DİSK Genel Başkanı Kani Beko'nun "İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Haftası" açılışında yaptığı konuşma
DİSK Genel Başkanı Kani Beko Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından düzenlenen “29. İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HAFTASI” açılışında bir konuşma yaptı. Konuşmasına İstanbul 1 Mayıs’ında yaşanan hukuksuzlukları, saldırıları kınayarak başlayan Kani Beko, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında devletin sorumluluklarını hatırlattı ve somut çözüm önerilerini sıraladı. Daha sonra kürsüye çıkan Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı Ali Yalçın’ın ise, işçi sağlığı alanına yaşanan onca soruna değinmek yerine 1 Mayıs’ta polis terörü sonucu yaralanan, gözaltına alınan işçilere/emekçilere hakaret etmesine tepki gösteren Genel Başkanımız toplantıyı terk etti.
DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından düzenlenen “29. İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HAFTASI” açılışında yaptığı konuşma
Sayın Bakan, Değerli ILO Türkiye temsilcisi, Sendikalarımızın, Meslek Oda ve Birliklerinin Değerli Başkanları, Sevgili Konuklar,
Öncelikli olarak 1 Mayıs’ta 300’ü aşkın işçinin hunharca gazlanarak, joplanarak ve darp edilerek gözaltına alınmasını protesto ediyor derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. İşçilere yapılan bu faşist saldırıları kınıyoruz.
1 Mayıs 1977’de öldürülen 37 canımızı, katilleri bulunmadan ve onlarla adalet hesaplaşması yapılmadan Taksim’den asla vazgeçmemiz mümkün değildir.
Taksim özgürleşmeden Türkiye özgürleşemez!
Taksim’de işçiler özgür iradeleriyle 1 Mayıs’ı birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlayamazlarsa Türkiye demokratik bir ülke olamaz!
Bugün burada, 29. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği haftası için toplanmış bulunuyoruz.
Bildiğiniz gibi, ülkemiz işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır.
Zonguldak’tan Balıkesir’e, Maraştan Soma’ya; İstanbul’dan Ermenek’e meydana gelen kazalarda kitlesel ölümlere tanık olduk.
Bu tablo asla kabul edilemez.
Madenlerde, inşaatlarda, barajlarda, hastanelerde, nakliye işlerinde canlarımızı kaybediyoruz. Ölüm çalışanlar için ülkenin her yanında kol geziyor.
Giderek yükselen ölümlü iş kazaları ve kalıcı iş göremezliklerle karşı karşıyayız. Emek gücümüz, taşeron ve güvencesiz çalışma biçimleri nedeniyle heba edilmektedir.
Yarattığı travmalar toplumsal yapımızda derin izler bırakmaktadır.
Yüzyılın faciası ne yazık ki, Manisa-Soma’da yaşandı. 301 madenci bu faciada hayatını kaybetti.
Daha bunun acısı dinmeden Torunlar inşaatta 10 işçi, hemen arkasından Ermenek’te 18 işçi kabul edilemez çalışma koşulları nedeniyle yaşamını yitirdi.
Maalesef bir gerçeğin altını kalın çizgilerle hep vurguladık, şimdi de vurguluyoruz; Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi çökmüş durumdadır. Çökmüş sistem üzerine yeni bir yasa çıkarmak, mevzuat düzenlemeleri yapmak hiçbir işe yaramamaktadır.
Bakın, 2012 de 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği kanunu çıkarıldı. Kanun tamamen piyasa aktörlerinin beklentilerine uygun halde düzenlendi.
Bu alan piyasaya açılarak yaşanan devasa olumsuzlukların giderileceği sanıldı.
Maalesef görülmüştür ki, İşçi sağlığı iş güvenliği alanının ekonomi-politiği, mevcut sermaye birikim rejiminin önünde engel teşkil etmeyen, aksine kendisi de birikim sağlanacak bir yapı olarak düzenlenmiştir.
Taşeron ve güvencesizlik ilişkilerinin arttığı bir üretim yapısında, işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının düzgün işleyeceğini beklemek tam bir hayaldir.
Çünkü bu üretim biçimlerinin kendisi zaten bu uygulamaların reddi üzerinde yükselmektedir.
Zaten rakamlara bakıldığında da bu durum açıkça görünmektedir.
Uzun uzun rakamsal veriler vermeyeceğim, sadece belirli bir kıyaslama olsun diye iki karşılaştırma yapmak gereğini ifade ediyorum.
Birincisi, ILO’nun iki temel sözleşmesinin kabul edildiği 2004 yılından, 2012 yılında 6331 sayılı yasanın kabulüne kadar geçen zamana bakıldığında, her yıl ortalama 1316 çalışan yaşamını yitirmiştir.
2004-2014 yılları arası ise, yani 6331 sayılı yasanın kabulünden 2 yıl sonra, bu ortalama yıllık 1377 sayısına ulaşmıştır.
Değerli konuklar,
Bu kazaların neden önlenemediğine ilişkin özellikle madencilik sektöründen iki önemli rapora vurgu yapmak kaçınılmaz olmuştur.
İlki, İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca 2005 yılında yayınlanan rapor; ikincisi ise, aradan 6 yıl geçtikten sonra devam eden maden kazalarının nedenlerini araştırmak üzere Devlet Denetleme Kurumu 2011 yılında kamuoyuyla paylaştığı rapordur.
Her iki raporda, madenlerde temel yetersizlikleri belirlemiştir. ayrıca Devlet Denetleme Kurumu raporu, risk değerlendirme sisteminin yokluğuna, taşeron sistemine, üretim zorlamasına ve geçmiş kazalardan ders alınmamasına vurgu yaparak sorunların ne denli önemli olduğuna dikkat çekmiştir.
Diğer yandan, işverenler tarafından iş sağlığı ve güvenliğine gereken önemin verilmediği, çalışanların ise eğitim düzeyinin yetersiz olduğu tespit edilmiştir.
Değerli Katılımcılar,
Görüldüğü üzere sorunlar bizzat 2005 yılından 2011 yılına kadar giden süreçte madenlerde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerine ilişkin hiç bir şeyin değişmediği, aksine ölümlü iş kazalarının giderek yükseldiği ve kaza nedenlerinin ortadan kaldırılmasına dönük bir çabanın yaşanmadığını kuvvetle vurgulamak gerekiyor.
2011 Devlet Denetleme Kurulu Raporunun Öneriler bölümünde kapsamlı tedbirlerin alınması ve bir sistem yaratılması istenirken, Soma faciasına kadar geçen süreçte olumlu anlamda yaratılan hiç bir uygulama yoktur. Aksine zayıf denetim ve yaptırımlara uğrayan ve kapatılan maden ocaklar da bile kaçak çalıştırma cüreti ve cesareti görülebilmektedir.
Temel özelliği taşeron ve güvencesizlik olan kalkınma modelinin özellikle maden, enerji ve inşaat sektörlerinde yükselmesi ve bu sektörlerde üretim zorlaması, uzun çalışma saatleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yokluğu, yüksek karlar elde edilmesini sağlamıştır. Ölümlü iş kazalarıyla bu çalışma koşulları arasında doğrudan bir bağlantının olduğunun görülmesi gerekmektedir.
Değerli Konuklar,
Ulusal Konseyde kabul edilmiş 3 Politika Belgesine dönük kısa tespitler yaparak önerilerimize geçeceğim. Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyinde kabul edilen 2006-2008 ve 2009-2013 Ulusal Eylem Planlarına göre;
-ILO ve AB normlarına uygun bir yasa çıkarılamamıştır.
-2012 Haziranında kabul edilmiş olan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası sosyal tarafların mutabakatını sağlamadan çıkarılmıştır.
-Yasa kamusal bir İSG alanını yaratmaktan çok uzak olduğu gibi, işverenlerin ve piyasa aktörlerinin beklentilerine uygun çıkarılmıştır.
-Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyinde kabul edilen 2006-2008 ve 2009-2013 Ulusal Eylem Planlarındaki hedeflere ulaşılamamıştır.
-Zaten, 19 Aralık 2014 tarihinde kabul edilen 2014-2018 Politika ve Eylem Planı Belgesi, diğer belgelerin tekrarı niteliğinde olup, 8 yılda yasanın kabul edilmesinden başka hiç bir hedefin gerçekleşmediğinin bir göstergesi durumundadır.
Değerli Konuklar,
Sonuçta, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK olarak diyoruz ki;
Kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı yaratmak için bütünlüklü bir sistem gerekmektedir. Bunun olması için ise;
Özgür ve demokratik bir sendikal örgütlenmenin önünü açmaktan uzak 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu yeniden düzenlenmeli, özgürlükçü ve katılımcı bir demokratik düzenleme gerçekleştirilmelidir.
İşçi sağlığı ve İŞ güvenliği önlemlerinin uygulamada denetlenebilmesinin tek yolu, sendikalar eliyle demokratik denetim sistemlerinin oluşturulmasıdır. Ancak bu şekilde yukarda oluşturulmuş mekanizmaların işletme düzeyinde etkin olması sağlanabilir.
Taşeron ve güvencesiz üretim sisteminin tamamen yasaklanması ve/veya ciddi denetim ve sınırlama getirilmesi için yine samimi,etkin bir yaklaşımın toplumsal yaşamın her alanında verilmesi gerekmektedir.
Sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile oluşturulmasının politikasının yaratılması için artık ısrarcı bir çabanın gösterilmesi gerekmektedir. İlgili kamu kurumlarının da böyle bir sistemi artık düşünmesinin zamanı gelmiştir.
Soma faciasının birinci yıl dönümü yaklaşırken, bu vesileyle iş kazalarında ölen bütün işçilerimizin anısı önünde saygıyla eğiliyor, ailelerinin acılarını paylaşıyorum. Ülkemizin geleceğinde insan onuruna yakışır çalışma koşullarının yaratılması çabasında her zaman var olacağımızı ifade ediyor, siz değerli konukları sevgi ve saygıyla selamlıyorum.