki düşüncelerimi kısaca paylaşmak isterim.
Konuşmamın başında değindiğim, bizi genel kurula götüren, gerek son Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nda ve gerekse 14. Genel Kurulumuzda ortaklaşa yaptığımız tesbit ve aldığımız kararlardan birkaçını özet olarak yeniden anımsatmak istiyorum.
Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nda değindiğimiz ve bugün de tanık olduğum gibi; kapitalizmin, “küreselleşme” adıyla bütün dünya halklarına ve emekçilere dayattığı “Yeni Dünya Düzeni”, ardı ardına yaşanan ekonomik krizle birlikte sorgulanmaya başlandı.
Krizin derinden etkilediği kimi AB ülkelerinde, hükümetler birer birer çekilip, yerini teknokrat hükümetlere bırakırken, krizin faturasını ödemek istemeyen emekçilerin yaygın grevleri, halkın kapitalizm karşıtı eylemleri kendini gösterdi bu süreçte. Dünyada yaşanan ekonomik krizin sonuçları, ülkemizin ekonomisini de, emekçilerin ekonomik ve sosyal hayatını da bütün yoğunluğuyla etkiledi.
2002 yılında iktidar olan AKP hükümeti ise, bir devlet politikası olarak uygulanan özelleştirmeleri tamamlayarak, ucuz işgücü yaratmanın en önemli ayaklarından esnek, güvencesiz çalışma modellerini yaratan İş Kanunu’nu çıkartarak, emekçilerin sosyal güvenlik ve sağlık haklarını ortadan kaldıran “Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu”nu ve devlet eliyle güvencesizliği yaratan “Torba Yasa”yı çıkartarak küresel kapitalizmin neo-liberal politikalarını uygulama şampiyonluğuna soyundu. Ülkemizi ucuz emek cenneti haline getirerek küresel kapitalizmin hizmetine sunmak isteyen AKP iktidarı elbette bunlarla yetinmedi.
Bir yandan uyguladığı antidemokratik siyasal politikalarla, ülkenin muhaliflerine yönelik adeta “savaşa dönüşmüş” operasyonlar, yaygın gözaltılar, uzun süren tutuklamalar, yasaklama ve baskı süreçleriyle ülkeyi bir korku imparatorluğuna çevirdi. Diğer taraftan da, sendikaların ve emekçilerin tepkisi ve direnci nedeniyle uygulamaya sokamadığı, “Kıdem Tazminatı’nın kaldırılması, bölgesel asgari ücret, Özel İstihdam Büroları’
nın mesleki faaliyet olarak ödünç iş ilişkisi kurması (işçi kiralama)” vb. düzenlemeleri çıkartmaya çalışmaktadır.
Bunun en somut örneği ise kendisini bir hükümet programı olarak Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nde göstermektedir. Bu belge ve çıkartılmak istenen sendikal yasalar, işçi sınıfının, tarihin en kapsamlı saldırısıyla karşı karşıya olduğunu da göstermektedir.
AKP iktidarı bunları gerçekleştirmeye çalışırken diğer taraftan da, işverenlerin taleplerini dikkate alarak emekçilere, 12 Eylül ürünü, yasakçı ve tekelci sendikal anlayışı dayatarak, sendikal hakların özünü ortadan kaldırarak, sendikalara deli gömleği giydiren 2821ve 2822 sayılı yasaları değiştirip, ILO ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşme standartlarına uygun grevli, toplu sözleşmeli sendikal hakları getirmekte ayak diretmektedir.
Emperyalizmin sadık bir bekçisi rolünü hakkıyla yerine getiren AKP’nin, bundan 8-9 ay önce de tesbit ettiğimiz gibi, ucuz işgücüne dayalı büyüme modelinin devamını sağlamak için oluşturulmuş orta vadeli ekonomik planına ve yoğun emek sömürüsüne yol açan kayıt dışı ve güvencesiz çalışma, taşeron çalıştırma, diğer esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması gibi emek karşıtı politikalarını uygulamak için, baskı politikalarını daha da artıracağına hiç kuşku yoktur.
AKP siyasetinin bugünkü gidişatının adı, bir partinin gittikçe devletleşmesi, otoriter bir yönetim anlayışının yaşamın bütün alanlarında egemen kılınması, bütün kurumların yeniden dizayn edilmesi, muhalefetin, basının, demokratik örgütlenmelerin bastırılarak baskıcı bir yönetimin, bir korku toplumunun oluşturulmasıdır.
Bugün insan hakları ihlallerinden, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğe, sendikal hak ihlallerinden adalet duygusunun rencide edilmesine, basın yayın araçlarındaki sansürden, üniversitelerin baskı altında tutulmasına, şovenizmin yaygınlaşmasından militarizm övgüsüne ve neoliberal yıkım politikalarına kadar hayatımızı karartan bütün uygulamaların kökeninde 12 Eylül’de çizilen toplumu yeniden biçimlendirme projesi var. Bu projenin sonuçları kendisini bugün her alanda yozlaşma, çürüme, çözümsüzlük olarak gösteriyor.
Hiç kuşku yok ki, bugün yaşadıklarımız aynı zamanda 12 Eylül’ün derinleştirilmesi anlamına da gelmektedir. Kürtlere, Alevilere, azınlıklara karşı izlediği düşmanca politikalarla halkımızın bir arada yaşama duygularını zedeleyen AKP, sorunların çözüm zemininden hızla uzaklaşmakta, şiddet ve çatışmayı artırmaktadır. Kürt sorununun çözümünde Kürt halkının demokratik taleplerini kabul etmek yerine, 30 yıldır denedikleri çatışmayı körükleyen yöntemle sorunun çözümsüzlüğe itildiğini hep birlikte yaşayarak görüyoruz.
Emperyalizmin siyasi, ekonomik ve askeri çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi doğrultusunda taşeronluğu üstlenen AKP, başta Suriye olmak üzere komşu ülkelere karşı izlediği düşmanca politakalarla ülkemizi haksız bir savaşın eşiğine getirmektedir.
Değerli Arkadaşlar,
Dünyada ve ülkemizde yaşanan bu süreci, DİSK’in kuruluş felsefesine, geleneklerine, sınıf mücadelesi ilkelerine uygun olarak taşıyacak bir yapılanmayla tek yumruk, tek yürek çıkarak, Türkiye işçi sınıfının umudu ve sesi olma kararlılığını ve iradesini taşıdığını ifade etmiş ve;
- AKP iktidarının, ülkeyi korku imparatorluğuna dönüştüren antidemokratik, yasakçı, baskıcı politikalarına ve uygulamalarına karşı;
- Kıdem Tazminatı’nın kaldırılması, bölgesel asgari ücret, Özel İstihdam Büroları, kayıt dışı çalışma, taşeron çalıştırma, esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması vb. yoğun emek sömürüsüne yol açan emek karşıtı politikalara karşı;
- 12 Eylül ürünü 2821ve 2822 sayılı yasaların değiştirip, ILO ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşme standartlarına uygun grevli, toplu sözleşmeli sendikal hakların getirilmesi için;
sermayenin bugünkü saldırılarını karşılayacak şekilde sınıf mücadelesinin donatılmasını, yaygınlaştırılıp genişletilerek yükseltilmesini hep birlikte karar altına aldık.
AKP sermayeye hizmet etmekte sınır tanımamakta, 12 Eylül’cülerin bile dokunmadığı hava işkolunda grev yasağı getirmiş, Ocak ayından bu yana yetki tesbitlerini dondurarak 350 bin işçinin ve yıl sonu itibariyle 500 bine ulaşacak işçinin toplu iş sözleşmesi yapmasını fiili olarak ortadan kaldırmıştır.
DİSK olarak bu sürece sessiz kalmayacağımızı, baskılara ve yıldırma politikalarına teslim olmayacağımızı, meşru direnme hakkımızı kullanacağımızı ifade ettik. Bu nedenle de “ZALİMİN ZULMÜNE DİRENECEĞİZ!” başlığı altında bir kampanya başlattık.
Yaz boyunca süren kampanya çercevesinde, ülke genelinde yürüyüşler, halkı bilgilendiren ve desteklerini alan imza kampanyaları, basın açıklamaları ve işyeri toplantıları gerçekleştirdik.
Yine kampanyamız çerçevesinde “12 Eylül AKP ile sürüyor!” başlığı altında 10-13 Eylül tarihleri arasında, ülke genelinde toplantılar, meşaleli yürüyüşler ve mitingler gerçekleştirdik.
12 Eylül askeri darbesiyle el konulan Ankara’daki Genel-İş genel merkez binamızın iadesiyle ilgili yürüyüşler ve oturma eylemleri gerçekleştirdik. Bunlar DİSK’in, aslında refleks olarak yaptığı eylemlerdi bir bakıma. Birşeyler yapmaya çalıştık ve gücümüz oranında da yaptık.
Peki arkadaşlar, şimdi elimizi vicadınımıza koyup söyleyelim: DİSK’in gücü bu mudur? Evet belki reel olarak budur, fakat, ben DİSK’lilerin çok daha fazla etki güçlerinin olduğuna inanıyorum. Evet biz hepimiz birşeyler yaptık fakat bunu hakkıyla ve irademizin bütün olanaklarıyla yapamadık. Örneğin “Zalimin Zulmüne Direneceğiz” kampanyası ve halkın desteğini almak için açtığımız imza standları!..
Kaç gün ve kaç yerde, kaçar saat ve kaç kişiyle yürüttük çalışmayı?.. Ben İstanbul’dan örnek vereyim size, 15 değişik noktada stand açacaktık ve bunu yapmadığımız gibi, belki iki gün, birkaç saat ve birkaç noktada açtık standımızı.. Bir broşür çıkarttık Ulusal İstihdam Stratejisi’ne ilişkin. Bu broşürler hala merkez binamızda ve sendikalarımızda duruyor.
Genel Kurula giderken, DİSK’i bugünkü konjonktüre hazırlanması ve sınıf mücadelesini her alanda yükseltme kararlılığımıza ilişkin verdiğimiz sözleri böyle mi tutmalıyız? DİSK’i DİSK yapan şeylerden birinin, verdiği sözleri ve inandığı davayı canı pahasına savunan kararlı ve
cesur insanların varlığı olduğuna hep birlikte inanmadık mı?
Bu konuda örgüt olarak kendimize özeleştiri vermemiz gerektiğine inanıyorum. Fakat bu özeleştiriyi bir günah çıkarma olarak değil, bundan sonra önümüze koyduğumuz çalışmaları DİSK’e yaraşır yaparak vereceğimize inanıyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Mücadele elbette bitmiş değil, daha çetin koşullarda ve sertlikte yaşayacağımız günler bizleri bekliyor.
- Bu toplantımızı tamamladıktan sonra sokaklara çıkıp AKP saldırılarını anlatan broşürlerimizi halka dağıtacağız.
- 28 Eylül 2012 Cuma günü şube yönetimleri ve temsilcilerimizle ANKARA’da olacak, Çalışma Bakanlığı önünde basın açıklaması ve “Yasaksız, barajsız sendikalar yasası”, “Yüzbinlerce işçi yetki bekliyor R11; AKP sendika düşmanlığını sürdürüyor!” sloganlarıyla OTURMA EYLEMİ gerçekleştireceğiz.
Ekim ayında ise, TBMM’nin açılışı ile birlikte ülke genelinde toplantılar, yürüyüşler gerçekleştirmeye devam edeceğiz.
Şunu bir kez daha hatırlatmak isterim:AKP iktidarının ekonomik, sosyal ve siyasal programıyla belirlediği amaçlarına güçlü bir toplumsal muhalefet ve sendikal hareketin bulunduğu koşullarda ulaşması mümkün değildir.
Böyle bir programın uygulanması temel demokratik hakların ve özgürlüklerin sınırlanmasını gündeme getirecektir. O nedenle, önümüzdeki süreçte bir yandan temel hak ve özgürlüklere, siyasal ve sendikal örgütlenmelere; öte yandan ise her türlü hak arama mücadelesine yönelik baskıcı düzenleme ve uygulamaların yoğunlaşması kaçınılmazdır. Bu saldırıların önüne geçebilmenin tek yolu toplumsal hak ve özgürlükler için örgütlü mücadeleyi yükseltmek ve sürekli bir şekilde geliştirmektir.
Gerek iç, gerek dış politika alanında ülkemizin bugün temel ihtiyacı, demokratik ve sosyal hak ve özgürlükler ile insan haklarının geliştirilmesini toplumsal bir değişim programı olarak öneren bir yaklaşımın ortaya çıkarılmasıdır. İnsanlığın son 200 yıllık tarihinin açıkça ortaya koyduğu gibi böyle bir toplumsal değişim, ancak işçi sınıfının ekonomik, sosyal, demokratik taleplerini dile getiren bir hareketle sağlanabilir. Böyle bir hareketin yaratılmasını sağlayacak güç ise Türkiye’de DİSK’ten başkası değildir.
Konuşmamın başındaki cümleyi tekrar ediyorum: Verdiğimiz sözlerin, aldığımız kararların, yaptığımız tesbitlerin arkasında önce kendimiz durarak başaracağız bunu.
DİSK’i DİSK yapan şeylerden birinin, verdiği sözleri ve inandığı davayı canı pahasına savunan kararlı ve cesur insanların bu örgütün niteliğine ve Türkiye sınıflar mücadelesindeki yerine inanmış olduklarında yattığını unutmayacağız.
Evet DİSK doğru bir örgüttür! Ve DİSK, doğru, düzgün, dürüst, samimi, halkını ve ülkesini seven, halkının mutluluğu ve ülkesinin esenliği için ter döken, emek veren insanların buluştuğu cesur bir örgüttür.
Öyleyse haydi görev başına!
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi tekrar selamlıyor, mücadelemizde kolaylıklar diliyorum.