AKP'nin taşeron cumhuriyetine karşı demokratik cumhuriyet…
(DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun DİSK’İN SESİ gazetesinin 174. sayısında “Emeğin Gündemi” köşesinde yayınlanan yazısı…)
GEZİ Direnişi’nden 1 Mayıs’a, yerel seçimlerden Soma katliamına Türkiye önemli bir dönemeçten geçti. Yolsuzluk operasyonlarıyla devam eden süreçte Başbakan’ın kişiliğinde somutlaşan AKP siyasetinin baskıcı/yasakçı yönelimi, merkezine insanı değil parayı ve saltanatı koyan ideolojisiyle birlikte, Soma katliamı sonrasında iyice açığa çıktı. Kristal-İş Sendikası’nın, Şişecam’la TİS’te anlaşma sağlanamaması üzerine 5 bin 800 işçiyle çıktığı haklı grevin, Bakanlar Kurulu tarafından yasaklanması da aynı anlayışın bir ürünüdür.
Soma’da fiilen uygulanan sıkıyönetim, gösterilen tepkilere ana akım medyanın suskun kalması, yayın yasakları AKP politikalarının Türkiye’yi her alanda cehenneme çevireceğini göstermektedir. Ve vahşi kapitalizmin 21. yüzyıl tezahürünü, katledilen 301 insandan birinin dahi canına acımadan, cinayet ortağı sermayeyi canla başla savunan Başbakan’ın “fıtratında” görmek mümkündür.
AKP “yaşama hakkı”nı gözünü kırpmadan hiçe saymaktadır. Açıkça, “Bırakın ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, hukuksal haklarınızı, nasıl yaşayıp yaşamayacağınıza da biz karar veririz” denmektedir. Organize ettikleri “yeni düzen” sadece siyasi iktidarın kan emiciliğini değil, işçi sınıfının yakasına yapışarak onun her şeyini bir kene gibi emen işbirlikçi/icazetçi sendikacılığının da tüm ikiyüzlülüğünü sergilemektedir.
Gerek içinde yaşadığımız baskı, şiddet ve sindirme koşullarının ve gerekse yakın gelecekte karşılaşacağımız büyük tehlikenin farkında olarak, konfederasyonumuz DİSK’i çetin geçecek, uzun soluklu bir mücadele için hazırlamamız gerekir. Zira bu süreç aynı zamanda, işçi sınıfının ve halkların özlemi olan eşitlik, kardeşlik, dayanışma, özgürlük ve sosyal adaletin var olduğu bir toplumsal yapıyı gerçekleştirme olanağını da beraberinde taşımakta ve Konfederasyonumuz DİSK’e tarihsel bir görev yüklemektedir. Bu görevlerden biri de, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, işçi sınıfının ve emekçi halklarımızın esenliği için doğru tavrı almaktır.
Sürecin en başında, “Nasıl bir cumhurbaşkanı?” sorusunun, “Nasıl bir cumhuriyet?” sorusuyla bağlantılı olduğunun altını çizerek; eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, sosyal bir cumhuriyet özlemi etrafında yanıtlanması gerektiği düşüncemizi kamuoyuyla paylaşmış ve görüşme talep eden siyasi partilere bunları aktarmıştık. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların siyasetten dışlanarak katılım kanallarının kapatılmasının, siyasetin demokratik zeminlerden uzaklaşmasının, sosyal katmanların ötekileştirilerek düşmanlaştırılmasının, AKP’nin tamamladığı neoliberal dönüşümün ve yeni sistemlerinin bir sonucu olduğunu; bu nedenle de, “fiili başkanlık sistemi”ne evrilen bu yeni rejimin ideolojik karakterinin sorgulanarak (topyekûn) tasfiye edilmesi gerektiğini söylemiştik.
Erdoğan’ın (ya da -ılımlı gözükse dahi- aynı mantaliteye sahip bir başka adayın) cumhurbaşkanı olması durumunda ülkede toplumsal muhalefetin bastırılması/pasifize edilmesi için, baskıların daha da artırılarak, etnik, mezhepsel gerginliklerin tırmandırılacağı açıktır. Kim önerirse önersin, iktidar partisinin ideolojisine ve “yeni düzen” vizyonuna sahip adaylarla girilecek bir seçim, karanlığa atılan büyük bir adım olacaktır.
Bu nedenle DİSK’liler, kendi tarihlerinden de aldıkları mirasla, taşeronlaştırmaya, köleleştirmeye karşı eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet özlemleri için seferber olacaklardır.