Image Map

Orta Vadeli Program güvencesizlik ve yoksulluk programıdır

 Orta vadeli program güvencesizlik ve yoksulluk programıdır

Hükümet Orta Vadeli Programı (2015-2017) açıkladı. Program bütünüyle sermaye kesimlerinin beklentilerine göre şekillendirilirken, işçi sınıfı için fazla sömürünün ve yoksullaşmanın işaretlerini verdi. Programın temel amacı büyüme performansına, cari işlemler açığını düşürmeye, enflasyon hedefine ulaşmaya kilitlenirken, refahın paylaşılması, gelir dağılımının düzeltilmesi, ücretlerin ekonomik büyümeden pay alması, insan onuruna yaraşır nitelikli işler yaratarak işsizlikle mücadele gibi hususlar göz ardı edildi.

Ekonomik büyüme adına “emek maliyetleri”nin düşürülmesi yani sömürünün yoğunlaştırılması amacı açıkça ortaya kondu. İşçi sınıfını daha da yoksullaştıracak, güvencesizleştirecek çalışma yaşamını “esnekleştirme” politikalarının daha önceden adı anılan tüm unsurları Orta Vadeli Program’da yer aldı. Modern kölelik büroları adı verilen ve işçileri toplu halde geçici sürelerle kiralama esasına dayalı, geçici işçiliğin kurumsallaşması anlamına gelen özel istihdam bürolarının yaygınlaştırılması hedefi programda yer aldı. Kıdem tazminatının fona devri adı altında iş güvencesinin ortadan kaldırılması da programın hedefleri arasında. Sonuçlarını vahim bir biçimde yaşadığımız taşeronluk sisteminde “işçi hakları”na dikkat çekerken “rekabet gücü” göz önüne alınarak düzenleme yapılacağının söylenmesi bu konuda bir iyileştirmeyi olanaksız kılmaktadır. Zira “rekabet gücü” gereği emeğin değersizleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi programa damgasını vurmaktadır.

Her gün iş cinayetlerinde ortalama 4-5 işçinin yaşamını yitirdiği bir ülkede işçi sağlığı güvenliğinin tek bir maddeyle geçiştirilirken “rekabet” kavramının 17 yerde geçmesi dikkat çeken konulardan biri olmuştur. Bu kapsamda 2015-2017 programına dair görüşlerimiz ana başlıklarla şöyledir:

1) EKONOMİDE KRONİK SORUNLARLA “YOLA DEVAM”

Türkiye ekonomisi ithalata ve sıcak para akışına dayalı yapısı ile kırılgan bir özellik göstermektedir. Tasarruf oranları sürekli olarak azalmakta, kredi sistemi ve cari işlemler açığı tehlike sinyalleri vermektedir. AKP döneminde uygulanan ekonomi politikaları bu sorunları derinleştirmektedir. İç tasarrufların yetersiz olduğu bir ortamda dış kaynak girişi desteklenmiş, sermaye birikiminin sürekliliğinin sağlanması ve iç talebi ayakta tutmak adına halk kontrolsüz bir biçimde borç batağına sokulmuştur. Dış borçları katlanarak artıran ekonomi politikaları sonucu döviz kurlarındaki en ufak bir artış ülke ekonomisini uçurumun kenarına getirmektedir.

Bu durumun sorumlusu olan siyasal iktidar faturayı yine geniş halk kesimlerine kesme niyetindedir. Tüketim harcamalarının ve yurt içi talebin sınırlandırılması yoluyla cari açığın düşürülmesi stratejisinin en temel bileşeni emekçi kesimlerinin alım gücünün düşürülmesidir. Nitekim programda buna dair ipuçları açık/kapalı verilmektedir. Benzer şekilde “enflasyonla mücadele” vurgusunun öne çıkması da bu kaygıları artırmaktadır. Bilindiği gibi neoliberal politikaları benimseyen hükümetlerin sürdürdüğü enflasyonla mücadele programlarının temel bileşenleri ücretleri baskı altına almak ve işsizliği “sürdürülebilir” bir düzeyde kabullenmektir.

2) DIŞA BAĞIMLI BÜYÜMEYE DEVAM

Programda Türkiye’nin büyüme performansında yaşanan düşüşe işaret edilmektedir. Öte yandan belirlenen büyüme hedefleri iyimser beklentiler üzerine şekillendirilmiştir. Bu iyimser beklentiler küresel ekonomide büyüme, ABD faizlerinin etkileri, yabancı sermaye girişleri gibi büyük oranda dış etmenlere bağlanmış durumdadır. Bu da Türkiye ekonomisinin bağımlı karakterini somut olarak ortaya koymaktadır.

3) İŞÇİ SINIFINI YOKSULLAŞTIRAN, GÜVENCESİZLEŞTİREN, ÖLDÜREN BÜYÜME

Programda 2013 yılında büyümeye katkının tamamen sermaye stoku ve yüksek oranda artış gösteren istihdamdan geldiği ifade edilmektedir. “Toplam faktör verimliliğinin büyümeye negatif katkı” yaptığı söylenmektedir ve 2014 yılında da benzer bir beklenti olduğu belirtilmiştir. Bu tespitler şunu göstermektedir ki Türkiye ekonomisi teknolojik sıçramayla, verimlilik artışıyla değil emek gücü maliyetlerini aşağı çekerek büyümüştür. Böylesi bir büyümenin işçi sınıfı için anlamı ise artan yoksulluk, güvencesizlik ve iş cinayetleri olmuştur.

4) MUTFAKTA ALIM GÜCÜ İKİ YILDA EN AZ YÜZDE 5 AZALACAK

Programda enflasyon hedefi de tanımlanmaktadır. Enflasyon verileri büyük oranda ücretler açısından da belirleyici olmaktadır. Enflasyona dayalı ücret artışlarının sokaktaki enflasyonla uyumsuzluğu, işçilerin alım gücünde resmi verilere yansımayan bir kayıp yaratmaktadır. Nitekim programda 2015 yılında gıda fiyatlarındaki artışın yüzde 9, genel enflasyonun yüzde 6,3, 2016 yılında gıda fiyatlarındaki artışın yüzde 8, genel enflasyonun yüzde 5 olacağı tahmin edilmektedir. Bu durum enflasyona dayalı ücret artışı halinde mutfaktaki alım gücünün 2 yılda yüzde 5 azalacağı anlamına gelmektedir. Ayrıca asgari ücret artış dönemlerinde ücretlerin baskı altında tutulmasının gerekçelerinden birinin Orta Vadeli Programda da önemi ısrarla vurgulanan enflasyonla mücadele politikası olduğunu burada hatırlatmak isteriz. Bu koşullar altında asgari ücretin açlık sınırının altında bir ücret olarak belirlenmeye devam edeceği anlaşılıyor.

5) ÖZELLEŞTİRME YAĞMASI SÜRECEK, VERGİ YÜKÜ YİNE EMEĞİN SIRTINDA

Devletin gelirler politikasında toplumsal kaynakların haraç mezat elden çıkartılması anlamına gelen özelleştirme ve dolaylı vergilerdeki artışın etkisine dikkat çekilen programda özelleştirmelerde ve kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesinde ısrar edilmektedir.

Adaletsiz bir vergi sistemine işaret eden dolaylı vergilerin ağırlığı meselesinde ise bir yaklaşım değişikliği gözlemlenememektedir. Gelire göre alınan dolaysız vergilerin artırılması hedefinden bahsedilse de, bu hedef tüketimi azaltacak politikalar nedeniyle vergi kaybı yaşanacağı öngörüsü üzerinden tartışılmaktadır. Tüm vergi gelirlerinin yüzde 70’ini oluşturan KDV-ÖTV gibi dolaylı vergilerin adaletsizliğine vurgu yapılmadan, gelirleri artırmak üzerinden bu tartışmanın yapılması dikkat çekicidir. Gelir vergisinin de yüzde 60’ını ücretlilerin ödediği bir ortamda “adalet” tartışması yapmadan gelirler politikası tartışılması, dolaysız vergilerde de ücretlilerin yükün büyük bölümünü çekmeye devam edeceğini göstermektedir

6) ORTA VADEDE EMEĞİN HAKLARI YOK

Makroekonomik politikalardan biri 78. Maddede “Yurt içi üretimde işgücü, enerji ve ulaşım gibi alanlarda üretim maliyetlerinin düşürülmesine yönelik tedbirler kamu mali dengeleri gözetilerek uygulamaya konulacaktır” olarak belirlenmiştir. İşgücünün, enerji ve ulaşım gibi bir maliyet kalemi olarak görülmesi programın geneline yansıyan işletmeci-piyasacı algının bir yansımasıdır. Bu sömürünün derinleştirilmesi stratejisinin bir ifadesidir.

Girişimcilik, rekabet, teşvik, özelleştirme, yatırımcılara ve işletmelere kolaylıklar programın her aşamasında karşımıza çıkarken, emeğin haklarından, örgütlenme özgürlüğünden, sendikal haklardan hemen hemen hiç bahsedilmemektedir. Tam tersine yatırım ortamının iyileştirmesi başlığı başlı başına emekçilerin daha yoğun, esnek ve güvencesiz çalıştırılmasını bir girdi olarak almaktadır.

7) REKABETÇİ İŞ GÜCÜ PİYASASI İÇİN BÜYÜK SALDIRI

İstihdam politikaları rekabetçi bir işgücü piyasasının oluşturulmasını hedefine almıştır. Halbuki işçiler arasında yaratılan rekabet ortamı dibe doğru bir yarış anlamına gelmektedir. Rekabetçi işgücü piyasası söylemi programın istihdam alanına dair yaklaşımının özetidir. Programda yer alan özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma hakkı tanınması ve yaygınlaştırılması, geçici çalışmanın kurumsallaşması anlamına gelecektir. İşçiler çalışma iradelerini bu bürolara teslim edecek, sabit bir gelirle, düzenli bir işte çalışma olanağı ve çalışacağı işyerini seçme özgürlüğü ortadan kalkacak, işgücü piyasalarında dayılık denen sistem bu ad altında yaygınlaşacaktır.

Yine programın hedeflerinde yer alan ve sonuçlarını vahim bir biçimde yaşadığımız taşeronluk sisteminin programda pek de fazla vurgulanmayan “işçi hakları” ile programın omurgasını oluşturan “rekabet gücü” göz önüne alınarak yeniden gözden geçirilmesinin ne anlama geldiği açıktır. Amaç taşeron çalıştırmayı asli bir istihdam biçimi haline getirmektir. İşçi sağlığı ve güvenliği gibi temel bir mesele sadece denetim, teşvik, bilinç ve güvenlik kültürünün geliştirilmesi üzerinden tanımlanmakta ve tek bir cümle ile geçiştirilmektedir.

Kıdem tazminatının fona devri ile işlevsizleştirilerek ortadan kaldırılmasını amaçlayan uygulama “sosyal taraflarla diyalog içerisinde tüm işçilerin faydalanacağı ve bireysel hesaba dayanan bir kıdem tazminatı sistemi geliştirilecektir” söylemi ile programda yerini almaktadır. Mevcutta tek bir cümle değişikliği ile kıdem tazminatından herkesin faydalanabilmesi sağlanabilecekken, fon uygulamasının gündeme gelmesi iyi niyetli bir girişim değildir. Amaç öncelikle kıdem tazminatının iş güvencesi sağlayan yönünün yok edilmesidir. Bunun yanı sıra düşen birikim oranları nedeniyle işçinin kıdem tazminatı özel emeklilik fonlarını besleyecek bir gıda olarak düşünülmektedir. İşsizlik sigortası fonunun milli gelir içindeki payının 2016 yılında bir önceki yıla düşmesinin öngörülmesi kıdem tazminatının fona devir sürecinde işsizlik fonunun kullanılması düşüncesini akla getirmektedir.

Sonuç olarak Orta Vadeli Program AKP hükümetinin emeğin kazanılmış haklarına yönelen saldırısının açık ifadesidir.

ITUC ETUC