DİSK Genel Başkanı Kani Beko'nun İHD Genel Kurulu'ndaki konuşması
DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, İHD’nin 17. Olağan Merkez Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma:
Türkiye gibi insan hakları açısından sorunlu bir ülkede yıllardır insan hakları için mücadele veren tüm aktivistleri, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu adına yürekten selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar.
Gerçekten de sorunlu ve zorlu bir alanda mücadele yürütüyorsunuz. Zira, sorunları çözmek bir tarafa, ülkemizde insan hakları kavramı konusunda toplumda bilinç oluşturmak bile başlı başına önemli bir sorundur.
İnsan haklarının ne olup olmadığına, bu konuda tüm demokratik örgütlenmelerin görevlerinin neler olduğuna gelmeden önce karşımıza daha önemli bir sorun çıkmaktadır: YAŞAMA HAKKI!..
Yaşama hakkı, tüm canlıların birincil temel ve doğal haklarıdır. Oysa ki ülkemizde, yaşama hakkı öncelikle tepetaklak edilen bir haktır. Son birkaç ayda yaşanan iş cinayetlerinde buna bir kez daha tanıklık ettik. Devlet ve sermaye işbirliği neticesinde yaşama hakkının ötesini tartışmak neredeyse lüks haline getiriliyor.
Ülkemiz, yokluklar ülkesidir. İnsan hakları olmadığı gibi, örneğin bu memlekette bir insan hakları bakanlığı dahi bulunmamaktadır. Daha da acı bir örnek vereyim;
Sadece Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir daire başkanlığı vardır. İnsan Hakları Daire Başkanlığı nedir, ne işe yarar, başkanı kimdir, bunu hiç kimse bilmez.
Bu daire başkanlığının sitesine girip baktığınızda “Görevlerimiz” kısmında 7 görev saptanmış olduğunu görürsünüz. Bu görevler arasında, “İnsan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapmak” maddesi bile ikinci sırada yer almıştır. İlk sırada ne vardır biliyor musunuz?
İnsan Hakları Daire Başkanlığı’nın ilk görevi şöyle anlatılıyor: “Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurulardan, Türkiye’nin uluslararası ilişkileri ve dış politikası ile bağlantılı olan bir kısım başvurular dışındaki başvurular hakkında, ilgili kurum ve kuruluşlardan bilgi, belge ve görüşlerini istemek, savunmaları hazırlamak ve gerektiğinde oturumlara temsilci göndermek.”
Türkçesi şu: Ülkede hakkı gasp edilen ve iç hukuk yollarıyla adalet bulamayan ve devletin/hükümetin bir hukuksuzluğunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyan vatandaşların karşısına çıkmak. Evet, bizde devletin insan haklarından anladığı kısaca budur.
Tahmin edeceğiniz gibi, bu kurumun insan hakları ihlallerini önlemeye ya da bu konuda toplumda bir bilinç geliştirmeye yönelik herhangi bir projesi dahi bulunmamaktadır.
2013 yılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuruların oransal dağılımı istatistiğinde, %19’la ilk sırayı “Özgürlük ve Güvenlik Hakkı” almaktadır.
Değerli arkadaşlar,
Madem rakamlara girdik, insan haklarına ilişkin işçi sınıfının pozisyonunu yansıtan şu birkaç örneği vermeden geçmek olmayacak.
Birkaç yıl önce DİSK’in üye profili ölçeğinde yaptığı “Herkes İçin İnsan Hakları” anket çalışmasında insan haklarına ilişkin şu çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştı. Bu örnekleri, toplumumuzu yansıtması açısından veriyorum:
En önemli gördüğünüz haklar hangileri sorusuna katılımcıların %25’i düşünce ve ifade özgürlüğü, 18’i eşitlik adalet, 17’si özgürlük, 15’i eğitim hakkı, 11’i sağlık, 11’i çalışma, 11’i yaşama hakkı diye cevap verdi.
İnsan hakları ihlallerini kimler yapıyor sorusuna ise şu yanıtlar verildi:
%21,2’si politikacılar, 21’i devlet, 17’si polis, 8’i iktidar-hükümet, 7’si yöneticiler, 7’si bürokratlar, 7’si zenginler, patronlar dedi.
Şimdiye kadar kendisine karşı böyle bir suç işlendi mi sorusu karşısında ise katılımcıların % 36’sı işlendiğini söyledi. Ki bu oldukça önemli bir rakamdır.
Toparlayacak olursam işçilerin en önemli bulduğu haklar, sırasıyla düşünce ve ifade özgürlüğü ve adalet, özgürlük, eğitim hakkı, sağlık, çalışma ve işçi hakları.
Sonuç itibariyle Türkiye’de son dönemdeki gelişmeler de bu hak ihlallerini daha fazla öne çıkarıyor.
Değerli arkadaşlar,
İnsan hakları kavramı, eşitlik ve özgürlük kavramlarıyla kopmaz bağlarla bağlıdır. İnsanlık, dünyanın hemen her yerinde, farklı düzeylerde de olsa yoksulluk, sosyal dışlanma, ekonomik krizler, ekolojik tahribat ve savaş gibi kapitalist sistemin doğasından gelen sorunlarla yüz yüze kalıyor.
Kapitalist küreselleşme tüm insani değerlerin üzerinden bir silindir gibi geçiyor. Halkları yoksullaştırıyor, yalnızlaştırıyor, çaresizleştiriyor. Dar milliyetçiliğin etki alanına girenler bir yana, daha kapsayıcı “kolektif kimliklere” dini referanslara sarılmak bir çıkış yolu gibi görünüyor.
Ortak paydası Batı karşıtlığı, modernite korkusu olan milliyetçilikten beslenen kökten dincilik veya dini de referans alan bir ırkçılık boy gösterebiliyor. Giderek demokrasi, insan hakları, cinsiyet eşitliği gibi değerlerin Batı’ya ait olduğu tezleri kabul görüyor.
Sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana insanlığın özlemi olan, işçi ve emekçi sınıfların pratiğinde kendini yeniden üreten eşit, özgür, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya arayışı bu mücadelenin eksenini oluşturuyor. Günümüzde hem uluslararası düzlemde hem de Türkiye‘de, sermaye egemenliğinin dışında ve bunun ötesine geçen bir çözüm aramak, bunun gerektirdiği mücadelenin sorumluluklarını üstlenmek, bir insanlık görevi olarak karşımızda duruyor.
DİSK, eşitlikle özgürlüğün insanlığın iki temel değeri olduğu ve birbirini tamamlayıp güçlendireceğinden hareket eder. Toplumun maddi kaynaklarının paylaşımında, istihdam olanaklarına erişimde, parasız ve nitelikli eğitim, sağlık, sosyal güvenlik haklarının kullanımında tam bir eşitlikten yanadır. Bölüşüm sorunlarının ve sosyal hak taleplerinin ötesine geçen; özyönetimci, demokratik katılımcı bir planlamayı amaçlayan; bireyin karar alma süreçlerine aktif olarak katıldığı, doğrudan demokrasinin uygulandığı, üretenlerin söz, yetki ve karar sahibi olduğu bir toplum tasarımını savunur.
Bu anlamda bireysel hak ve özgürlüklerin, her türlü sömürü, ezilme, ayrımcılık, dışlanmaya tepki olarak yükselen kimlik taleplerinin karşılanmasının eşitlikçi bir toplumun da önünü açacağına inanır. Demokratik, çoğulcu, katılımcı bir iktidar olmadan dünyayı insandan yana değiştirmenin bir hayal olduğu bilincine sahiptir.
Değerli Dostlar,
Son söz olarak şunu söylemek isterim:
İtalyan diktatör Mussolini grevdeki işçilere şöyle seslenmişti: “Sizin özgürlüğe değil, ekmeğe ihtiyacınız var!”
Mussolini’nin çok yanıldığını, İtalyan işçi sınıfının mücadelesiyle tepetaklak edilmesi de gösteriyor. Darısı bizim coğrafyadaki diktatörlerin başına. Evet, işçi sınıfının ekmeğe çok ihtiyacı var ama şurası kesin ki özgürlüğün olmadığı yerde ekmek de olmuyor. Bugün milyonların aç olduğu, işçilerin ölümüne çalıştırıldığı bir düzende adaletsizlik büyürken, adalet saraylarının ve cezaevlerinin büyümesi tesadüf değildir.
Bu duygu ve düşüncelerle kongrenizi DİSK adına yürekten selamlıyor, önümüzdeki zorlu süreçte üstün başarılar diliyorum.