DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun Türk Tabipleri Birliği 64. Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşma
DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, 28 Haziran 2014’te Türk Tabipleri Birliği 64. Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşma:
Sayın Divan,
Değerli Dostlarım,
Türk Tabipleri Birliği’nin Değerli Delegeleri,
Hepinizi Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli Kardeşlerim,
On yıllardır Türkiye işçi sınıfının hak ve özgürlükleri için, emekçi halkın huzur ve esenliği için, toplumsal gelişme ve barış için, sömürüsüz bir ülke ve dünya için, bağımsızlık, eşitlik ve adalet için omuz omuza, birlikte mücadele ediyoruz.
Bugünkü koşullar, bizlere bu tarihsel birlikteliğimizi daha da güçlendirme sorumluluğu yüklemektedir.
Halkımız ve ülkemiz, tarihi ve büyük bir bunalım döneminden geçmektedir. Biliyorsunuz böyle bunalım dönemleri halkları ve ülkeleri yaşamsal kararlarla yüz yüze bırakırlar. Bizler de böyle bir dönemde işçi sınıfına ve emekçi halka doğru rehberlik etmek göreviyle yüz yüzeyiz.
Bu görevimizin bilincinde olarak zorlu bir mücadelenin içindeyiz; hukuk devleti için, demokrasi, adalet ve özgürlük için mücadele alanlarındayız. İşyerlerimizde, sokaklarda, meydanlarda, hastanelerde, mahkeme salonlarında kısacası hayatın her alanında bu mücadeleyi yürütüyoruz.
Sağlıkta dönüşüm adı verilen ve aslında sağlık hizmetlerini tamamen piyasaya açan programa karşı beraber mücadele ettik. Ve bugün görüyoruz ki özellikle sizlerin uyarıları haklı çıktı. Sağlık hizmetleri işçi sınıfının geniş kesimleri için ancak asgari düzeyde ulaşılabilen bir hizmet haline geldi. “Paran kadar sağlık” anlayışı sağlık hizmetlerine egemen oldu. Sağlığın bir kamu hizmeti olduğu unutturuldu.
Sağlık hizmetleri işletme mantığı ile, daha fazla kar etmek amacıyla sunulmaya başladı. Bunun doğal sonucu olarak da sağlık çalışanları birer maliyet unsuru olarak görüldü. Sağlık çalışanlarının emekleri değersizleştirildi. Hastaneler taşeron köleliğinin kaleleri haline geldi.
Kısacası sağlıkta dönüşüm programı hem hizmet alanları hem de siz hizmeti sunanları tehdit eden bir düzen yarattı.
Değerli kardeşlerim,
İşçi sınıfının bin bir oyunla örgütsüzleştirildiği, emeğin değersizleştirildiği, işçi yaşamının hiçe sayıldığı koşulların yanı sıra ülkemizin Ortadoğu’da bir savaş bataklığına sürüklenmesine, Hükümet eliyle eli kanlı cihad çetelerine güç verildiğine tanıklık ediyoruz.
Halkımız, etnik, dinsel ve mezhepsel düşmanlıkların ve ayrımcılıkların batağına itiliyor. Bu durum, hepimizi başlı başına birçok sorumlulukla karşı karşıya bırakıyor.
Değerli Kardeşlerim,
Türkiye işçi sınıfı olarak tarihimizin en büyük dramlarından birisini 13 Mayıs günü yaşadık. Soma’da yaşanan felaketi bir madenci katliamı olarak değerlendirmek mümkündür. Bu katliam, dünya madencilik tarihinin ve işçi sınıfı tarihinin de en büyük kıyımlarından birisidir.
Bu katliamın nedenleri üzerinde durmayı burada çok gerekli görmüyorum. Ama bu katliamdan mutlaka dersler çıkarmak ve bir daha böyle bir durumla karşılaşmamak mecburiyetindeyiz. Hükümetin, işverenlerin bu konudaki sorumluluklarının neler olduğu bellidir; onlar ders çıkarırlar veya çıkarmazlar bilemeyiz. Ama bizler on yılların işçi sınıfı örgütleri, meslek örgütleri ve demokratik örgütleri olarak kendi derslerimizi çıkarmak durumundayız.
Öncelikle işçi sınıfını örgütlemek için verdiğimiz mücadeleyi daha da yükseltmek, güçlendirmek gerekmektedir. Hepinizin bildiği gibi, taşeronluk ve emeğin değersizleştirilmesi bir Hükümet politikasıdır. Bu resmi politika, işçi sınıfının örgütlenmesinde bizleri zorlasa bile çözüm üretmek bizim işimizdir. İşçi sınıfının örgütlenmesini Hükümetin ya da işverenlerin inayetine bırakmak niyetinde değiliz.
İşçilerin sağlığı ve iş güvenliği için işçi sınıfında bir örgütlenme bilincini geliştirmek bizlerin başlıca hedefi olmak durumundadır. İşçi, eğer sendika üyesi değilse işyerinde yalnız olduğunun farkına varmalıdır. Sendikası varsa güç olduğunun farkına varmalıdır.
Ama bunun için işçi sınıfının örgütlenme düzeyini nasıl yükseltebileceğimiz konusu üzerinde hassasiyetle durmamız gerekmektedir. İşçi sınıfının gerçek örgütlülük düzeyinin yüzde 5’ler seviyesinde olduğu bir ülkede kendimizi başarılı olarak değerlendirmek ve işçi sınıfının sorunlarına çözüm bulabileceğimizi iddia etmek gerçekçi bir durum saptaması değildir. Bu nedenle milyonları örgütlemek başlıca görevimizdir.
Diğer yandan örgütlü olduğumuz işyerlerinde de gerçekten örgütlü olmak durumundayız. İşyerini yönetmek, tüm sağlık ve güvenlik önlemlerine hakim olarak işyerlerini yönetmek durumundayız. Bunun için DİSK, KESK, TTB ve TMMOB birlikteliğini işyerlerine hakim kılmalıyız. Bu elbette bizlerle sınırlı değildir, bu konu tüm işçi konfederasyonları ve meslek örgütlerinin işbirliği yapabilecekleri, yapmaları gereken bir çalışma alanıdır.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun birçok konuda zafiyet yarattığını biliyoruz. Şimdilik Kanun’dan kaynaklı sorunları aşmak da mümkün olmayacağına göre işyerlerinde kendi gücümüzü ortaya koymaktan başka bir çözüm görünmemektedir. Kanunun bizlere verdiği hakları kullanabilmek için de bu örgütlenmeye ihtiyaç bulunmaktadır. İşyerinizde örgütlenmemiz yoksa en iyi kanun bile dertlerimize deva olamaz.
Soma faciası, bu konularda bizlere görev ve sorumluluk yüklemektedir. Bu facianın acı derslerini çıkarmak ve işçi sınıfını hayatın her alanında örgütleme hedefimizi güçlendirmek gerekiyor. Bunu da el birliğiyle ve akılla bulacağımızdan kuşkumuz yoktur.
Değerli Kardeşlerim,
10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu için sandığa gideceğiz. Türkiye, bu seçimle aslında, fiilen parlamenter sistemi terk ederek bir yarı başkanlık sistemine sokulmak istenmektedir. Bu seçimle bir bakıma siyasi sistem değiştirilmektedir. Cumhurbaşkanının kimin olacağı kadar bu konu da üzerinde durulması gereken bir konudur.
Bu sistem değişikliği girişiminin zaten alt sınırda ya da eşikte olan ve temelinde hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, basın ve ifade özgürlüğü ile evrensel demokratik haklar olan demokrasiyi ne hale getireceğini düşünmek durumundayız. Bu sistem değişikliğinin, çok büyük siyasi krizleri ve otoriter bir devlet yapısını gündeme getirmesi kaçınılmazdır. Diğer yandan DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu, Ören’de yaptığı toplantıda yeni Cumhurbaşkanının eşitlikçi, özgürlükçü, halkçı, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet talebine uygun olmasına dikkat çekmiştir.
Değerli Kardeşlerim,
Bugüne kadar, 1 Mayıs’larda, Gezi Direnişinde, işçi sınıfının her türlü hak ve özgürlük arayışında, ülkemizin bağımsızlık mücadelesinde, sömürüsüz bir Dünya mücadelesinde hep birlikte ve kol kola olduk, omuz omuza mücadele ettik.
Özellikle Gezi direnişi sırasında sizler, büyük bir özveri ve cesaret örneği göstererek yaralı insanların yardımına koştunuz. Ancak okullarınızı bitirirken ettiğiniz yemine sadık kaldığınız için suçlandınız. Sizlerin insan hayatı kurtarmak için gösterdiğiniz çaba suç sayıldı. Siz bu çabaları göstermeseydiniz daha fazla Ali İsmail, daha fazla Berkin kaybedecektik. Bu nedenle bizler, Türkiye işçi sınıfı adına size teşekkür ediyor, diplomanızın hakkını fazlasıyla verdiğiniz için sizi saygıyla selamlıyoruz. Sizi hekimlik yaptığınız için yargılayanların hukuk diplomaları ise bizim gözümüzde hükümsüzdür.
Bizler bu süreçte sizinle yan yana omuz omuza olmaya devam edeceğiz. İşyerlerinde, hastanelerde, sokaklarda, meydanlarda, yanı başımızda gözlerimiz hep Türk Tabipleri Birliğini arayacaktır.
Bu düşüncelerimizle hepinizi kardeşçe selamlıyoruz.
Yaşasın özgürlük,
Yaşasın sömürüsüz Dünya,
Yaşasın barış ve kardeşlik,
Ve yaşasın dayanışma