Türkiye halkları hayallerini nasıl hayata geçireceğini öğreniyor. Artık onlar düşünsün!
Bugün saat 10:00’da İstanbul’da toplanan Sosyalist Enternasyonal Konseyi’ne DİSK adına Genel Sekreterimiz Dr. Arzu Çerkezoğlu katıldı. DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu’nun, Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’nda yaptığı konuşma şöyle:
“Türkiye halkları hayallerini nasıl hayata geçireceğini öğreniyor. Artık onlar düşünsün!”
Merhaba dostlar,
Sizlere, Sosyalist Enternasyonalin tüm temsilcilerine ve tüm değerli konuklara Türkiye işçi sınıfının 46 yıllık mücadele örgütü DİSK’in coşkulu selamlarını getirdim.
Taksim Dayanışması’nın kurulduğu günden bu yana bir bileşeni olan Konfederasyonumuz adına, Haziran isyanında yitirdiğimiz gençlerimizi saygıyla anarak sözlerime başlamak istiyorum. Bu süreçte gözünü yitiren, sakat kalan, gözaltına alınan, tutuklanan tüm insanlarımızı selamlıyoruz. Onlar Türkiye halklarının eşitlik, barış ve özgürlük mücadelesinin ilham ve cesaret kaynağı olmaya devam edecekler.
Hepimiz yaşadık ve gördük, aslında bütün dünya gördü. Mayıs ayının son günlerinde, kentin son kalan yeşil alanlarından birine sahip çıkmak için başlayan bir direniş, hızla tüm Türkiye halkının özgürlük ve saygı talebiyle yükselttiği hak ve adalet mücadelesine dönüştü.
İktidarın “Çoğunluğun oyunu aldım, istediğimi yaparım” tavrı, Türkiye halkının büyük bir bölümü tarafından kendi yaşamına karşı büyük bir tehdit olarak algılandı. En çıplak biçimiyle, pervasız polis şiddetinde cisimleşen bu tehdit, karşısında meydan okuyan yığınları buldu. Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca insan kendi talepleriyle sokağa çıktı;sokakta canı pahasına bir irade ortaya koydu ve bu ülkede artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir dönem başladı.
Haziran isyanı, artık insanlığa hiçbir şey vaad edemeyen bu sisteme karşı dünyanın dört bir yanında direnenlere de ilham verdi. Ve bu isyana karşı Türkiye’yi yönetenlerin reaksiyonu yine dünyanın dört bir yanında biraz da dehşetle takip edildi.
Türkiye’de özellikle 1 Mayıs 2013’ten beri sokaklarda ilan edilen fiili olağanüstü hal ve gencecik insanlarımızın ölümüne yol açan şiddet gösterisinin “destan” olarak nitelendirilmesi, bizi dışarıdan izleyenleri belki de şaşırttı. Çünkü dünya halkları AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’de demokratikleşme süreci yaşandığına inanmış, inandırılmıştı.
Oysa biz hiç şaşırmadık. Çünkü demokrasi ve özgürlükler meselesine sınıf mücadelesi ekseninden bakan bizler, AKP’nin demokratik kapasitesini ve “ileri demokrasi” dediği şeyin sınıfsal niteliğini defalarca deneyimlemiştik.
Eğitimden sağlığa kadar tüm temel yaşamsal hakların piyasaya terk edildiği,her üç işçiden birinin kayıt dışı çalıştırıldığı, her yüz emekçiden sadece 5’inin sendikal haklarını kullanabildiği, grev hakkının fiilen ortadan kaldırıldığı Türkiye’de, emek piyasalarını esnekleştirmeye yönelik adımlar atılırken de, ILO normları ayaklar altına alınırken de AKP’nin ne kadar “demokratik ve özgürlükçü” olduğu masalları anlatıldı.
Ülkenin tüm derelerinin, o derelerde yaşayan balıkların, derelerin geçtiği havzalardaki kuşların, böceklerin, ürettikleriyle yaşayan köylülerin kaderi şirketlerin eline verilirken de, kentler, yoksul işçi mahalleleri, kentlerin ortak kullanım alanları sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenirken de AKP’nin dönüşüm yeteneğine övgüler diziliyordu. Ve işte emeğin meydanı, Taksim Meydanı tüm yanılsamaların dağıldığı yer oldu.
Haziran isyanının öncü gücü olarak değerlendirilebilecek 1 Mayıs 2013’te bizlerle birlikte Taksim’e çıkmak ve belki de Avrupa’nın en büyük 1 Mayıs’ına katılmak için ülkemizde bulunan ve o vahşi saldırılara tanıklık eden ITUC Genel Sekreteri Sharan Burrow 1 Mayıs akşamında bizlere yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Yaşadıklarım, bir günün sonundan ziyade yeni bir günün başlangıcını işaret ediyor.”
Gerçekten de öyle oldu. Mayıs’tan bugüne artık bambaşka bir Türkiye var. Sunni ile Alevi’nin, Kürt ile Türk’ün, genç ile yaşlının, kadın ile erkeğin, farkı cinsel yönelimlerin, taşeron işçi ile beyaz yakalının, kamu çalışanı ile işsizin, akademisyen ile öğrencisinin direnişte, barikatlarda tanıştığı bir Türkiye bu.
Peki şimdi ne olacak? Bizim açımızdan tek yol var ve o yolu sokaklar şu sloganla tarif ediyor: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” Çünkü hükümetin 2014 programı milyonlarca emekçiyi kölelik koşullarında çalışmaya zorlayacak düzenlemelerle dolu. Ve milyonları köleliğe mahkum etmeyi planlayanların elinde adalet terazisi ya da barış güvercini değil, baskı ve şiddet araçları var.
Bir avuç azınlığın sonu gelmez isteklerini tatmin edebilmek, milyonların itaatkar, kaderci, sessiz ve çaresiz açlığıyla mümkündür. Bu itaat ve çaresizlik ırk, cins ve mezhebe göre bölünmeyle sağlanır. Yani şovenizmle, mezhepçilikle, kadın düşmanlığıyla sağlanır. İşte bu nedenle AKP’nin gerici, otoriter politikaları, bir liderin öfkeli mizacı, tek adam olma hırsı ve benzeri gerekçelerle açıklanamaz.
Türkiye dünya ekonomisine eşitsiz eklemlenmiştir ve bu eşitsizliğin sınırları giderek daralmaktadır. Bu daralma içerisinde istikrarlı bir birikim vaat eden bir iktidarın, küresel egemen güçlerce alkışlanan sözde ekonomik mucizesi, bugünlerde sıkça eleştirilen otoriterliği ve ayrımcı politikaları ile sağlanmıştır.
İşte Haziran isyanı Türkiye halkı için bu gerçekliğin bilince çıktığı andır. O sözde ekonomik mucizenin sermaye çıkarları uğruna halkına silah doğrultan bir iktidar karşısında büyüyen isyan, neoliberalizmin aslında nasıl acımasız ve dışlayıcı bir sistem olduğunu açığa çıkarmıştır.
Evet, artık Türkiye eski Türkiye değildir. Halk kendi özlem ve taleplerini birilerinden bekleyerek değil kendi elleriyle hayata geçirebileceğini öğrenmiştir. Bu nedenle bugünlerde hükümet emeğe karşı büyük bir saldırı dalgasına hazırlanırken endişeyle değil umutla bakıyoruz. Çünkü artık biliyoruz. İstersek, omuz omuza verirsek, direnirsek artık toplumsal meşruiyetini önemli ölçüde yitirmiş olan bu siyasal iktidarı durdururuz.
“Bugün Türkiye’de işçi sınıfının elinde kalan son kalelerden birisi olan kıdem tazminatını gasp etmek istiyorlar ancak ettirmeyeceğiz”, “Özel İstihdam Büroları’yla işçi simsarlığını teşvik ediyorlar ama geçit vermeyeceğiz”, “Ülkeyi taşeron cumhuriyetine çevirdiler ama bu taşeron düzenini yıkacağız” diyebiliyoruz.
Sadece savunmada değiliz, artık istiyoruz. Bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini yaratan eller, bu ülkede söz ve karar sahibi olmak için ayağa kalktı.
Türkiye halkı hem hayal kurmayı öğreniyor, hem de hayallerini nasıl hayata geçireceğini.
Artık onlar düşünsün!