Kardeşliğin dünyası emekle, mücadeleyle kurulacak
DİSK Genel Başkanı Kani BEKO’nun “1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ” ne ilişkin mesajı :
KARDEŞLİĞİN DÜNYASI EMEKLE, MÜCADELEYLE KURULACAK!
Merhaba dostlar, merhaba savaş karşıtları, merhaba barışa gönül verenler, merhaba emekçilerR30;
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü.
Hitler faşizminin Polonya’yı işgaliyle başlayan 1 Eylül 1939 tarihinden sonra 6 yıl süren ve 2 Eylül 1945’te sona eren II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda 54 milyon insan hayatını kaybetti. Yine milyonlarca insan sakat, yaralı, aç ve sefil yaşamak zorunda kaldı.
Hitler ordularının yenilmesinden sonra, insanlığa büyük acılar yaşatan savaşların bir daha yaşanmaması dileğiyle savaşın başladığı tarih olan 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak ilan edildi.
Bugün biz dünya halkları, emekçiler olarak barış gününü kutlarken dünyayı yöneten güçlerin savaştan, kan dökmekten vazgeçmediğini görüyoruz.
Başta bölgemiz olmak üzere tüm dünyada silahlar konuşuyor! Silahlar konuştukça kadınlar, gençler, çocuklar ve yoksullar başta olmak üzere bütün insanlık ağır bir sarsıntı yaşıyor. İşsizlik, yoksulluk, açlık, acı ve gözyaşı artıyor…
Emperyalizmin hegemonya savaşının parçası olarak gelişen bu saldırılar Irak, Libya ve Afganistan’dan sonra bugün Suriye üzerinden devam etmekte, etnik ve dini farklılıklar körüklenerek halklar birbirine düşman edilmektedir. Ülkelerin ve halkların tarihi, gelecekleri ve bir arada yaşama umutları yok edilmektedir. Bu da yetmemekte, emperyalistler kendi kışkırttıkları savaşı durdurmak adına doğrudan müdahaleyi tartışmaya başlamışlardır.
Maalesef AKP iktidarı da bu savaşlarda aktif bir taraf olmakta, bölgede mezhep eksenli çatışmaları kışkırtmaktadır. Akan gözyaşı ve kan iç siyasi hesaplara da tahvil edilmeye çalışılmaktadır.
Kendi katliamcılarını “kahraman”, diğer tarafın katliamcılarını “firavun” ilan eden Başbakan “Her firavunun bir Musa’sı vardır” diye tehditkar bir dille konuşmaktadır. Ancak aynı AKP’nin Suriye’ye yönelik emperyalist bir saldırı için lobi yapması iktidarın Musa’sının ABD ve diğer emperyalist güçler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Değerli dostlar, biz AKP’nin “Musa” dediklerinin gerçek yüzünü yakından tanıyoruz.
Ortadoğu’daki bu çatışma ve savaşlardan en çok ABD kârlı çıktı. Amerika 2010 yılında 21.4 milyar dolar olan silah satışını 2011’de üçe katlayarak 66.3 milyar dolara çıkardı. AKP’nin desteklediği ve katılmak için tezkere hazırladığı Irak savaşında milyonlarca insan ölürken emperyalist petrol tekelleri kârlarına kâr kattı. “2013 Yatırım Programı”na göre 80 milyon dolara 6 adet fen lisesi yapılabiliyor; yani, silaha harcanan 66 milyar dolarla 5 bini aşkın fen lisesi yapılabilirdi. Ankara İstanbul arası 450 km.’lik hızlı tren hattının maliyetinin 8 milyar 200 milyon TL, 96 bin öğrenci barındıran bir yurdun 4 milyar 637 milyon TL, 2.300 km.’lik duble yol maliyetinin 6 milyar 248 milyon TL, 298 adet afete dayanıklı evin 11 milyon 430 bin TL maliyeti olduğu düşünülürse, Ortadoğu’da silaha ayrılan parayla kaç kilometrelik demiryolu ve otoban, kaç bin öğrenciyi barındıracak kaç yurt, afete dayanıklı kaç bin tane ev yapılabileceğini siz düşünün.
AKP’nin aktif olarak desteklediği Afganistan’da NATO’nun askeri varlığı kalıcılaşırken halkın payına yoksulluk ve ölüm düşüyor.
Libya’da önce “NATO’nun ne işi var” deyip sonra hevesle NATO saldırısına taşeronluk yapan yine iktidar değil miydi?
Şimdi aynı plan Suriye’de sahneye konuluyor. Suriye halkının kaderi Suriye halklarının elinden alınmaya çalışılıyor. AKP ise, emperyalist müdahalenin taşeronluğuna soyunup, içerde kendi halkına kan kustururken, Suriye için demokrasi nutukları çekmeye devam ediyor.
AKP’nin hevesle yaptığı taşeronluk sonucunda Türkiye, sokaklarında yabancı uyruklu eli silahlı grupların, ajanların, gizli servislerin, emperyalizmin özel kuvvet olarak kullandığı çapulcu sürülerinin cirit attığı bir ülke haline geldi.
Türkiye’den sınırı geçen “cihatçı” militanların, bölgedeki kardeşlerimize yönelik katliamları defalarca görüntülendi ancak iktidar çoğunluğu başka ülkelerden toplanan bu katiller sürüsüne “Suriye’nin has evlatları” demekten vazgeçmedi. Aksine desteğini daha açık vermeye başladı.
Bu taşeronluk sonucunda başta Reyhanlı olmak üzere bölgede yüzün üzerinde insanımız öldü. Ortadoğu iç savaşlarla, etnik ve dini boğazlaşmalarla kaosa sürüklenirken, Türkiye de bu kaosun parçası büyük acılarla yüz yüze kaldı.
Şimdi AKP hevesle daha büyük acılar yaratmaktan çekinmeden bu kaosu büyütmek istiyor. Emperyalistleri Suriye’ye müdahaleye çağırıyor.
1 yıl önce Tahrir’de konuşacağını, Gazze’ye gideceğini, Şam’da namaz kılacağını, Somali’de fatihlik rolü oynayacağını, Musul-Kerkük petrollerinden pay alacağını iddia eden AKP, dış siyaseti bataklığa sağlanınca bir taraftan kendi durumunu “değerli yalnızlık” olarak açıklamaya çalışıyor; bir taraftan da savaş kışkırtıcılığında daha gözü kara hale geliyor.
Türkiye’de bir barış süreci yürüttüğünü iddia eden AKP, Türkiye’deki Kürt kardeşlerimizin akrabalarını çocuk-kadın demeden katleden El Kaidecileri, cihatçıları silahlandırmaktan çekinmiyor. Rojava’daki, Lazkiye’deki katliamları karşısında sesini çıkarmıyor.
Kürt sorununun barışçı çözümü adına hiçbir demokratik adımı atmazken, 12 Eylül’den miras seçim barajlarını savunurken, özel yetkili mahkemelerle halkın seçtiği insanları hapishanelerde tutarken, bu süreçte kendini eleştiren herkesi “savaş yanlısı” olarak damgalamaktan da geri durmuyor.
Gezi isyanında, ele ele veren halkların Lice’de öldürülen gence sahip çıkmasını bile “Kürt sorununun
çözümüne yönelik sabotaj” olarak değerlendirebiliyor.
Değerli Dostlar,
Tüm bu yaşananlar bizler, emekçiler açısından dışımızda olan ve biten, müdahale edemeyeceğimiz ve bizi etkilemeyecek gelişmeler değildir.
Biz emekçiler bu savaşları durdurmalıyız çünkü savaşlarda emekçiler ölür. Biz ölürüz; onlar Reyhanlı’da olduğu gibi bir uçağa doluşarak efendilerine hesap vermeye giderler. Biz ölürüz; onlar öldüğümüz çukurun üzerinde yeni savaş yeminleri eder. Bağdat’ta, Beyrut’ta, Hama’da, Lazkiye’de Rojava’da, Kahire’de, Roboski’de biz ölürüz; onlar kazanır.
Emek savaşı durdurmalıdır çünkü savaş emeği etnik ve mezhepsel olarak böler. Savaşlarda biz öldükçe, bizi yönetenler ölü bedenlerimizi düşmanlık yaratmak için kullanılır. Bilirler ki biz etnik olarak, mezhepsel olarak bölünürsek, birbirimize düşersek bizi daha iyi sömürürler, daha kolay kandırırlar. Biz ölürüz; onlar kazanır.
Emek savaşı durdurmalıdır çünkü savaşlarda patronlar, tüccarlar kazanır. Onlar silah satar, onlar bomba satar, onlar can satar. Onların karları, onların rantları katlanır. Emekçiler olarak hakkımızı istediğimizde, üzerimize panzerlerini sürmek, gaz bombalarını yağdırmak, demokratik hakları askıya almak için savaşı gerekçe gösterirler. Biz ölürüz; onlar kazanır.
Emek savaşı durdurmalıdır çünkü savaşlarda pompalanan milliyetçiliğin ve mezhepçiliğin gölgesinde emeğe karşı bir savaş yürütülmektedir. Bugün Suriye’deki zulümden bahseden iktidar taşeron çalışmayı yaygınlaştırmak, ülkeyi taşeron cumhuriyetine çevirmek istemektedir. Kıdem tazminatımızı gasp etmek istemektedir. Özel istihdam bürolarıyla bizleri istedikleri gibi kullanıp atmak istemektedir. Bunun adını doğru koymak gerekmektedir: Bu işçi sınıfına, emeğe karşı bir savaştır.
Bu nedenle ülkede, bölgede ve dünyada tüm savaşları durduracak olan, durdurması gereken biziz. Biz emekçiler savaşın en büyük mağdurları olarak, iktidardan ve sermayeden barış da, özgürlük de, eşitlik de beklenmeyeceğinin farkındayız.
Biz barışı da; özgürlükleri de, haklarımızı da söke söke alacağız.
Söz veriyoruz; barış çığlığını, dünya halklarının kardeşliği özlemini tüm ülkeye yayacağız.
Söz veriyoruz; ABD taşeronluğuna soyunanlardan hesap soracağız.
Söz veriyoruz; ülkemizi silahlı çetelerin üssü haline getirenlerin oyununu bozacağız.
Söz veriyoruz; acının ve vahşetin değil türkülerin, halayların, horonların birleştirdiği bir ülkeyi inşa edeceğiz; barışın hüküm sürdüğü bir ülkeyi dişimizle, tırnağımızla, alınterimizle, yüreğimizle inşa edeceğiz.
Söz veriyoruz; kardeşliğin dünyasını kuracağız!