Image Map

Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine DİSK Yönetim Kurulu adına Kani Beko’nun yaptığı açıklama

Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine DİSK Yönetim Kurulu adına Kani Beko’nun yaptığı açıklama:

Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci Cumhurbaşkanı 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan seçim ile belirlendi.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “nasıl bir Cumhurbaşkanı” sorusunun yanıtını “nasıl bir Cumhuriyet” sorusuyla bağlantılı olarak ele almıştı. Bu bağlamda Konfederasyonumuz, “gerçek bir laiklikten ve emekten yana, bir arada yaşamı savunan, ekolojist, cinsiyetçi olmayan, eşitlikçi-halkçı- özgürlükçü-demokratik-sosyal bir cumhuriyetin savunusu yapan bir cumhurbaşkanı” görme umudunu dile getirmişti.

10 Ağustos seçim süreci ve sonucu toplumun büyük çoğunluğunun beklentisini karşılamaktan uzak olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan yukarıda sıralanan tüm niteliklerin karşıtı siyasi geçmişiyle ve bu geçmiş ile gayet uyumlu seçim çalışmasıyla, verilen geçerli oyların %51’ini almış ancak tüm seçmenler içerisinde desteği %37 civarında kalmıştır.

30 Mart yerel seçimlerindeki gibi oldukça adaletsiz bir ortamda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken, bir aday Başbakan olarak devletin tüm olanaklarını kullanmış, başta devlet televizyonu TRT olmak üzere medya üzerinde büyük bir denetim kurmuş, pozisyonunu kullanarak diğer adayları kat be kat aşan bağışlar ile seçime girmiş ancak yine de seçimde alması gereken “mevcut” oy oranına kıl payı ulaşabilmiştir.

Yine Konfederasyon olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından tüm yetkilerin tek bir kişide toplanacağı bir tür “fiili başkanlık sistemi”ne geçiş olasılığına dair endişelerimizi de dile getirmiştik. Seçim sonuçlarına bakıldığında böylesi bir dönüşüme karşı toplumun kayda değer bir direncinin olduğu da söylenmelidir. 2014 yerel seçimlerinde yaşadığı düşüşün ardından AKP’nin adayı yine aynı sayıda oy almış, toplumun yüzde 63’e yakın bir kesimi farklı biçimlerle de olsa “tek adam”a onay vermemiştir.

Toplumun geniş bir kesiminin direnci belli ki iktidar partisini endişelendirmektedir.  Tam da bu nedenle AKP’nin her seçim sürecinde sarıldığı ayrıştırıcı, ötekileştirici, ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi söylemlere ve eylemlere daha fazla başvuracağı, toplumsal muhalefetin bastırılması/pasifize edilmesi için baskıları daha da artıracağı, etnik/mezhepsel gerginlikleri tırmandıracağı beklenmelidir. Ortadoğu’da IŞİD gibi etnik/mezhepsel temelli cinayet şebekeleri bölge halklarına kan kustururken, barbarca bir savaş sınırlarımıza dayanmışken, böylesi bir ayrıştırıcı/ötekileştirici siyasetin tehlikeleri ortadadır. Hiçbir siyasetçinin ve siyasi partinin kendi ikbali için Türkiye halklarını böylesi bir ateş çemberine atmaya hakkı yoktur.

Türkiye’de çoğunluk/baskın olan inançları, kimlikleri kışkırtmak üzerinden yürütülen ayrımcı/ötekileştirici bir siyaset, işçi sınıfı içerisinde de bölünmeler yaratmakta; sağın alternatifinin yine sağ olduğu bir siyaset düzlemini kalıcı hale getirmektedir. İşçi sınıfını bölen böylesi bir ayrımcı siyaset, sömürü ve yağma düzeninin üzerine de bir örtü çekmekte, bu düzenin devamlılığını sağlamaktadır. “Çalıyor ama bizden”, “öldürüyor ama bizden”, “sömürüyor ama bizden” denilerek her türlü çürümüşlük aklanmaktadır.

Seçim sürecinin ortaya çıkarttığı diğer bir sorun alanı da, işçilerin, emekçilerin, yoksulların siyasetten dışlanarak katılım kanallarının sadece oy vermeleriyle sınırlandırılmasına, siyasetin demokratik zeminlerden uzaklaştırılıp sosyal katmanların ötekileştirilerek düşmanlaştırılmasına, AKP’nin neoliberal dönüşüm ve kurmaya çalıştığı “düzen”e karşı güçlü/inandırıcı/birleşik/kapsayıcı bir sol seçeneğe olan ihtiyaçtır. “Fiili başkanlık sistemi”ne evriltilmek istenen bu yeni rejimin temel karakterinin sorgulanarak tasfiye edilmesini hedeflemeyen anlayışlarla, eşitlikten, özgürlükten, barış ve adaletten yana demokratik bir toplumsal düzen kurulamayacağı bir kez daha anlaşılmıştır.

Bu koşullar altında, “gerçek bir laiklikten ve emekten yana, bir arada yaşamı savunan, ekolojist, cinsiyetçi olmayan, eşitlikçi-halkçı- özgürlükçü-demokratik-sosyal bir cumhuriyet” için mücadelede emek örgütlerine daha önemli görevler düşmektedir.

Unutulmamalıdır ki, işçi sınıfı mücadelesi birleştirir! İşçilerin bu sömürü ve yağma düzenine karşı omuz omuza yükseltecekleri mücadeleler sadece kendi haklarını kazanmaları için değil halkların kardeşliği için, demokrasi için, barış için, özgürlük için, bu ülkenin ve çocuklarımızın geleceği için kritik bir öneme sahiptir.

Bu mücadeleyi büyütmek için umudumuz vardır. Umut verdiği/vermediği oy ile diktatörlüğe gidişe karşı tepkisini gösteren, bu yağma ve sömürü düzenine karşı alternatif arayışını yansıtan milyonların omuz omuza mücadelesindedir!

Umut 2013’te omuz omuza alanlara çıkanların birliğindedir. Umut sayısı giderek artan grev/direniş çadırlarındadır.

Bu umuda sahip çıkmak ve büyütmek Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun olmazsa olmaz görevlerindendir. Bu nedenle DİSK, kendi tarihinden aldığı mirasla, taşeronlaştırmaya, köleleştirmeye karşı eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet özlemi için seferber olmayı sürdürecektir.

ITUC ETUC