ILO’DA ÇALIŞAN/İŞÇİ DELEGESİ MEMUR-SEN’DEN OLAMAZ(DI)
Bu yıl ILO’nun 106. Konferansında Türkiye’den işçi kesiminin temsili ile ilgili Bakanlığın almış olduğu Memur-Sen’in temsiliyet kararı üzerine, konunun Türkiye’deki önde gelen uzmanlarından olan, bu alanda birçok değerli çalışmaya imza atmış ve DİSK olarak görüşlerinden yararlandığımız Prof. Dr. Mesut Gülmez hocamız, konuyu ayrıntılı biçimde ele alan bir makale kaleme aldı. Bu makaleyi üyelerimiz ve kamuoyuyla paylaşmayı konunun bilimsel temelde ve uluslararası hukuk çerçevesinde tartışılması açısından yararlı görüyoruz.
ILO’DA ÇALIŞAN / İŞÇİ DELEGESİ MEMUR-SEN’DEN OLAMAZ(DI)
Prof. Dr. Mesut Gülmez
Uluslararası Çalışma Konferansı’nın (UÇK) 5-16 Haziran 2017 tarihlerinde gerçekleşen 106. Toplantısına katılacak hükümetdışı ulusal delegelerin, özellikle çalışan / işçi kanadı delegesinin (ve nedense, konfederasyonların basın açıklamalarında üzerinde pek durulmayan ve önemsenmeyen teknik danışmanların) belirlenmesi süreci, ayrıksı bir önem kazandı. Sürecin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) ve Bakanı’nca işletilişindeki anayasal ILO kurallarına ve yerleşik uygulamasına aykırılıkların değerlendirilmesine girmeden, Örgüt’ün en üst organı Genel Konferans’ın üçlü yapısında “karara katılım” nitelikli “temsil sorunu”yla doğrudan ilgili olan birkaç genel noktayı öncelikle anımsatmayı zorunlu görüyorum.
Ama önce, makale başlığıyla ilgili bir açıklama yapmalıyım: Makaleye, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın 10 Mayıs 2017 günlü yazısından önceki günlerde kısa bir “yazı” olarak başlarken ve hemen yayınlamayı düşünürken koyduğum ilk başlıkta, geçmiş zaman eki yoktu! Eklemeyi, 15 Mayıs 2017’de yapılan uzlaşma toplantısı Tutanağını birkaç gün sonra gözlerimle görüp okuyunca yaptım. ÇSG Bakanı’nın 24 Mayıs 2017 tarihli yazısından (ve Konferans’ın açıldığı gün nokta koyduktan) sonra da, değiştirmeyi gerekli görmedim. Salt güncellemek için ekledim. [1]
GİRİŞ: ÇALIŞAN / İŞÇİ DELEGESİNİN ÜÇLÜ YAPIDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
UÇK; Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, zengin-yoksul, gelişmiş-az gelişmiş, büyük-küçük, kurucu olup olmama vb. yönlerden hiçbir ayrım gözetilmeksizin, 187 üyesinin her birinin belirlediği toplam 4 “delege”nin katıldığı en üst karar organıdır. Kısacası Genel Konferans, “ulusal” delegelerden oluşur. Üye devletlerin her birinin uyrukları (ressortissants) olan (m. 3/1) delegelerin 1’i çalışan / işçi, 1’i işveren ve 2’si de hükümet kanatlarından belirlenir. Üye devletlerin, hükümetdışı her iki delegenin yer aldığı delegasyonu eksiksiz belirleme, Genel Konferans’ın üçlü yapısının Anayasa’ya uygun biçimde oluşmasını sağlama yükümlülüğü vardır. Hükümetdışı delegelerden birinin herhangi bir nedenle belirlenmemesi olasılığına karşı yaptırım öngörülmüş olmasının nedeni budur.
Genel Konferans’taki katılım, “karara katılım”dır, “danışsal” değildir. Hükümetdışı iki delegenin her biri, sırasıyla ülkedeki tüm “çalışanları / işçileri” ve doğal olarak tüm “işverenleri” temsil eder (Anayasa, m. 3/1). Hemen altını çizeyim: Hükümet dışı delegeler, geldiği (genel başkanı olduğu) çalışan / işçi ve işveren örgütünü (sendika yada konfederasyonu) temsil etmez. Çalışan / işçi delegesi, o üye devletin, ister örgütlü/sendikalı olsun ister olmasın, tüm çalışanlarını / işçilerini / emekçilerini temsil eder. İşveren delegesi de, ister özel ister kamu kesimi işvereni olsun, ülkedeki tüm işverenleri temsil eder. Bu, Anayasa’nın açık bir kuralıdır. Milletler Cemiyeti’nin yargı organı olan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı, Örgüt’ün kuruluşunun henüz üçüncü yılında, aşağıda değindiğim 1922 tarihli kararında bu önemli noktayı belirtmişti.
Bir başka nokta da şudur: Her delege, UÇK gündemindeki üçlü tartışmalarda ele alınan tüm sorunlar konusunda “bireysel” olarak oy kullanır (m. 4/1). Bu da, bir Anayasa buyruğudur ve üç kanadın delegeleri için geçerlidir. Delegelerin, hükümetin ve örgütlerinin temsilcileri olmamasının doğal sonucudur, gereğidir. Daha açık bir dille belirteyim: Delegelerin tümü, hükümetten ve örgütlerinden bağımsız olarak, özgür ve özerk biçimde, birey olarak görüş ve önerilerini açıklar ve oyunu kullanırlar.
Anayasa’nın gereği budur ama, uygulamada ne ölçüde gerçekleştiği tartışmaya açıktır kuşkusuz!
Anayasa, hükümetdışı delegelerin Genel Konferans’ta temsil eşitliği ilkesinin uygulanmasını güvenceye almak, eşitlik ilkesinin çalışan / işçi ve işveren delegelerinden biri aleyhine bozulmamasını sağlamak amacıyla bir başka kurala daha yer verdi: Eğer herhangi bir üye devlet, herhangi bir nedenle, hakkı olan hükümetdışı delegelerden birini belirle(ye)memişse, diğer hükümetdışı delegenin Konferans’taki tartışmalarda konuşma, görüşmelerde söz alma hakkı vardır, ancak oy hakkı yoktur (m. 4/2). Örneğin, bir ülkenin çalışan / işçi delegesi belirlenmemiş yada belirlenmiş olmasına karşın ILO Anayasası’na ve uygulamasına aykırılığı nedeniyle yetkisinin geçersizliğine karar verilmiş olması durumunda, o ülkenin işveren delegesi oy kullanamaz. Bu anayasal kural, ILO’nun omurgası sayılan üçlü yapı ilkesini ve Anayasa’ya uygun olarak işlemesini ve uygulanmasını, hükümetdışı delegelerin üçlü yapıya eksiksiz katılımının sağlanmasını güvenceye alır.
Bu kısa açıklamalar, hükümetdışı delegelerin, özellikle çalışan / işçi delegesinin Anayasa’nın öngördüğü ilke ve yönteme uygun olarak belirlenmesi sorununun, örneğin hazır bulunanların üçte ikisinin çoğunluğuyla Anayasa değişiklikleri, sözleşme ve tavsiyeler kabul etme yetkisi bulunan en yüksek “karar organı”nın işleyişi yönünden ne denli önem taşıdığını, sanırım yeterince göstermektedir. Bu nedenledir ki, belirlenen çalışan / işçi ve işveren delegelerinin yetkisine itiraz, ILO’nun kuruluşundan beri karşılaşılan önemli bir sorun olagelmiştir… Türkiye çalışan / işçi delegesinin yetkisine de, 1980 sonrasındaki örneklerine değineceğim itirazlar oldu… Bu sorunlara, çoğu kez, sendika çokluğunun bulunduğu ve uygulandığı ülkelerde tanık olundu. [2]
2017 SÜRECİ: ÖZGÜNLÜĞÜ VE AYKIRILIKLARLA DOLU GELİŞİMİ
Genel Konferans çalışan / işçi delegesi ve teknik danışmanların belirlenmesi süreci; yanlış yorumlanan ölçüte göre 2017’de yeni bir durumun ortaya çıkması, buna bağlı olarak hem geç ve hem de anayasal düzenlemelere ve yerleşik uygulamaya aykırı biçimde gelişmesi, aykırılıkların süreci sonlandırıcı kararda da sürmesi yönlerinden incelenmeyi fazlasıyla hak eden bir sorundur. Hem de, süreçle ilgili “resmî” yazışmaların yalnızca bir bölümüne erişebilmiş, basın açıklamalarıyla yetinmek durumunda kalmış olsam da! [3]
Sayısal Ölçütün Değişmesi
Türkiye’de, ilk kez 2017’de, bağlı sendikalarının üye sayıları itibarıyla çoğunluğu temsil eden üst düzey sendikal örgütlerde değişiklik oldu: Kurulduğundan beri “işçi delegesi” olarak ülkedeki tüm çalışanları Genel Konferanslarda temsil eden Türk-İş, ikinci sıraya geriledi. İlk sıraya, 66.532 üye fazlasıyla Memur-Sen geçti. Ve Memur-Sen de buna, yani salt üye sayısının çokluğuna dayanarak, ILO’da çalışan / işçi delegesi olarak belirlenmesi gerektiği konusunda kamuoyuna açıklamalar yaptı, Bakanlığa da yazılı başvuruda bulundu…
Böylece, 5 Haziran-16 Haziran 2017 tarihlerinde toplanacak olan 106. Genel Konferans’ta, çalışan / işçi kanadını, “kim ve neden temsil etmeli?” sorusu, her zamankinden çok ve ayrıksı bir önem kazandı.
Aşağıda, tarihsel gelişimi temelinde, resmi yazışmaların bir bölümüne ve konfederasyonların basın açıklamalarına dayanarak, süreci ayrıntılı olarak inceleyip değerlendireceğim.
Ama özeti şudur:
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bu soruya ve soruna verdiği yanıt, yaklaşık iki haftalık bir süre (hatta beş gün) içinde değişti ve daha sonra da kesinleşti. Bakan’ın, çok gecikmeli olarak 10 Mayıs 2017 günü “resmen” başlattığı delegasyonu belirleme süreci, gerçekte 15 Mayıs’ta yapılan uzlaşma toplantısında noktalandı. Ancak, basında 23 Mayıs 2017’de yer alan bir habere göre, [4] ILO’nun belirlediği son süreden bir hafta dolayında bir gecikmeyle sona erdi. Delegenin Memur-Sen’den belirlenmesi düşünülürken, sonunda yeniden Türk-İş’e dönüldü. Genel Başkan Ergün Atalay’ın adı, işçi kanadı delegesi olarak ILO web sayfasında yerini aldı.[5]
Türk-İş, bu yıl da çalışan / işçi kanadı delegesi oldu ama, ortalığı da “derin bir suskunluk kapladı” demeye hazırlanırken, Memur-Sen ve Kamu-Sen’in 24-26 Mayıs tarihlerinde yaptıkları basın açıklamaları ve DİSK’in de 26 Mayıs 2017 günlü yazısı geldi! Özellikle, 24 Mayıs’taki Bakanlık ve Memur-Sen arasındaki gelişmeler, ayrıksı bir önem taşımaktadır.
Delege Belirlenmesi Süreciyle İlgili Sorular
Soruları, hükümetdışı delegeleri belirleme sürecinin ilk aşamasından başlayarak sıralayıp, yanıtlara geçeyim:
- Süreç, nasıl ve neden başladı? Nasıl gelişti ve sonlandı?
- Çalışan / işçi kanadı delegesi ile teknik danışmanların belirlenmesi konusunda işçi ve memur konfederasyonları neler söyledi yada söylemedi? Somut önerileri oldu mu?
- Sonunda, neden Türk-İş’ten, yani 106. Genel Konferans’a katılacak delegenin “en çok üyesi” olan ve salt bu nedenle “temsil yetkisi bana geçti” diyen Memur-Sen yerine Türk-İş’ten belirlenmesinde karar kılındı?
- Bununla da yetinmeyip, Haziran 2018’de yapılacak 107. Genel Konferans’a en çok üyesi olan kamu çalışanları konfederasyonunun, yani adı verilmeksizin Memur-Sen’in katılmasına karar verilmiş olması doğru, ILO Anayasası’na uygun mudur?
- Bakanlık, bu iki kararı, neden 15 Mayıs 2017’de yapılan toplantı Tutanağından sonra konfederasyonlara bildirilmeyip dokuz gün bekledi, suskun kaldı?
- Neden, başta Bakanlık olmak üzere, Hak-İş ile Türk-İş sürecin aşamalarına ilişkin görüşlerini, yani ülkenin tüm emekçilerini ilgilendiren bir soruna ilişkin son kararlar konusunda kamuoyuna bir açıklama yapmadı?
ILO Anayasası’nın ve yetkili organların, bu soruların tümüne, kısacası hükümetdışı delegelerin belirlenmesi sorununa verdiği yanıta ve yerleşiklik kazanmış uygulamaya girmeden, ÇSG Bakanı’nın sendikal konfederasyonlarla çok gecikerek yaptığı yazışmalara ve konfederasyonların açıklama ve yanıtlarına dayanarak, Türkiye delegasyonunun çalışan / işçi kanadı delege ve teknik danışmanlarının belirlenmesi sürecinin işleyişindeki “patolojik” durumu ortaya koyan saptamalar yapmak gerekiyor.
Bu saptamalar, aynı zamanda, yukarıda sıraladığım sorulardan bazılarının yanıtlarını da oluşturacaktır. Bazı sorular da, Bakanlık’tan ve konfederasyonlardan yanıt beklemektedir!
ILO, Süreci 23 Ocak 2017’de Başlattı Ama…
İlk olarak, tarihlere özellikle dikkat edilmesi ricasıyla belirteyim: Süreç, ILO Genel Müdürü’nün 23 Ocak 2017 tarihli yazısıyla başla(tıl)dı. Guy Rydear, tüm üye devletlerden, en geç 15 Mayıs 2017’de üçlü delegasyonunu ILO Hukuksal Danışma Bürosu’na göndermelerini rica etti.[6]
Böylece, geçen yıllarda da olduğu gibi, üye devletlere delegasyonların belirlenmesinin ILO Anayasası’na uygun olarak oluşturulması ve aynı zamanda olası itirazların Genel Konferans’ın açılmasından önce karara bağlanması için yeterli zamanı sağladı.
Ama Bakan(lık) 3 Ay 17 Gün Bekledi ve Aykırılıklar da Başladı
ÇSG Bakanı, ILO Genel Müdürü’nün “en geç” diyerek belirlediği son tarihten ancak 5 gün önce, 10 Mayıs 2017’de, yedi konfederasyona (26579494-730.03.01-E.40972 sayılı) bir yazı gönderdi! Yazının “dağıtım” listesindeki konfederasyonlardan 1’i işveren kanadından TİSK idi. Altısı ise, çalışan kanadından işçi ve memur konfederasyonları idi: Türk-İş, Hak-İş, DİSK, Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen ve KESK.
Yazının, çalışan / işçi kanadı delegesi ve teknik danışmanların belirlenmesiyle ilgili bölümünde, yanıtın bildirileceği “en geç” tarih belirtilerek, aynen şöyle deniliyor:
“… Bu nedenle çalışan / işçi kesimini temsil edecek delege ve teknik danışmanlar konusunda Konfederasyonlar arasında bir uzlaşma sağlanamaması halinde, 106’ncı Uluslararası Çalışma Konferansı’nda yer alan teknik gündem madde sayısı ile ülkemizde en çok temsil yetkisine sahip konfederasyonların üye sayıları dikkate alınarakMEMUR-SEN’in bir delege ve iki teknik danışman, TÜRK-İŞ, TÜRKİYE KAMU-SEN VE HAK-İŞ’in ikişer teknik danışman, KESK ve DİSK’in birer teknik danışman ile Konferansta temsil edilmesi ve Bakanlığımıza bu çerçevede isim bildirilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. (…)
Bilgilerinizi, heyet listesinin, masrafları Bakanlığımızca karşılanması istenen delege ve teknik danışmanların isimleri belirtilmek suretiyle, en geç 15 Mayıs 2017 tarihine kadar Bakanlığımıza yazı ve e-posta ile ([email protected]) bildirilmesini rica ederim.”
Bu noktada, süreci başlatma süreleri yönünden karşılaştırmalar yapabilmek için, ILO Genel Müdürü ile ÇSG Bakanı’nın 2015 ve 2016 Genel Konferanslarının hükümetdışı delege ve teknik danışmanlarının belirlenmesi konusuna ilişkin aynı içerikli “rutin” yazılarının tarihlerini de vermekte yarar görüyorum:
ÇSG Bakanı, ILO Genel Müdürü’nün 30 Ocak 2015 tarihli yazısı üzerine, 7 Nisan 2015 tarihli (ve 26579494/730/1654 sayılı) yazıyı yedi konfederasyona “günlü” notuyla göndermişti. 2016 Genel Konferansı için ise, bu tarihler ve sayı sırasıyla şöyle idi: 29 Ocak 2016 ve 21 Nisan 2016 (26579494/730-E.1790) idi.
ILO Genel Müdürü, 2015 delegasyonun en son 11 Mayıs 2015’te, 2016 delegasyonunun da en son 9 Mayıs 2016’da bildirilmesini rica etmişti. Böylece Bakan, 2015’te, delegasyonu bildirme süresinin bitiminden 2 ay 4 gün önce, 2016’da da 18 gün önce 7 konfederasyona yazarak süreci başlatmıştı. 2017’de ise, süreci yalnızca 5 gün önce başlattı!
Süreci, kanımca DİSK’in –aşağıda değineceğim– bir gün önceki yazısı üzerine “kerhen” başlatan Bakan yazısı çerçevesinde, usul ve özle ilgili temel sorunları ortaya koyan, aynı zamanda yukarıdaki sorulardan kimilerinin yanıtlarını da içeren saptamalarım şunlardır:
- Süreç, ILO’nun yazısından tam üçbuçuk ay sonra ve öngörülen sürenin dolmasından yalnızca 5 gün önce “resmen” başlatılmıştır! Böylece süreç, ilk kez kendine özgü bir durumun ve olası itirazlara açık ciddi bir sorunun ortaya çıkmış ve Memur-Sen’in Nisan ayı içinde basına açıklamalar yapmaya başlamış olmasına karşın, bir haftadan da az bir zaman kesitine sıkıştırılmıştır!
- Çalışan / işçi delegesinin belirlenmesi ve teknik danışmanların dağılımı konusunda, yalnızca “sayısal ölçütü”nün temel alınacağı açıklanmıştır. Bunun sonucu olarak da, çalışan / işçi kanadı delegesinin Memur-Sen’den belirleneceğine ve teknik danışmanların da buna göre diğer beş konfederasyon arasında dağıtılacağına karar verileceği bildirilmiştir.
- Ne var ki bu kararın, doğru bir yaklaşımla, “Konfederasyonlar arasında bir uzlaşma sağlanamaması halinde” geçerli olacağı da açıkça eklenmiştir.
- Ancak, bu uzlaşmanın nasıl başlatılıp sağlanacağı, bu soruna ilişkin üçlü sosyal diyaloğun nasıl yürütüleceği, Bakanın / Bakanlığın herhangi bir girişimde bulunup bulunmayacağı vb. konularda, hiçbir açıklama yapılmamış, herhangi bir çağrıda bulunulmamıştır. Üstelik Memur-Sen’in, “en çok üyesi olan benim!” diyerek, kamuoyuna yaptığı açıklamalara göre Nisan ayında başvuruda bulunmuş olmasına karşın!
- “… ülkemizde en çok temsil yetkisine sahip konfederasyonlar”, “üye sayıları dikkate alınarak” altı konfederasyonla sınırlandırılmıştır. Örneğin, Temmuz 2016 istatistiğine göre 63.990 üyesi bulunan Birleşik Kamu-İş, kanımca ILO Anayasası’na ve uygulamasına aykırı olarak bu tanım kapsamına alınmamıştır.
Bu saptamalardan çıkan ilk yalın sonuç şudur: Bakan(lık), süreci resmen başlatan ve “aranızda uzlaşın, yoksa delege Memur-Sen’den!” anlamına gelen yazısıyla, aşağıda değineceğim anayasal kurallara ve uygulamaya aykırı davranmaya başlamıştır! Nisan ayı içindeki gelişmeler, bunu doğrulamaktadır.
Bu nedenle de, Bakan yazısına verilen yanıtlardan ve gösterilen tepkilerden önce bu gelişmelere değinmek gerekiyor.
Memur-Sen Nisan’da Başvuruda Bulunmuş
Memur-Sen Genel Başkanı’nın, gerek Bakan yazısından 20 gün önce 20 Nisan 2017’de, Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı ve on gün sonra 30 Nisan 2017’de de yinelediği açıklamasından, gerekse Nisanın son günlerindeki bir haberden anlaşıldığına göre, Memur-Sen Bakanlığa başvuruda bulunmuştur.
Çalışan / işçi delegesinin belirlendiğini içeren kesin bir dille yapılan bu açıklama şöyledir:
“… Üye sayısı bakımında(n) Türk-İş’i geçtiğimiz için haziranda Cenevre’de yapılacak 106’ncı Uluslararası Çalışma Konferansı’nda ülkemizin emek kesimi delegeliğini Memur-Sen olarak biz temsil edeceğiz.”[7] (Bu ve izleyen alıntılardaki tüm vurguları ben yaptım).
29 Nisan 2017 günü “haberler.com” sitesinde yer alan bir habere göre de, Memur-Sen Genel Başkanı bu görüşünü yinelemiş ve başvuru yaptıklarını, gerekçesini de belirterek şöyle açıklamıştır:
“ … Yalçın, ‘Türkiye’nin çalışanlarının, emeğin ve alınterinin ILO’daki temsil yetkisini kullanacak olan konfederasyonun hatırla değil kuralla, anlamsız kaygılarla değil resmî sayılarla belirlenmesinin hem ulusal hem de uluslar arası hukukun gereği olduğunu’ ifade etti. (…)
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na Türkiye’nin çalışan kesiminin ILO’daki temsiline yönelik alınması gereken kararın hukukî gerekçelerini de ihtiva eden başvuruyu yaptıklarını ifade eden Yalçın, ‘Başvurumuzda ifade ettiğimiz gibi, en çok üyeye sahip konfederasyonun temsil yetki ve sorumluluğu üstlenmesi Çalışma Bakanlığının ve Hükümetlerin ortaya koyduğu bir iradedir. Bugün itibariyle bu iradeyi değiştirecek, bu iradeyle uyuşmayacak bir kararın alınmasını gerektirecek hukukî ya da fiilî bir gerekçe bulunmamaktadır’ … şeklinde konuştu.” (…)
… ILO’da temsil yetkisini kullanacak emek örgütünün/konfederasyonun belirlenmesinde esas alınan ‘en çok üyeye sahip olma’ noktasında Memur-Sen 956.032 üye sayısıyla 889.509 üyeye sahip Türk-İş’ten 66.532 daha fazla üyeye sahip… Türkiye’nin çalışan kesimini İLO’da temsil yetkisinin Memur-Sen’e verilmesi gerekiyor.”[8]
Başvurunun “gün” olarak ne zaman yapıldığı ve tam metninin ne olduğu konusunda web sayfasında herhangi bir açıklama yoktur. Açıklamalarda, çalışan / işçi delegesinin belirlenmesinde hangi ulusal ve uluslararası hukuk kuralında üye sayısının çokluğun öngörüldüğü konusunda da bir açıklama bulunmamaktadır. Dolayısıyla, alıntılar yaptığım bu basın açıklamalarıylasınırlı olarak, şu saptamaları yapmakla yetiniyorum:
- Memur-Sen’e göre, uluslararası hukukun gereği, çalışan / işçi kanadı delegesinin “en çok üyesi” olan konfederasyondan belirlenmesidir.
- Bu “sayısal ölçüt”, resmî sayılarla (istatistiklerle) gerçekleşmiştir.
- Bakanlık ve hükümetler, (geçmişte) böyle yapmış, sayısal ölçüte göre delegeyi belirlemiştir. Bunu değiştirecek ne hukukî, ne de fiilî bir gerekçe vardır!
- Temsil yetkisi Memur-Sen’e verilmelidir.
“Hatır” ve “anlamsız kaygılar” ile ne demek istediğini kestiremediğim Memur-Sen’in açıklamalarından çıkan yalın ve kesin sonuç, çalışan / işçi kanadı delegesinin kendisine verilmesi gerektiği yolundadır.
Çalışan / işçi kanadı konfederasyonlarının, özellikle Türk-İş’in, Memur-Sen’in açıklaması 20 Nisan 2017 günü yapılmış olmasına karşın ve görmediği / okumadığı da düşünülemeyeceğine göre, 10 Mayıs 2017 günlü Bakan yazısına değin yirmi gün boyunca kamuoyuna yönelik herhangi bir görüş belirtmedikleri anlaşılmaktadır. Bu suskunluğu, yalnızca DİSK bozmuştur!
Aslında Süreci DİSK Başlattı
DİSK, 9 Mayıs 2017’de, yani Bakanlığın 7 konfederasyona gönderdiği 10 Mayıs 2017 tarihli yazıdan bir gün önce, resmen ve Bakana yazı göndererek görüşünü açıklamıştır. Konfederasyonların web sitelerinden öğrenebildiğim kadarıyla, bu aşamada çalışan / işçi kanadından yalnızca DİSK görüşünü, “resmî” bir yazıyla Bakan’a başvurarak ortaya koymuştur. Bu, Genel Sekreter ve Uluslararası İlişkiler Dairesi Başkanının, ÇSG Bakanı’na gönderdiği 9 Mayıs 2017 günlü ve 495/UİD-011 sayılı ortak imzalı bir yazıdır.
Yazının nedeni, basında yer alan haberlerden, Memur-Sen’in çalışan / işçi kanadı delegesi olarak belirlenmesi amacıyla yaptığı başvuruyu öğrenmiş olmalarıdır. Ancak Bakanlık, bu başvuruya karşın, her yıl delege ve teknik danışmanların belirlenmesi konusunda yaptığı çağrıda bulunma görevini hala yerine getirmiş değildir.
DİSK, bu durum ve yapıcı görüşme süreci yürütülmesi gerektiği konusundaki, kanımca Anayasa’nın özüne uygun görüş ve önerisini şöyle açıklamıştır:
“ … Bu yıl henüz bu çağrıyı almadığımız gibi son günlerde basında yer alan çeşitli haberlerden Memur-Sen Konfederasyonunun en çok üyeye sahip olduğu iddiasıyla 107. Uluslararası Çalışma Konferansında Türkiye çalışan / işçi delegesi olmak için bakanlığınıza başvurduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Aşağıda açıkladığımız gerekçelerle Memur-Sen Konfederasyonunun Türkiye işçi/çalışan delegesi olarak saptanmasına karşı olduğumuzu bildirmek istiyoruz.
ILO’da işçileri temsil edecek örgütün Türkiye’deki ITUC üyesi sendikal örgütlerle müzakere edilerek, bunlarla mutabakat içinde ve bunlar arasından saptanması Uluslararası Çalışma Konferansının çalışma prensiplerine uygun olacaktır.
Sosyal taraflarla uzlaşmayı ve onların katılımını esas alan biricik uluslararası yapı olan ILO Konferansında işçi delegesinin saptanmasında işçilerin gerçek temsilini sağlayacak yapıcı bir müzakere sürecinin yürütülmesi ve çalışanların çoğunluğunun desteğini alan bir temsiliyetin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.”
DİSK’in, Bakanı, süreci “resmen” başlatmak zorunda bıraktığını düşündüğüm bu yazısına dayanarak, şu saptamalar yapılabilir:
- Bakan, DİSK’in yazısının hemen ertesi günü, süreci başlatan “rutin” çağrı yazısını konfederasyonlara “kerhen” göndermiş, göndermek zorunda kalmıştır.
Demek ki DİSK, bu yazı göndermemiş olsaydı, süreç daha da dar bir zaman kesitine sıkıştırılacaktı!?
- DİSK yazısında, çalışan / işçi delegesinin belirlenmesi ve teknik danışmanların dağılımının kararlaştırılmasında, konfederasyonlar arasında “müzakere” ve “mutabakat” sağlanması gerektiği Bakana anımsatılmıştır.
- Bu yönteme uyulmaksızın, tek yanlı olarak karar verilmesi, yani delegenin “sayısal ölçüt” temelinde Memur-Sen’den belirlenmesi durumunda, yetki itirazında bulunulacağı belirtilmiştir.
Önemle ve bir kez daha belirteyim ki, DİSK dışında, Bakan’ın 10 Mayıs 2017 tarihli ve E. 40972 sayılı yazısı öncesinde, öteki işçi ve memur konfederasyonlarının, özellikle Türk-İş’in web sitelerinde herhangi bir açıklama ve görüşe rastlamadım. Tümü, Memur-Sen’in başvuru yaptığı yolundaki basın açıklamaları konusunda “duymadım, görmedim, okumadım” davranışı içinde olmuştur!
Ama, elbette, kapalı kapılar ardında bu konunun, özellikle Türk-İş, Memur-Sen ve Bakanlık / Bakan arasında görüşülmediği düşünülemez!
İtirazlar, Ancak Bakanın Yazısı Üzerine Başlıyor
Bakan’ın, delegenin belirlenmesi ve teknik danışmanların konfederasyonlara dağıtılması konusundaki yazısına, yine önce aynı gün DİSK yanıt vermiş, ayrıca 12 Mayıs 2017’de basın açıklaması yapmıştır.[9] Bakana “resmen” yazıp yazmadıklarını öğrenemediğim Türk-İş ve T. Kamu-Sen, 11 Mayıs 2017’de web sitelerinde basın açıklamaları yaparak, aşağıda özetlediğim görüşlerini kamuoyuyla paylaşmışlardır.
Türk-İş’in Tepkisi Konferans’a Katılmama
“Türk-İş Yönetim Kurulu” imzalı ve 11 Mayıs 2017 tarihli ve “Basına ve Kamuoyuna Saygıyla Duyurulur” başlıklı açıklamada; konfederasyonun, özetle UÇÖ Anayasası’ndaki düzenleme, Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın kararı, Bakanlığın yaklaşımı ve 1997’de yazdığı yazı, “en fazla temsile haiz konfederasyon”un Türk-İş olduğu, ILO’da Konferans Yetki Onay Komisyonu’nun geçmişte aldığı kararlar ve işçi delegesi konusunun tartışmaya açılmasının nedenleri konularındaki görüşleri belirtilmiştir.
Basın ve kamuoyuna yapılan duyuruda, çalışan / işçi kanadı delegesinin, konfederasyonların “tam mutabakatı” olmaksızın belirlenmesinin yol açacağı sorunlar, şöyle dile getirilmiştir:
“… Türkiye’de faaliyet gösteren ve en fazla temsile haiz tüm konfederasyonların görüşleri ve tam mutabakatı olmayan bir delege belirlenmesi durumunda, konfederasyonların Hükümet listesinden ILO’ya katılımı noktasında da sorunlar yaşanabilecektir.
Ayrıca, belirlenecek delegenin teknik danışmanları görevlendirme yetkisi olduğunu da dikkate alacak olursak, en fazla temsile haiz tüm konfederasyonların mutabakatı olmadan belirlenecek bir delegenin diğer konfederasyonlardan teknik danışmanlarla uyum içerisinde çalışması da mümkün olmayacaktır.
Sonuç Olarak, Uluslararası Çalışma Konferansına katılacak İşçi Delegesinin belirlenmesi çok boyutlu ve özenle üzerinde durulması gereken bir konudur. Türkiye ve Çalışma hayatının geleceği açısından da son derece önemlidir.” [10]
Türk-İş’in yaptığı uzun açıklamanın yukarıdaki bölümüyle, dolayısıyla çalışan / işçi delegesi ve teknik danışmanların belirlenmesi sorunuyla sınırlı üç saptamada bulunacağım:
- Çalışan / işçi kanadı delegesinin belirlenmesinde “sayısal ölçüt” temel alınamaz. Delege, “en fazla temsile haiz tüm konfederasyonların görüşleri ve tam mutabakatı” alınarak belirlenmelidir.
- Delege belirlenmesi, çok boyutlu, özen gerektiren bir konudur ve önemlidir.
- Teknik danışmanların da bu ilkelere uyulmaksızın belirlenmesi, uyumlu çalışmalarını engeller.
Yönetim Kurulu imzalı duyuruda yer almayan, ancak sonuncusunun bu duyuruya ilişkin ön açıklamada belirtildiği üç saptamam da şunlardır:
- Türk-İş bu duyuruda, çalışan / işçi kanadı delegesinin Memur-Sen’den belirlenmesi durumunda, yetki itirazında bulunacağını belirtmiş değildir.
- Delegenin konfederasyonların görüşleri alınarak ve tam mutabakatı sağlanarak belirlenmesine vurgu yapmış olmasına karşın, bunun yolunu göstermiş, uzlaşma toplantısı düzenlenmesini önermiş değildir.
- Sonuçta Türk-İş, “Mevcut şartlar altında TÜRK-İŞ Yönetim Kurulu 106. Uluslararası Çalışma Konferansına katılmama kararı almıştır.”
Böylece Türk-İş, yıllardır sürdüregeldiği çalışan / işçi kanadı delegeliği görevinin Memur-Sen’e teslim edilmesi anlamına gelen bir tepki göstermekle yetinmiştir. ILO Anayasası’ndan ve Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’nın 31 Temmuz 1922 tarihli danışsal kararından söz etmiş, sayısal ölçütün temel alınamayacağını vurgulamış olmasına karşın, temsil görevini sürdürmek için herhangi bir girişimde bulunmamış, Yetkileri Denetleme Komisyonu’na itirazdan söz etmemiştir. Gösterdiği tepki, duyurusuna ilişkin ön açıklamada Konferans’a katılmama kararı aldığını bildirmek olmuştur.
- Kamu-Sen’in Tepkisi de Konferans’a Katılmama
- Kamu-Sen, “Atanmışlar ILO’da Çalışanları Temsil Edemez!” başlıklı ve 11 Mayıs 2017 günlü açıklamasında, Bakanlığın “Memur-Sen’i ataması kararına ilişkin bir değerlendirme” yapmış ve sonuç olarak, Genel Konferans’a katılmama kararı almıştır.
İçerik ve yaklaşım olarak Türk-İş’in aynı tarihli duyurusuna koşut olduğunu düşündüğüm bu değerlendirmenin bazı bölümleri şöyledir:
“…Bahse konu atama işlemi ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin; sendikacılığın temeli olan sosyal diyalogdan ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün başta Anayasası ve Ülkemizin de taraf olduğu 144 Sayılı sözleşmesi ile diğer ILO kural ve düzenlemelerinden bihaber oldukları açıkça görülmektedir. (…)
Bu (ILO Anayasası, madde 3’teki) düzenleme çerçevesinde, hükümet dışı delegelerin ve teknik danışmanların belirlenmesi, İlgili ülkenin Çalışma Bakanlığı gözetiminde bir araya gelecek çalışan ve işveren yetkili sendikal konfederasyonlarının ortak mutabakatı ile olabilecektir. (…)
Aynı maddeye göre; bunların seçiminde, esas unsur sayısal unsur olmayıp, konfederasyonlar arasında oluşturulacak ortak mutabakattır. İlgili maddeye göre; burada Hükümetlerin tek amacı vardır, çalışan ve işveren delegeleri belirlenirken, işçi ve işverenlerin gerçek fikirleriyle uyumlu olan delegelerin belirlenmesi ve tüm çalışan ve işverenler adına ortak dil kullanılmasının garanti altına alınmasıdır. (…)
Sonuç olarak, sadece sayısal değerlendirme üzerinden delege ve teknik danışman seçimi, Hükümetimize ILO Genel Teşkilatında[11] ve Uluslararası Çalışma Konferansında problemler yaşatacaktır. Ayrıca Hükümet kanadının ILO mevzuatına aykırı bu uygulaması Uluslararası İşçi Hareketi tarafından tepkiyle karşılanacak ve temsil noktasında, çalışan delegasyonunun ve teknik danışmanların meşruiyeti sorgulanacaktır. Ülkemizdeki sendikal organizasyonlar tarafından yetki verilmeden böyle bir uygulamanın gerçekleşmiş olması Türkiye Kamu-Sen olarak tarafımızca tepki ile karşılanmış, yapılan atama işlemi sonrası Konfederasyonumuz Yönetim Kurulunca bu yıl Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı heyeti ile ILO Genel Konferansına katılım sağlanmayacağı kararı alınmıştır. Ayrıca bu tür ayrıştırmaların devam etmesi durumunda Çalışma se Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yürütülen Sosyal Diyalog Projesi ile Bakanlıkça yürütülen diğer istişari kurullardan da Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımız çekilecektir.”[12]
- Kamu-Sen’in değerlendirmesi temelinde, şu saptamalar yapılabilir:
- Çalışan / işçi kanadı delegesinin Memur-Sen’den “atanmış” olması, ILO Anayasası’na, üçlü yapı ve danışmalarla ilgili sözleşme ve kararlara aykırıdır.
- Temel ölçüt, “sayısal unsur” değil, “ortak mutabakat”tir.
- Delegasyonun yalnızca “sayısal unsur”a dayalı olarak belirlenmesine, uluslararası işçi hareketi (sendikal örgütler) de tepki gösterir ve meşruluğunun sorgulanmasına yol açar.
- Kamu-Sen, 106. Genel Konferans’a katılmayacak, ayrıca sosyal diyalog projesinden ve başka danışsal kurullardan da çekilecektir.
Sonuç olarak T. Kamu-Sen, Türk-İş gibi, delegasyon belirleme sürecini ILO Anayasası’nın yanı sıra ilgili düzenlemelere de aykırılığı nedeniyle eleştirmiş, ancak ne “ortak mutabakat” arayışı için öneride bulunmuş, ne de itiraz edeceğini belirtmiştir.
Bu arada, şunu eklemek gerekiyor: Hükümet kanadı dışındaki işveren ve çalışan / işçi kanatları delegeleri, hükümetin gözetiminde değil, kendiliklerinden yapmamışlarsa önerisi üzerine ayrı ayrı gerçekleştirecekleri görüşmeler ve yada toplantılar sonunda ve her iki kanadın kendi özgür iradesiyle belirlenir.
KESK İptal İstiyor ve İtiraz Edeceğini Açıklıyor
KESK Yürütme Kurulu, 12 Mayıs 2017 günü, ÇSG Bakanlığı’nca Memur-Sen’in çalışan / işçi delegesi olarak belirlenmesinde görüşünün alınmadığını, buna itiraz edeceğini açıklamış, delegenin sayısal ölçüte göre değil ortak mutabakatla belirlenmesi gerektiğinin altını çizmiştir:
“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (…) MEMUR SEN’i ILO anayasasına rağmen (…) ülkemizdeki çalışan / işçi delegesi olarak belirlemiştir.
(…) Mevcut halde Konferansa ILO’nun temel ilkesi olan üçlü yapı ile değil, ILO ve AKP Hükümeti olarak ikili yapı ile katılınmış olunacaktır. (…)
MEMUR SEN’in delegeliğini ‘en çok üyeye sahip konfederasyon’ gerekçesiyle izah etmek minareyi kılıfına uydurmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. (…)
Bakanlık “en fazla temsil yetkisine sahip” kriterinden “en çok üyeye sahip” sonucuna nereden varmıştır?
En çok üyeye sahip olmak en fazla temsil yetkisine sahip olma anlamına gelmemektedir. (…)
Bakanlık MEMUR SEN dışında hangi Konfederasyonlarla bir tartışma yürütmüştür?
Konfederasyonumuzun görüşü alınmadığı gibi basından da anlaşılacağı üzere diğer konfederasyonlara da sorulmamış, bir anlaşma zemini aranmamıştır. (…)
Bakanlık atama işlemini derhal iptal etmelidir. ILO anayasasında ülkelerin delegeliklerinin belirlenmesi sürecine uygun olarak Konfederasyonların ortak mutabakatı da dikkate alınarak yeniden belirlenmelidir.
Konfederasyonumuz yaklaşımımızı uluslararası sendikal kurum ve kuruluşlarla da paylaşacak, yandaş konfederasyonun delegeliğinin iptali için ILO nezdinde girişimlerde bulunacaktır.” [13]
KESK’in değerlendirmesi temelinde, şu saptamalar yapılabilir:
- Çalışan / işçi kanadı delegesinin Memur-Sen olarak belirlenmesi, ILO Anayasası’na ve öngördüğü usule aykırıdır.
- Anayasa’daki “en fazla temsil yetkisine sahip olma”, “en çok üyesi olma” biçiminde anlaşılamaz.
- Delegenin belirlenmesinde, ne KESK’in görüşü alınmış, ne de diğer konfederasyonlarla anlaşma zemini aranmıştır.
- Memur-Sen’e verilmesi öngörülen delegelik iptal edilmeli ve delege, görüşü alınmayan KESK ve diğer konfederasyonların ortak mutabakatıyla “yeniden” belirlenmelidir.
- Aksi halde KESK, bu yaklaşımını uluslararası sendikal örgütlerle paylaşacak ve ILO’da iptal için girişimde (itirazda) bulunacaktır.
KESK’in yaklaşımı, çalışan / işçi delegesinin belirlenmesinde “ortak mutabakat” aranması yönünden üç konfederasyona, itiraz edeceğini açıkça belirtmiş olması yönünden de DİSK’e koşuttur.
Hak-İş Susmayı Yeğliyor
Hak-İş, web sitesinde görebildiğim, daha doğrusu göremediğim kadarıyla, ne Bakan yazısı öncesinde ve ne de sonrasında, çalışan / işçi kanadı delegesi ve teknik danışmanların belirlenmesi süreci konusunda, kamuoyuna yansıyan hiçbir açıklama yapmamıştır.
Hak-İş’in görüşü, ancak aşağıda değindiğim 15 Mayıs 2017 günlü Tutanak’taki özette yer almaktadır! Tutanak ise, kamuoyuna açıklama yapılmasına yönelik bir belge değildir. Ama açıklanmasında da bir sakınca yoktur kanımca.
Hak-İş’in suskunluğu, Bakanın “dönüşümlü temsil” kararı alarak 2017’de çalışan / işçi delegesinin Türk-İş’ten ve 2018’de ise, adını vermeksizin (!) en çok üyesi olan kamu çalışanları konfederasyonundan olacağını belirttiği kararından sonra da sürmüştür.
Bakanlık Toplantı Düzenlemek Zorunda Kalıyor
Bakanlık, 106. Genel Konferans çalışan / işçi delegesinin, uzlaşmaya varılamaması durumunda, Memur-Sen’den belirleneceği yolundaki 10 Mayıs 2017 tarihli yazısına dört konfederasyonun (Türk-İş, DİSK, T. Kamu-Sen ve KESK) gösterdiği tepkiler ve özellikle DİSK ile KESK’in itiraz edeceklerini açıkça belirtmeleri üzerine, bu yazıdan önce ILO Anayasası uyarınca yapması gerekeni yapmış, yapmak zorunda kalmıştır.
“Çok ivedi ve günlü” notunun bulunduğu 13 Mayıs 2017 tarihli, Bakan adına Müsteşar imzalı (ve 680.30602-876.99-E.42036 sayılı) çok kısa olan ve Cumartesi günü gönderilen bir yazıyla, altı konfederasyonu iki gün sonrası için (Pazartesi günü) toplantıya çağırmıştır. Toplantı gündemi, “Çalışan Kesimi Delegesi”dir, Yeri de, kent olarak İstanbul’dur. [14]
Müsteşar, altı konfederasyonun, “106’ıncı Uluslararası Çalışma Konferansında çalışanları temsil edecek delege ile ilgili görüş ve önerilerini almak üzere” düzenlenen toplantıya katılmalarını rica etmiştir.
Yazıda, teknik danışmanların belirlenmesi konusundan ise söz edilmiş değildir! Ama bu çağrının, hiç değilse örtük olarak, teknik danışmanları da kapsadığına kuşku yoktur.
Toplantıdan “Türk-İş” Önerisi Çıkıyor
Bakanlığın, ILO Genel Müdürü’nün delegasyon listesinin bildirilmesi için verdiği sürenin son günü olan 15 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleştirdiği toplantıya, Memur-Sen dışında beş konfederasyon temsilcisi katılmıştır. Memur-Sen, aynı gün öğleden sonra, aşağıda değineceğim açıklamasında, ne bu toplantıdan söz etmiştir, ne de katıl(a)mamasının nedenlerini açıklamıştır.
ÇSG Bakanının başkanlığında yapılan ve öngörülen süreden daha erken biten toplantıda, tutanak başlığından anlaşıldığına göre, teknik danışmanların dağılımı konusu da ele alınmıştır. Ne var ki, tutanak özetinde bu konuya ilişkin hiçbir açıklama yoktur. Bunun, bu konunun hiç konuşulmamış, konuşulmuş olmakla birlikte özette belirtilmemiş yada Bakanın 10 Mayıs tarihli yazısında belirttiği dağılımın örtük biçimde benimsenmiş olmasından mı kaynaklandığını kestirmek olanaklı değil.
Bakan, Müsteşar’ın da katıldığı toplantıda, “… ortaya çıkan yeni tablo ışığında 106. UÇK’ya katılacak çalışan heyetinin oluşumu hususunda”, katılımcıların görüşlerini sormuştur. Müsteşar’ın özetlediğini sandığım Tutanağa ve Tutanaktaki sıraya göre, katılımcılar aşağıdaki görüş ve önerilerde bulundu:
DİSK temsilcisi: “… UÇK’ya katılacak kesimin mutabakatla belirlenmesi gerektiğini vurgulamış, geçmiş yıllarda olduğu gibi TÜRK-İŞ’in delege olarak katılımının devam etmesinindoğru olacağını belirtmiştir.” Hak-İş temsilcisinin konuşmasından sonra da, “… ILO’nun işleyiş mekanizması dikkate alındığında uluslararası konfederasyonlara üye olmayan bir konfederasyonun UÇK’ya delege olarak bildirilmesinin sıkıntı oluşturacağını” eklemiştir.
Hak-İş temsilcisi: “… delege tesbitinin (tespitinin) mutabakatla belirlenerek bildirilmesinden yana olduğunu” söylemiş, aşağıda değineceğim başvurularını anımsatıp “çeşitli ülkelerde rotasyon sisteminin uygulandığını, Türkiye’de de bu sistemin uygulanabileceğini ve sosyal diyalogla bu sürecin yürütülebileceğini”, “… üye sayılarına göre konfederasyonlara delege yetkisi verilmesi taraftarı olduklarını belirtmiş, çalışan kesim tarafları arasında uzlaşma sağlanamaması durumunda en yüksek sayıya sahip konfederasyonun belirlenmesi uygulamasının doğru olduğunu” belirtmiştir.
Kamu-Sen temsilcisi: “… delegenin sosyal diyalogla belirlenmesine ilişkin sürecin daha önce başlatılmış olmasını beklediklerini”, “Tecrübesine binaen yine TÜRK-İŞ’in delege olarak belirlenmesinin doğru olacağını”, “…aksi takdirde Çalışma Hayatında Sosyal Diyaloğun Geliştirilmesi Projesi”nin sıkıntıya gireceğini” belirtmiştir.
KESK temsilcisi: “Bakanlık uygulamasını bir atama olarak gördüklerini ve bunu kabul etmediklerini”, … “Delegenin ITUC üyesi konfederasyonların bir araya gelerek mutabakatla belirlenmesi gerektiğini” belirtmiştir.
Türk-İş temsilcisi: “MEMUR-SEN’in ITUC ve ETUC üyesi olmamasından kaynaklanabilecek sıkıntıları dile getirmiştir. Türkiye’ye yönelik konuların konuşulduğu bir ortamda uluslararası konfederasyonlara üye olmayan bir konfederasyonun delege olarak belirlenmesinin mahsurlarından” söz etmiştir.
Saat 10:15’te sona eren ve beş konfederasyon temsilcisi ile Müsteşar’ın imzaladığı Toplantı Tutanağı’nın son paragrafında, toplantıyı yöneten Bakan’ın, temsilcilerin dile getirdiği görüş ve önerilerden çıkardığı sonuç aynen şöyle özetlenmiştir:
“Sn. Bakan, HAK-İŞ’in mutabakat bulunmadığı takdirde mevcut durumda hükümet uygulamasını doğru bulduğunu; KAMU-SEN, KESK ve DİSK’in TÜRK-İŞ’in delege olarak belirlenmesine devam edilmesi gerektiğini; aksi halde TÜRK-İŞ, DİSK, KAMU-SEN ve KESK’in Yetki Belgeleri Komitesi’ne itiraz edeceklerinin anlaşıldığını ifade etmiş ve konunun değerlendirileceğini belirtmiştir.”
Temsilcilerin Tutanakta özetlenen görüşlerine dayanarak ve aynı zamanda söz edilmeyen bazı konuları da göz önüne alarak, şu saptama ve yorumlar yapılabilir:
- Tutanakta, Memur-Sen’den söz edilmemiş, toplantıya katılmadığı ve katılmayacağı belirtilmemiştir. Memur-Sen, üye çokluğuna dayanarak çalışan / işçi kanadı delegesi olarak belirlenmesi gerektiğini savunmuş ve basına açıklamalar yapmış olmasına karşın toplantıya katılmamasının gerekçesini de, toplantı öncesinde ve sonrasında açıklamış değildir.
- DİSK, KESK ve Kamu-Sen, ILO Anayasası’na uygun bir yaklaşımla, delegenin belirlenmesinde açıkça “mutabakat” sağlanması gerektiğini vurgulamıştır.
- Hak-İş de, ilkece aynı görüştedir. Ancak, uzlaşma sağlanamaması durumunda, en çok üyesi olan konfederasyonun belirlenmesi gerektiğini, hükümet uygulamasının doğru olduğunu eklemiştir. Bununla, Bakan yazısında belirlenen Memur-Sen’i amaçlamıştır. Bakan’ın, “HAK-İŞ’in mutabakat bulunmadığı takdirde mevcut durumda hükümet uygulamasını doğru bulduğu” yolunda bir sonuç çıkarmış olmasının nedeni bu olsa gerek.
- Rotasyon önerisi konusunda, olumlu yada olumsuz, herhangi bir görüş belirtilmiş değildir.
- Öte yandan Hak-İş’in, başka ülkelerde uygulandığını belirttiği “rotasyon sistemi”nin Türkiye’de uygulanabileceğini de belirtmiş olması, vurgulanması gereken bir noktadır. Nitekim bu öneri, Bakanlığın geleceğe yönelik olmak üzere aldığı “dönüşümlü temsil” kararının dayanağı yapılmıştır.
- Türk-İş, ne “mutabakat”tan, ne de itirazdan söz etmiştir. Memur-Sen’in ITUC ve ETUC üyesi olmamasının sakıncalarına değinmekle yetinmiştir. Bu görüşü DİSK de dile getirmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Türk-İş, üç konfederasyonun eğilimi karşısında, özetlenen bu tutumu izlemeyi yeğlemiştir.
- Tutanaktaki sonuç nitelikli özetten anlaşıldığına göre, üç konfederasyon Türk-İş’in çalışan / işçi kanadı delegesi olmayı sürdürmesini açıkça belirtmiştir. Böylece, ILO Anayasası’nın öngördüğü “anlaşma”, temsilcilerin deyişiyle “mutabakat” koşulu gerçekleşmiştir. Türk-İş de bu öneriye “hayır” demeyeceğine göre, toplantıya katılan beş konfederasyondan dördü arasında bu konuda anlaşma oluşmuştur.
- Kaldı ki Hak-İş de, ilke olarak, “delege mutabakatla belirlenmeli” dediğine ve söz ettiği bu “mutabakat” toplantıya katılan dört konfederasyon arasında sağlandığına göre, Hak-İş’in de buna katılacağının varsayılması olağandır. Hak-İş, uluslararası sendikal örgütlere üyelik durumunun taşıdığı öneme ise değinmiş değildir.
- Memur-Sen’in, gerekçesi ne olursa olsun toplantıya katılmamasını “mutabakat”a da katılmama olarak yorumlayıp, mutabakatın oluşmadığı sonucuna varmak ve sonuç olarak çalışan / işçi kanadı delegesini Memur-Sen’e vermek, elbette düşünülemez. Düşünülmesi, toplantıda sağlanan, kanımca ILO Anayasası’na ve uygulamaya uygun olan “mutabakatı” yok saymak anlamına gelir.
ILO Genel Müdürü’nün yazısında öngördüğü son günde gerçekleştirilen toplantıyla, Anayasa’nın aradığı koşul gerçekleştirilmiş, sonunda da konfederasyonların çoğunluğunun söz ettiği “mutabakat” ve ILO Anayasası’nın aradığı anlaşma çalışan / işçi delegesi için sağlanmıştır. Bakanlığın da, bu anlaşma uyarınca, 106. UÇK’de Türkiye işçi/çalışan delegesini Türk-İş’ten belirlemesi gerekir.
ÇSG Bakanlığı’nın, toplantıdan tam dokuz sonra, aşağıda değineceğim 24 Mayıs 2017 tarihli ve “çok ivedi” notlu yazısında açıklanan “dönüşümlü temsil” kararının gerekçesini yada dayanağını oluşturacak hiçbir anlaşma/mutabakat söz konusu değildir. Yalnızca, Hak-İş temsilcisinin açıkladığı bir görüş ve anlaşma olmaması durumunda uygulanabileceğini belirttiği bir öneri vardır.
Memur-Sen Toplantı Günü Açıklama Yapıyor
- UÇK’ye katılacak çalışan / işçi delegasyonunun belirlenmesi için düzenlenen toplantının gerçekleştiği 15 Mayıs 2017 günü, ancak doğrudan bir anlatımla bu toplantıdan söz etmeksizin ve saat 10:15’te sona eren toplantının sonucundan da bilgisi yokmuşçasına, Genel Başkan bir açılış programında yaptığı –saati belirtilmeyen– konuşmasında, bu konuya da değinerek şunları söyledi:
“Diğer Konfederasyonlar ortak bir uzlaşı yerine iç rekabeti ve karmaşayı tercih ediyor. Sonuç olarak, uzlaşı çıkmadığı için mevcut kural (üye sayılarının baz alınarak ILO’da temsil yetkisi belirlenmesi) geçmişte olduğu gibi sürüyor. Bu da temsil yetkisinin Memur-Sen’e geçtiğini gösteriyor. Yani, işçisiyle memuruyla tüm çalışanları ILO’da biz temsil edeceğiz. Hazırlığımız sürüyor, yazılı cevabımızı mesai bitimine kadar bakanlığa bildirmiş olacağız.”
“Memur-Sen olarak 1 milyonu aşkın üye(si)” bulunduğunu,[15] “2016 verilerine göre ise “Memur-Sen(‘in) 67 bin üye farkıyla Türkiye’de çalışan kesimin temsilini elinde bulundurma hüviyetini kazandı(ğını)” ve “Çalışma Bakanlığı(‘nın) da Memur-Sen’in, üye sayılarını baz alarak ILO konferansına katılacağını bildirdi(ğini)” belirten, daha önemlisi “Diğer Konfederasyonların uzlaşı zemininden uzak hareket ettiklerinin altını çizen” Yalçın, aynı yöndeki açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Uzlaşma değil, kamplaşma gözüküyor. Ortak uzlaşı çıkmadığı takdirde mevcut kural geçmişte olduğu gibi devam edecek, yani 1952’den bu yana uygulanan kural, üye sayılarının baz alınarak temsil yetkisinin belirleneceği kural(ı) sürüyor. Memur-Sen de bu anlamda hazırlığını sürdürüyor, yazılı cevabımızı mesai bitimine kadar bakanlığa bildirmiş olacağız.” [16]
Çok gecikmiş uzlaşma toplantısının yapıldığı gün, büyük bir olasılıkla toplantının sona ermesinden ve sonucunun öğrenilmesinden sonra yapılan bu açıklamada, “iç rekabet ve karmaşa”dan, “uzlaşı(nın) çıkmadığı”ndan, “uzlaşma değil kamplaşma gözük(tüğünden)” söz edilmesi, kanımca Memur-Sen’in toplantıya katılmamasını da açıklayan, ama sonucunu az-çok kestirdiğini ortaya koyan ipuçları içeriyor. Bununla birlikte, uzlaşma olmadığını ve üye sayısının çokluğu nedeniyle temsil yetkisinin Memur-Sen’de olduğunu söylemeyi sürdürmüş, içeriğinden söz etmediği ve neye ilişkin olduğunu belirtmediği yazılı yanıtın da Bakanlığa bildirileceğini söylemiştir.
Bu son nokta, yani saatini de belirterek “yazılı cevabımızı mesai bitimine kadar bakanlığa bildirmiş olacağız” denilmiş olması, 15 Mayıs 2017 İstanbul toplantısının sonucunun, yani çalışan / işçi delegesinin Türk-İş’ten belirlenmesi kararının, yazılı yada sözlü olarak Memur-Sen’e iletildiğini, yanıtın da bu karara gösterilecek tepki ve / yada değerlendirmeyle ilgili olduğunu düşündürüyor.
Memur-Sen Protesto Edeceğini Duyuruyor
15 Mayıs ile 24 Mayıs arasındaki dokuz günlük sürede, Bakanlık ve konfederasyonların günü gününe gezinmeye özen gösterdiğim web sitelerindeki basın açıklamaları ve haberlerden izleyebildiğimce, ne Bakanlık ve ne de konfederasyonlar toplantıda ortaya çıkan sonuç konusunda herhangi bir açıklamada bulunmuştur. Ancak, yukarıda belirttiğim gibi, Bakanlık delegasyon listesini ILO’ya bildirmiştir! Delege olarak Ergün Atalay’ın adını, 23 Mayıs 2017’de ziyaret ettiğim ILO web sayfasında gördüm. Bu bildirimin, daha önce, hatta belki de uzlaşma toplantısının ertesi gün yapılmış olması güçlü bir olasılıktır.
Kamuoyuna yönelik herhangi bir açıklama yapılmaksızın geçen dokuz günlük suskunluğu, ilk olarak Memur Sen bozmuştur. 24 Mayıs 2017’de, ne zaman öğrendiğinden ve içeriğinin ne olduğundan söz etmediği ÇSG Bakanlığı’nın “haksız ILO kararını” Bakanlık önünde bir “basın açıklaması” yaparak, ertesi gün 25 Mayıs 2017’de protesto edeceğini açıklamıştır. Konfederasyonun sitesine eklenme saatine ilişkin herhangi bir bilgiye yer verilmeyen bu “protesto” açıklamasına göre:
“Memur-Sen yarın ÇŞGB’nin ILO kararını protesto etmek için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde bir araya gelecek. Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’ın bakanlık önünde saat 12.15’de gerçekleştireceği basın açıklamasına yönetim kurulu üyeleri, bağlı sendikaların genel başkanları, yöneticileri, temsilcileri ve üyeler katılacak.”[17]
Bu basın açıklamasında da, önceki tüm açıklamalarda da olduğu gibi, dönüşümlü temsil önerisine ilişkin herhangi bir görüş bulunmadığının altını çiziyorum.
Bakanlık Dönüşümlü Temsil Kararı Alıyor
ÇSG Bakanlığı, belirtilen saatten de anlaşıldığı gibi “öğle arasında” ve yalnızca “basın açıklaması” yoluyla gerçekleştirilecek bu protesto kararı üzerine olsa gerek (?), Memur-Sen’e ve “(konuyla ilgili diğer konfederasyonlara)” 24 Mayıs 2017 tarihli (Çarşamba) saat 19:25 itibariyle 43887 sayılı, Çalışan Kesim Delegesi konulu yazılı faks” göndermiştir.[18]
“Dağıtım Yerlerine” başlıklı ve Bakan imzalı yazı, yineliyorum, beş konfederasyonla yapılan toplantıdan tam dokuz gün sonra, akşam saatlerinde altı konfederasyona gönderilmiştir. “T. C. ÇSGB Dış İlişkiler ve Yurt Dışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü” antetli, 68030602-720[720]-E.43887 sayılı ve büyük harfle yazılmış “ÇOK İVEDİ” uyarılı Bakan yazısında, 10 Mayıs 2017 günlü yazıyla başlatılan süreç ve yazının içeriği özetlenmiştir. 2017’de, “…en çok üyeye sahip konfederasyon(un) ilk defa değişmiş (olduğu) ve MEMUR-SEN(’in) en çok üyeye sahip Konfederasyon ol(duğu)” belirtilmiştir. Bu nedenle de Bakanlıkça, “bu güne kadar süregelen teamüllere uygun olarak taraflara bir yazı yazılmış ve konfederasyonlar arasında bir uzlaşma sağlanamaması halinde delegeliğin MEMUR-SEN’e ait olacağı belirtilerek kendilerinden katılımcı listesi istenilmiş” olduğu; ancak Bakan yazısının “taraflara tebliğinden sonra ilgili konfederasyonların basında yer alan itirazları üzerine ilgili konfederasyonlar(ın) 15 Mayıs 2017 tarihinde görüşleri alınmak üzere toplantıya davet edilmiş” oldukları anımsatılmıştır.[19]
Bu noktada, Bakan yazısında değinilmeyen, 9 Mayıs 2017 günlü DİSK yazısını bir kez daha anımsatmak zorundayım. İlk itirazı, Bakan yazısından sonra değil önce ve yazılı olarak DİSK yapmış ve uzlaşma sağlanmamasını eleştirmişti.
Bakanlık, temsilcilerin görüşünün özetlendiği Tutanaktan söz etmeksizin ama 15 Mayıs 2017 günü yapılan toplantıya (ve dolayısıyla Tutanağa) dayan(dır)arak aldığı “dönüşümlü temsil” kararını Memur-Sen’e ve toplantıya katılan diğer beş konfederasyona bildirmiştir. Konfederasyon temsilcilerinin aktardığım görüş ve önerilerini, “bir kısmı” diyerek aynen şöyle yansıtmıştır:
“Bu süreçte, tarafların tamamı ile görüşülmüş; ancak Konfederasyonlar arasında tam bir uzlaşı sağlanamamıştır.Konfederasyonların bir kısmıTürk-İş’in 2017 yılında çalışanları temsilen delege olarak ILO Konferansı’na katılımını desteklerken, bir kısmı da taraflar arasında uzlaşma sağlanamaması halinde teamüllere uygun hareket edilerek en çok üyeye sahip konfederasyonun ülke çalışanlarını temsil etmesi uygulamasının doğru olduğunu ancak sosyal diyalog anlayışının bir gereği olarak çeşitli ülkelerde uygulanan dönüşümlü temsilin ülkemizde de dikkate alınmasını, yaşanan süreçte dönüşümü sistemin hayata geçirilmesi için bir fırsat olarak kullanılması gerektiğini ifade etmişlerdir.”
Yazının izleyen bölümüne geçmeden, bu aşamada da bir saptama yapmak kaçınılmazdır: Toplantıya katılıp görüş ve önerilerini açıklayan beş konfederasyondan dönüşümlü temsil için öneride bulunan tek konfederasyonu amaçlayarak “bir kısmı” biçiminde söz etmek yanıltıcıdır ve sonuç olarak, toplantıda varılan anlaşmayı “çarpıtma” anlamı taşımaktadır. Çünkü “bir kısmı” diyebilmek için beş konfederasyondan en az ikisinin belirtilen görüş ve önerilerden birini savunmuş olması gerekir. Oysa Tutanak özetinde de açıkça belirtildiği gibi, konfederasyonların Türk-İş dışındaki üçü, yani önemli “bir kısmı” (DİSK, Kamu-Sen ve KESK), açıkça delegenin Türk-İş’ten belirlenmesini istemiştir. “Bir kısmı” diye nitelenen ve dolayısıyla birden çok olduğu “ima” edilmek istenen konfederasyon ise, yalnızca Hak-İş’tir. Hak-İş de, Tutanaktan anlaşıldığına göre, yalnızca kendi görüş ve önerisini açıklamıştır. Tutanakta, Memur-Sen’in de “dönüşümlü temsil” görüşünde olduğuna ilişkin hiçbir bilgi yoktur. Memur-Sen, Nisan ayından başlayarak kamuoyuna yaptığı açıklamalarda, sürekli olarak “en çok üyesi olan konfederasyon” sıfatıyla temsil yetkisinin kendisinde olduğunu savunmuş ve “dönüşümlü temsil” seçeneğine ilişkin hiçbir açıklamada bulunmamıştır. Tek olasılık, Memur-Sen’in “mesai saati bitimine kadar” Bakanlığa vereceğini bildirdiği yazısında, Hak-İş’in toplantıda önerdiği “dönüşümlü temsil” görüşüne katıldığını belirtmiş, bu yönde karar alınmasını önermiş olmasıdır. Bu olasılık doğruysa, Bakan yazısında bu öneri için “bir kısım” denilmiş olması da elbette yanlış değildir! Bakan yazısında, “Bu süreçte, tarafların tamamı ile görüşülmüş” denildiğine göre, Memur-Sen ile de bu konu, bir biçimde, görüşülmüş olabilir…
Ama asıl önemli ve sorunlu nokta, kanımca şudur: Sonuç olarak Bakanlığın, Tutanağa uygun biçimde çalışan / işçi delegesinin Türk-İş’ten olmasına karar vermekle yetinmesi gerekirken, gelecek dönem(ler)i de kapsayan bir karar vermiş olmasıdır. Böylece de, bu yıl sürecin başlatılmasında yaptığı ILO Anayasası’na aykırı uygulamayı, gelecek yıl için şimdiden yapmış olmaktadır! Bakanlığın, 2017 Genel Konferans dönemi için ortak imza altına alınan bir belgede yer almayan, ama kamuoyuna açıklanmaksızın “öyle olduğu bilinen yada varsayılan” bir görüşe dayanarak “bir kısmı” biçiminde söz etmiş olması açıkça Tutanağa aykırıdır.
Aykırıdır, çünkü 15 Mayıs’ın toplantı gündemi yalnızca 106. UÇK ile sınırlıdır.
Aykırıdır, çünkü Tutanağa göre, Hak-İş önerisi konusunda diğer konfederasyonlar herhangi bir görüş açıklamış değildir.
Bakan yazısının, yukarıdaki alıntıyı izleyen paragrafında, örtük biçimde Tutanağa dayalı bu yanıltıcı bilginin ardından, “dönüşümlü temsil” kararının alınmasıyla sonuçlanan şu değerlendirme yapılmıştır:
“Bakanlığımız tarafından konfederasyonların görüşleri çerçevesinde yapılan değerlendirmede, ülkemizde çalışan kesimi temsil eden sendikaların isçi ve kamu çalışanları sendikaları olmak üzere iki büyük gruptan müteşekkil olmaları dikkate alınarak, Uluslararası Çalışma Konferansında çalışan kesimini temsil edecek delegenin, 2017 yılından itibaren en çok üyeye sahip isçi ve kamu çalışanları konfederasyonlarından birer yıl arayla dönüşümlü olarak belirlenmesine, Konferansa katılacak çalışan delegesinin tespitine yönelik dönüşümlü temsilin isçi konfederasyonları ile başlatılmasına; bu kapsamda, 106’ncı Uluslararası Çalışma Konferansı’nda TÜRK-İŞ Konfederasyonu temsilcisinin delege olarak bildirilmesine, 107’nci Konferansta ise en çok üyeye sahip kamu çalışanları konfederasyonunun delegeliği ile devam edilmesine karar verilmiştir.”
Bakanlığın, üstelik 2018 Genel Konferans dönemi ve hatta izleyen dönemler için de geçerli olmak üzere konfederasyonların “bir kısmı”nın önerisi olduğunu ileri sürerek karar almış olması, hem Tutanağa ve hem de ILO Anayasası ile yerleşik uygulamasına açıkça aykırıdır. 2017 için delege bildirim süresinin bitimine beş gün kalıncaya değin bekleyen Bakan(lık), sanki ILO Genel Müdürü, 2018’de gerçekleştirilecek Genel Konferans için üye devletlerden delegasyon listesinin bildirilmesini istemiş gibi, bir yıl öncesinden çalışan / işçi kanadı delegesinin, adını belirtmemiş olsa da, Memur-Sen olacağını ilan etmiştir! Bunun anlamı, üye sayısı yönünden ilk iki sırada bulunan konfederasyonların, “temsil edici tüm sendikal örgütlerle anlaşma yolu aranmaksızın” dönüşümlü olarak çalışan / işçi delegesi olmalarıdır. Bu yıl “kerhen” yapılana benzer bir uzlaşma / anlaşma toplantısı düzenlenmesine de gerek kalmamıştır!
Kısacası, ILO Anayasası, gelecek Konferans dönemi delegeliği için şimdiden çiğnenmeye başlanmıştır!
Memur-Sen Protesto Kararını Geri Alıyor
Basın açıklamasından ibaret bir eylemle yetinen Memur-Sen, “dönüşümlü temsil” önerisi “karşılık bulduğu” için, aynı gün, ama kuşkusuz protesto kararından sonra 24 Mayıs 2017’de yaptığı basın açıklamasıyla bu kararını geri almıştır. Çünkü, ÇSG Bakanlığı, 15 Mayıs 2017 günü konfederasyonlarla yaptığı toplantının sonucu konusunda 24 Mayıs 2017 gününe, yazısından öğrenildiğine göre de akşam saatlerine değin herhangi bir açıklamada, konfederasyonlara bildirimde bulunmamıştır.
Daha önemlisi, ILO Genel Müdürü’nün belirttiği son gün, yani 15 Mayıs 2017’de gece yarısına değin ILO delegasyonunu bildirmeyen Bakanlığın, uzlaşma toplantısı sonrasında bu bildirimi yaptığı tarih de tam olarak bilinmemektedir. Bu bildirimin, 24 Mayıs 2017’den önce ILO’ya yapılmış olduğunu, bu arada 23 Mayıs günü ILO’nun ilgili sitesinde Türk-İş Genel Başkanı’nın adını “delege” olarak gördüğümü, ancak listenin ILO’ya bildirilmiş olmasına karşın kamuoyuna ve konfederasyonlara (henüz) bir açıklama yapılmamış olmasına bir anlam veremediğimi, bu tutumun ILO Anayasası’na aykırı olduğunu yineleyerek belirtmek isterim.
Memur-Sen, protesto eylemi kararından vazgeçtiğini açıklarken, eylemin amacının yanı sıra Bakanlığın 24 Mayıs 2017 tarihli yazısıyla dönüşümlü temsil kararı almasının da, bu yazıdan kısa bir süre önce Bakanlıkla yürüttüğü görüşmeler sonunda gerçekleştiğini, bu önerilerinin Bakanlıkça dikkate alınıp karara bağlandığını aynen şöyle açıklamıştır:
“… 25/05/2017 Perşembe günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hizmet binası önünde ‘ILO Delegeliğinde dönüşüm sistemine ilişkin Konfederasyonumuz önerisi ve yaklaşımına uygun olmayan fiilî kararı’na yönelik tepki vermek ve ‘temsilde dönüşüm uygulaması’ teklifimizi bir kez daha yinelemek amaçlı eylem kararımız eklenmişti.
Bu kararı kamuoyuyla paylaşmamızdan kısa bir süre sonra, yürüttüğümüz görüşmelerin de bir sonucu olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından Konfederasyonumuza (ve konuyla ilgili diğer Konfederasyonlara) 24.05.2017 tarihli (Çarşamba) saat: 19:25 itibariyle 43887 sayılı ve Çalışan Kesim Delegesi konulu yazı faks yoluyla ulaşmıştır.
Söz konusu yazıda Konfederasyonumuzun Uluslararası Çalışma Konferansı Çalışan Kesim Delegeliğine ilişkin dönüşümlü temsil yaklaşımını dikkate alan ve karara bağlayan “… Uluslararası Çalışma Konferansında Çalışan Kesimi temsil edecek delegenin, 2017 yılından itibaren en çok üyeye sahip işçi ve kamu çalışanları konfederasyonlarından birer yıl arayla dönüşümlü olarak belirlenmesine.. 107. Konferansta ise en çok üyeye sahip kamu çalışanları konfederasyonu ile devam edilmesine karar verilmiştir.” İfadelerine yer verilmesiyle, Konfederasyonumuz önerisi doğrultusunda bir sonuç idarî ve hukukî bağlayıcılık oluşturacak şekilde gerçekleşmiştir.
Bu itibarla 25.05.2017 (Perşembe) ÇSGB önünde yapacağımız eylemin gerekçesini ve amacını oluşturan dönüşümlü temsil uygulamasına başlanması bu yazıyla gerçekleştiğinden, (…) kamuoyuna daha önce duyurduğumuz basın açıklaması eylemi gerçekleştirilmeyecektir.”[20]
Bu görüşleri değerlendirmeden önce, yapılan basın açıklamasına dayanarak, tümü 24 Mayıs 2017 günü Memur-Sen ve Bakanlık arasında gerçekleşen hızlı gelişmeleri maddeler olarak yeniden ve “sırasıyla” anımsatmakta yarar görüyorum:
- Memur-Sen, “haksız ILO kararı”nı, yani çalışan delegesinin Türk-İş’ten belirlenmesini protesto edeceğini açıklıyor.
- Memur-Sen, protesto kararını kamuoyuyla paylaştıktan “kısa bir süre sonra”, ÇSG Bakanlığı ile “görüşmeler yürütü(yor).”
- ÇSG Bakanlığı, bu “görüşmelerin bir sonucu olarak”, dönüşümlü temsil ve 2018’de –adını vermeksizin– Memur-Sen’in çalışan delegesi olmasını içeren yazısını kaleme alıp, dokuz günlük suskunluğuna son veriyor.
- Memur-Sen de, ertesi gün yapacağı protesto eyleminden vazgeçiyor.
2017 ILO çalışan delegesinin belirlenmesi sürecinin son günündeki bu gelişmelerin anlamı nedir?
Basın açıklamaları ve Bakan’ın yazısı çerçevesinde, benim yorumum şudur: ÇSG Bakanlığı’nın, delegenin Türk-İş’ten olduğunu (Türkiye delegasyonunu) ILO’ya bildirdiği yazısında “dönüşümlü temsil” yoktur. Memur-Sen, bu nedenle “fiilî” diyerek tanımladığı bu kararı protesto edeceğini, dönüşümlü temsil önerisini yineleyeceğini açıklıyor. Ama aynı zamanda ve kısa bir süre sonra, Bakanlıkla görüşüyor. Bakanlık öneriyi kabul edip, aslında ILO Anayasası’na aykırı olduğunu bildiği kararı alıyor ve Memur-Sen ile diğer konfederasyonlara bildiriyor. Memur-Sen de protesto kararını geri alıyor.
Şimdi de, Memur-Sen’in protesto kararını geri alma açıklamasındaki iki ana konu üzerinde durmak gerekir:
İlki, kısadır ve şudur: Memur-Sen’in “temsilde dönüşüm uygulaması’ teklifi”, kamuoyuna açıklanan protesto kararında yoktur. Bu önerinin yer aldığı Bakan yazısından sonra yapılan geri alma açıklamasında vardır.
Üzerinde durulması gereken ikinci ana konu ise, Memur-Sen’in ÇSG Bakanlığı’nın aldığı karar(lar)ın hukuksal niteliğiyle ilgili değerlendirmesidir.
Memur-Sen, ÇSG Bakanlığı’nın aldığı dönüşümlü temsil önerisine uygun olmayan bir kararı “haksız ILO kararı” ve “fiilî karar” olarak nitelemiştir. Oysa karar, “fiilî” olmaz, “haksız” ve “hukuka aykırı” olur. Bakanlığın bu kararı, çalışan delegesinin Türk-İş’ten olmasına ilişkindir, dayanağı da Tutanaktır ve “fiilî” değil hukuka uygun bir karardır.
Memur-Sen’in “dönüşümlü temsil” önerisi doğrultusunda alınan 24 Mayıs 2017 günlü yazıdaki kararının “idarî ve hukukî bağlayıcılık oluştur(duğu)” görüşüne gelince; aslında bu konu üzerinde durmamak gerekir. Çünkü bu yazıdaki 2018 Genel Konferans döneminde çalışan / işçi delegesinin kim olacağı konusunda yer alan kararın henüz konusu bile yoktur! Çünkü ILO Genel Müdürü 2018 sürecini başlatmış değildir! Buna karşın Bakanlık, kendisini “en çok temsil edici işçi ve memur konfederasyonları” yerine koyarak ve üstelik anlaştıklarını da varsayarak, 2018 Genel Konferans dönemi çalışan / işçi kanadı delegesini henüz 2017 Konferansı başlamadan belirlemiştir! Bu karar, asla “bağlayıcı” değildir. Olsa olsa, başka bazı ülkelerde örnekleri bulunan bir seçeneğin konfederasyonlara “bir yıl öncesinden” önerilmesidir. Yazıdaki dönüşümlü temsille ilgili görüş, Memur-Sen’in ileri sürdüğü gibi, ne “idari” ve ne de “hukukî” bağlayıcılık oluşturur. Süreç başlatıldığında Bakanlık, “geçen yıl karar almıştım, delege en çok üyeye sahip kamu çalışanları konfederasyonundan olacaktır! Artık 2018’de, bu konuda uzlaşma toplantısına gerek yoktur!” diyemez. Böyle olacaksa eğer, bunun da konfederasyonların anlaşması, “ortak mutabakatı” ile olması, ILO Anayasası gereğidir. En çok üyesi olmak, ikinci sıradaki konfederasyonun açık ara önünde bulunsa da, ILO Anayasası’nın öngördüğü “anlaşma” zorunluluğunu ortadan kaldırmaz!
65 Yıl Sonra Emek Kesiminin Tümüne ILO’da Temsil Yolu Açıldığı Savı
Memur-Sen Genel Başkanı, ertesi gün 25 Mayıs 2017’de bir sertifika töreninde yaptığı konuşmada, Bakanlığın “… ILO temsiliyeti için işçi-memur şeklinde dönüşüme geçilmesi yönündeki teklifi(ni) kabul etti(ğini)” yinelemiştir. Böylece konfederasyon olarak, “65 yıl sonra emek kesiminin tamamının ILO’da temsil edilmesinin yolunu açtık(larını)” ileri sürmüştür.” Hak-İş’in 1997’deki itirazına ve izleyen yıllardaki delegasyonda Türk-İş dışından teknik danışmanlara da yer verildiğine değinen Yalçın, artık “en çok üyesi” olan konfederasyon olmaları nedeniyle Bakanlıktan temsil yetkisi istediklerini, yazılı başvuru yaptıklarını ve yazılı yanıt aldıklarını, 2016’da Memur-Sen’in en büyük konfederasyon olduğunu anımsattıktan sonra, konuşmasını şöyle sürdürmüştür:
“… Doğal olarak ILO’da çalışanları temsil hakkı Memur-Sen’e geçmiş oldu, biz de bunu bakanlığa yazı göndererek istedik. Çalışma Bakanlığı durumu değerlendirdi, bize de yazılı olarak, ‘Evet muhatap sizsiniz’ dedi. Daha sonra ise çeşitli tartışmalar başladı ve konfederasyonlar arası çeşitli gruplaşmalarla tartışmalar sürdü. Biz de bunun üzerine dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi her kesimin ILO’da temsil edilmesi gerektiğini beyan ederek, memur ve işçi örgütlenmeleri arasında dönüşümlü temsil için irade beyanında bulunduk.
… Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (da) ILO temsiliyeti için işçi-memur şeklinde dönüşüme geçilmesi yönündeki teklifimizi kabul etti.”
Bu önerinin kabul edilmesinin ise, “65 yıl sonra, emek kesiminin tamamının ILO’da temsil edilmesinin yolunu(n) aç(ıl)mış” olması anlamına geldiğini ileri süren Yalçın, sözlerini şöyle bitirmiştir:
“… Türk-İş 65 yıl tecrübesine bu yılda devam edecek ve yine Türk-İş ILO’da çalışanları delege olarak temsil edecek. … Biz ne 65 yıllık birikimi yok sayarız ne de 1 milyon üyesiyle en büyük emek örgütü olan Memur-Sen’in yok sayılmasını kabul ederiz. Temsil noktasında bencil davranmak doğru değildir. Bu tavırlar emek kesiminin tamamına zarar verir.”[21]
Bu uzunca alıntıda ele alınması gereken iki temel nokta vardır: Birincisi, Memur-Sen’in ÇSG Bakanlığı’yla yazışmalarına, ikincisi de ILO’da temsilin anlamına ilişkindir.
Memur-Sen, Nisan’da yaptığı açıklamalarda da söz ettiği “Bakanlığa başvuru” konusuna yeniden değinmiş, daha doğrusu yinelemiştir. Çalışan / işçi delegesinin belirlenmesi süreci açısından yeni ve önemli olan nokta ise, Memur-Sen’in en çok üyesi olan konfederasyon olarak yaptığı resmî başvuruya Bakanlığın olumlu yanıt vermiş olduğunu belirtmiş, Yalçın’ın diliyle Bakanlığın “yazılı olarak, evet muhatap sizsiniz” demiş, yani başvuruyu çalışan / işçi delegesi Memur-Sen’dir, diyerek yanıtlamış olmasıdır.
Oysa Memur-Sen’in kamuoyuna yaptığı açıklamalarda, görebildiğim kadarıyla, Bakanlığın Memur-Sen’i çalışan / işçi delegesi olarak belirlediğine ilişkin herhangi bir bilgiye yer verilmiş, Bakanlık ve Memur-Sen arasında sürdürülen ilişkilerin bu yönü kamuoyuna yansıtılmış değildi. Bakanlık, belirttiğim gibi, Nisan ayının ikinci yarısında yapılan başvuru ve izleyen günlerde verilen yanıt dolayısıyla kurulan bu ilişkiyi konfederasyonlara duyurmak için DİSK’in 9 Mayıs 2017 günlü yazısını beklemişti! Ve ancak 10 Mayıs günü, konfederasyonları derhal uzlaşma toplantısına çağırmak yerine, “anlaşamazsanız, delege Memur-Sen’dir” demişti!
Bu tutum, bir kez daha altını çizeyim, ILO Anayasası’na aykırıdır. Bakanlığın yapması gereken, Nisanda yapıldığı ve yanıtlandığı anlaşılan Memur-Sen başvurusu üzerine, Memur-Sen’e yanıt vermeden ve Memur-Sen’i de kapsamak üzere “en çok temsil edici işçi ve kamu çalışanları konfederasyonlarını uzlaşma arayışı için toplantıya çağırmaktı.
ILO’da temsilin anlamıyla ilgili olduğunu düşündüğüm ikinci ana konuya gelince; makaleye başlarken değinmiş olsam da, yukarıdaki açıklamada geçen bazı anlatımlar nedeniyle bir kez daha yinelemeyi kaçınılmaz görüyorum: Türk-İş, 65 yıldır “bir kesimi” değil “her kesimi” temsil ediyordu; etmemişse, etmesi gerekirdi. Ne kadar temsil ettiği tartışılabilir, ancak Türk-İş’in üstlendiği temsil sorumluluğunun tüm emekçileri kapsadığı tartışmasızdır. Yeterince temsil etmemiş olması, ILO Anayasası’nın değil, öncelikle Türk-İş’in hatasıdır. Kamu görevlileri sendikaları ve konfederasyonlarının, Türk-İş’e bunu önermesi ve sağlamasını istemesi, sayı olarak Türk-İş’i geçmeyi beklememesi gerekirdi. Anımsadığım kadarıyla Türk-İş, kamu görevlilerinin sendikalaşma girişimlerinin başladığı yıllarda karşılaştıkları yasak ve engellemeleri ILO gündemine taşımıştı… Dolayısıyla, en çok üyesi olan bir kamu görevlileri konfederasyonunun dönüşümlü temsil ilkesinin uygulanmaya başlaması durumunda, “emek kesiminin tamamının ILO’da temsil edilmesinin yolunu(n) aç(ıl)mış” olacağı savı, kanımca en azından tartışmaya açıktır.
Kamu-Sen Atama Yöntemine Karşı Çıkıyor
Kamu-Sen Genel Başkanı Koncuk, aynı gün 25 Mayıs 2017’de yaptığı basın açıklamasında, yukarıda değindiğim kamuoyuna yaptıkları açıklamada da olduğu gibi, “ILO delegesi(nin) atama usulüyle” değil, “… ILO sözleşmelerine uygun olarak tüm çalışan temsilcilerinin çoğunluk oylarıyla”, “… Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının hakemliğinde bir araya gelecek yetkili sendikaların görüş ve önerileri sonucunda” belirlenmesi gerektiğini” yinelemiş, Bakanın 10 Mayıs 2017 günlü yazısını anımsatarak ve temel alarak, “…yaklaşık 15 gündür bir tartışma yaşanmakta” olduğunu belirtmiştir.[22]
ILO Anayasası’nı (m. 3) ve 144 sayılı sözleşmeyi, çalışan / işçi delegesinin, belirlenmesi gerektiği” yolundaki konfederasyon görüşünü anımsatan Koncuk, söz konusu tartışmanın delegenin Türk-İş’ten belirlenmesi yolundaki görüşüyle ilgili olduğunu şu sözleriyle anlatmıştır:
“… Bu açıklamamızdan sonra, görüşlerimizi hiç okumamış bazı sendika yöneticileri; ‘Türkiye Kamu-Sen, ILO’da memurları işçiler temsil etsin dedi’ şeklinde [23] kamuoyuna kasıtlı olarak yalan bilgi verme ve suyu bulandırma gayretine girmiş olmasına rağmen, bu yalan beyanatlara sağduyulu üyelerimiz ve kamu çalışanlarımız itibar etmemişlerdir.”
Koncuk, Bakanlığın, “… hukuksuz atama işlemi sonrası başta Konfederasyonumuz ve diğer yetkili konfederasyonların göstermiş oldukları tepki sonucu” 15 Mayıs 2017’de düzenlediği toplantıya Memur-Sen’in katılmamış olması ve toplantıda belirtilen ve sonunda benimsenen görüşler konusunda şu bilgileri aktarmıştır:
“… MEMUR-SEN Konfederasyonu yetkilileri ise İstanbul Atatürk Havaalanı içerisinde yukarıda bahsedilen otelde yapılacak toplantının sehven Ankara Esenboğa Havaalanı yerleşkesindeki aynı isimli otelde yapılacağını zannederek toplantıya katılmamışlardır.”
… Bahse konu toplantıda, Konfederasyonumuz Türkiye Kamu-Sen, TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK; TÜRK-İŞ’in çalışan delegesi olarak bu yıl da temsil görevini yürütmesinin uygun olacağını, gelecek yıllardaki delege belirleme işleminin ise Çalışma Bakanlığı’nca yukarıda bahsedilen ILO mevzuatları çerçevesinde genel konferans öncesi çalışanları temsil eden konfederasyonların davet edilmesi ve sosyal diyalog çerçevesinde; çoğunluğun kararı ile alınması gerektiği ifade edilmiştir.
HAK-İŞ Konfederasyonu ise bu yıl Bakanlığın yaptığı işleme göre, Memur-Sen’in delege göndermesini savunmuş olmasına rağmen, [24]bundan sonra yapılacak belirlemelerde diğer konfederasyonlarca da ifade edilen şekilde sosyal diyalog çerçevesinde belirleme yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca yapılan toplantıda ortaya konulan açıklamalar bir tutanak halinde imza altına alınmış olup, kamuoyuna da duyurulmuştur.”
Kamu-Sen Genel Başkanı, basın açıklamasının izleyen satırlarında, Bakanlığın sürecin işletilmesinde başından beri benimsediği tutumu, uzlaşma toplantısından sonra da sürdürdüğünü, on gün sonra konfederasyonlara gönderdiği yazıda, ILO Anayasası ile 144 sayılı sözleşmeye aykırı yeni bir tutum sergilediğini şöyle belirtmiştir:
“… Bu toplantıdan yaklaşık 10 gün sonra, 24 Mayıs 2017 itibarı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca kamuoyuna bir açıklama yapılmış ve İstanbul Toplantısı ruhuna uygun bir düzenleme yapılarak bu yılki konferansta çalışan delegeliğinin yeniden TÜRK-İŞ’e verildiği belirtilmiştir.
Ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca sendikalara yazılan ve Konfederasyonumuza da ulaşan yazı incelendiğinde, yazının son paragrafında yine ILO Anayasası, 144 Sayılı Sözleşme ve Sosyal Diyalog Projesi hükümlerine aykırı bir düzenleme çabası görüldüğü gözden kaçmamıştır. Bu düzenlemeye göre önümüzdeki yıllarda ILO’da Çalışan Delegesine yönelik yine Bakanlıkça önceden bir atama yapılacağı görüntüsü verilmektedir.
Yapılan işlem, bu yıl yapılan yanlış düzeltiliyormuş gibi gösterilirken, aynı atama yanlışına önümüzdeki yıllarda da devam edileceğinin resmî yazı ile kamuoyuna deklare edilmesinden başka bir şey değildir.”
Koncuk, “… hiçbir sendikal konfederasyona karşı önyargılı” olmadıklarını, … çalışan delegesinin tartışılır hale getiriliyor olması(nın) … çalışanların gücünü zayıflatmaktan başka bir anlam” taşımadığını belirterek ve delegenin belirlenmesi konusundaki görüşünü yineleyerek, basın açıklamasını şöyle bitirmiştir:
“Bu yıl ÇSGB bir yanlıştan geç de olsa dönmüştür. Bu konuda önümüzdeki yıl da yapılması gereken, yaptığımız açıklamalarda ve İstanbul toplantısında da ifade ettiğimiz üzere; yine çalışan kesimlerini sosyal diyalog çerçevesinde bir araya getirerek onlardan çıkacak çoğunluk kararına uymaktır.Aksi takdirde tahterevalli usulü ile belirlenecek bir delegelik uygulaması, ülkemizde bu yıl söndürülmeye çalışılan bir fitili önünüzdeki yıllarda daha da gür şekilde alevlendirecektir.”
- Kamu-Sen’in önceki görüşlerini yinelediği basın açıklamasındaki en önemli ve yeni nokta, kanımca Memur-Sen’in toplantıya katılmamasının nedeni olarak yapılan açıklamadır. Memur-Sen, bir kez daha belirteyim, yaptığı tüm basın açıklamalarında uzlaşma toplantısına katılmamasının nedeni konusuna değinmemiştir. Kamu-Sen’in verdiği bilgi doğru ise, iki gün önce bildirilen toplantı yerinin (yapılacağı aynı adı taşıyan otelin bulunduğu kentin) “sehven” karıştırılmış olması elbette inandırıcı değildir.
Açıklamada, Bakanlığın toplantıdan sonra aldığı kararın ancak dokuz gün sonra konfederasyonlara yazıyla bildirmiş ve 2018 Genel Konferans dönemi için bir yıl öncesinden karar almış olmasına yönelik eleştiriler de son derece haklıdır.
Kanımca bu geciktirmenin biricik nedeni, 2018 çalışan / işçi delegesi olarak, adını belirtmeksizin Memur-Sen’i belirlemiş olmasının doğuracağı olası tepkilerdir. Nitekim, gelecek yılın delegesini tek yanlı kararla ve hükümet kanadı delegelerinde izlediğine benzer bir yöntemle “atama” yoluyla belirleyen Bakanlık kararına karşı, kararın konfederasyonlara bildirilmesini izleyen günlerde, Kamu-Sen dışında DİSK de karşı çıkarak görüşünü açıklamıştır.
DİSK 2018 Atamasına Karşı Çıkıyor
DİSK, 26 Mayıs 2017 günlü ve 549-UİD-012 sayılı yazıyla, Bakanlığı süreci başlatmak zorunda bırakan 9 Mayıs 2017 günlü yazıda dile getirilen görüşleri de anımsatarak, ÇSG Bakanı’nın E.43887 sayılı yazısına yanıt verdi. Bu konudaki basın açıklamasını da 30 Mayıs 2017’de yaptı.[25]
15 Mayıs 2017’de gerçekleştirilen toplantının, “ILO Anayasasında öngörülen çalışan kesim delegeliğinin uzlaşmayla belirlenmesi yaklaşımı açısından önemli bir adım oldu(ğu)” belirtilen yazıda, tutanağa da geçirildiği üzere, “toplantıya katılan DİSK, TÜRK-İŞ, KESK ve KAMU-SEN temsilcileri(nin) MEMUR-SEN’in çalışan kesim delegesi olarak görevlendirilmesine karşı çık(tıkları) ve mevcut uygulamanın devamından yana oldu(kları)” anımsatılmıştır. Bakanlığın da, “toplantıda ortaya çıkan eğilime uygun olarak” “TÜRK-İŞ temsilcisi(ni) çalışan kesim delegesi olarak bildir(diği)”ne yer verilen yazıda, geleceğe yönelik olarak alınan karara gösterilen tepki, şöyle dile getirilmiştir:
“Ancak daha sonra 24.05.2017 tarihinde göndermiş olduğunuz ve Uluslararası Çalışma Konferansı delegeliğinin en çok üyeye sahip işçi ve kamu görevlileri sendikaları konfederasyonları arasında dönüşümlü yürütüleceğine ve 2018 yılı için Memur-Sen’in çalışan temsilcisi olarak belirleneceğini içeren yazınızı şaşkınlıkla ve üzüntüyle karşıladık.”
Bakanlığın “tek taraflı olarak böyle bir karar vermesi(nin) ILO Anayasasına uygun” olmadığı, ilgili madde aktarılarak şöyle belirtilmiştir:
“ILO Anayasasının bu açık hükmüne rağmen konfederasyonlara danışmadan ve mutabakat sağlamadan, bir sonraki yıl için böyle bir karar almanız uygun değildir. Bu kararınız ILO Anayasası açısından hükümsüzdür. Söz konusu toplantıda 2018 yılında toplanacak 107. Uluslararası Çalışma Konferansı’nda temsil konusu gündeme gelmemiş ve bu yönde bir mutabakata varılmamıştır. Bakanlığınızın yazısı ILO’nun temel ilkelerinden biri olan üçlü danışma ve sosyal diyalog yaklaşımını zedeleyici niteliktedir.”
DİSK yazısında; 2018 Genel Konferans dönemi çalışan kesimi delegesinin “önümüzdeki yıl, yine konfederasyonlarla müzakere edilerek, ILO Anayasası, Uluslararası Adalet Divanı Kararları ve uluslararası sendikal teamüller esas alınarak saptanması gerektiği yönündeki görüş” yinelendikten sonra, delegelerin özerk statüsü, ITUC ile işbirliği içinde çalıştıkları, oysa Memur-Sen’in üyelik başvurusunun reddedildiği, bunun da sorunlara yol açabileceği yeniden anımsatılmış, bu kararda ısrar edilmesi durumunda itiraz edileceğini şöyle belirtmiştir:
“Uluslararası Çalışma Konferansına katılan çalışan delegeleri mensup oldukları ülkeyi değil, çalışan tarafını temsil etmekte ve konferans sırasında ‘işçi grubu’ çalışmalarına katılmaktadırlar. ILO konferansı sırasında işçi delegelerinin Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) ile işbirliği içinde çalışması gerekmektedir. Oysa Memur-Sen’in üyelik başvurusu ITUC tarafından sendikal örgüt vasıflarını taşımadığı gerekçesiyle birkaç kez reddedilmiştir. Uluslararası sendikal örgütler tarafından tanınmayan bir kuruluşun 2018 yılında ILO konferansında işçi delegesi olarak düşünülmesi ciddi sorunlara yol açabilecek ve Konferans Yetki Onay Komitesine itiraz söz konusu olabilecektir.
Bu nedenle Bakanlığınız tarafından gönderilen ilgi yazıdaki görüşünüze katılmadığımızı ve bu görüşünüzden vazgeçmeniz gerektiğini; Bakanlığınızın bu yönde ısrar etmesi halinde ILO nezdinde itiraz hakkımızı kullanacağımızı ve konuyu uluslararası sendikal hareketin gündemine taşıyacağımızı bildirmek isteriz.”
Yukarıda ve yazıda belirtildiği gibi, Bakanlığın uzlaşma toplantısında öneri düzeyinde kalan ve aslında 2017 UÇK döneminin konusu olmayan dönüşümlü temsil kararı alması ve Memur-Sen’i 2018 çalışan / işçi delegesi olarak şimdiden tek yanlı olarak “ataması” ve duyurması, ILO Anayasası’na ve uygulamasına aykırıdır. Karar, hukuksal olarak “yok hükmündedir.” Bir başka örneği bulunmadığını düşündüğüm bu karardan, Cenevre’ye taşınmadan vazgeçilmesi gerekir.
ILO ANAYASASI NE DİYOR?
Memur-Sen’in Nisan’da başlayan açıklamaları dışında, DİSK’in sürecin resmen başlatılmasında etkili olan 9 Mayıs 2017 günlü yazısı ile uzlaşma toplantısının gerçekleştirildiği 15 Mayıs 2017 arasındaki bir haftalık süre içinde olup biten gelişmelere, ayrıca ve özellikle 2017 sürecini sonlandıran 24 Mayıs’taki “Bakanlık-Memur-Sen” ilişki ve görüşmelerine değindikten ve her biriyle ilgili bazı saptama ve yorumlar yaptıktan sonra, ILO Anayasası’nın yaptığı düzenleme ile Türkiye’ye ilişkin itirazlarda verilen kararlara, sonunda sıra geldi.
Sorunu; açıklama ve yazışmalarda değinilen Anayasa madde 3/5 kuralının yanı sıra, Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’nın 1922 kararı ile UÇK Yetkileri Denetleme Komisyonu’nun Türkiye çalışan / işçi kanadı delegesinin yetkisine yönelik itirazlara ilişkin kararlarını da göz önüne alarak inceleyip değerlendirmek gerekiyor.
ILO Anayasası, “hükümetlerdışı temsilcilerin belirlenmesi” sorununu, 3. maddesinin 5-9. fıkralarında düzenledi. Öngördüğü kurallara, üye devletlerin uymasını zorunlu tuttu. Buna göre üye devletler, hükümetdışı delegeleri ve teknik danışmanları, ülkedeki işverenlerin ve çalışanların / işçilerin en çok temsil edici (most representative / les plus représentatives) örgütlerleanlaşarak (in agrement / d’accord) belirleme yükümlülüğü üstlenmiştir. Anayasa, örgütleri, çoğul bir dille ve aynı zamanda çalışan / işçi örgütleri ile işveren örgütlerini “birlikte” kapsayan bir anlatımla, sanıyorum kuralın 1919’da kaleme alınmış olması nedeniyle, “industrial organisations / les organisations professionnelles” olarak tanımlamıştır (m. 3/5). Ayrıca, “bu gibi örgütlerin ülkede bulunması kaydıyla” eklemesi de yapılmıştır. Söz konusu örgütlerin, “sendikal” amaçlı ve nitelikli örgütler olduğu tartışmasızdır.
Çünkü Anayasa’nın açıkça tanıyıp hukuksal güvenceye bağladığı kurucu ilkelerden birinin adı, “örgütlenme / sendika özgürlüğü”dür. 87 ve 98 sayılı sözleşmeler de, gecikmeli olarak, bu anayasal ilkeyi, tüm bileşenleriyle somutlaştıran, sendika özgürlüğünü devlete/hükümete ve işverene karşı korumayı amaçlayan, birbirinin ikizi belgelerdir. Anayasa’nın hükümetdışı delegelerin belirlenmesine ilişkin kurallarının yanı sıra, bu anayasal ilke ile iki sözleşmedeki kuralların da, hükümetdışı delegelerin belirlenmesinde göz ardı edilmemesi gerekir.
Üye devlet için öngörülen hükümetdışı delegeleri belirleme yükümlülüğünün ILO Anayasası’na uygun olarak yerine getirilmesine ve sürecin en önemli aşamalarından birine ilişkin iki konu üzerinde durmak gerekiyor: İlki, somut tanımı yapılmayan “en çok temsil edici” olma, ikincisi de sözü edilen sendikal örgütlerle “anlaşma” kavram ve koşullarıyla ilgilidir.
ILO Anayasası “En Çok Üyesi Olan” Demez
ILO Anayasası’na göre, hükümetlerdışı temsilciler, yani işveren ve çalışan / işçi kanatlarının delege ve teknik danışmanları, ülkedeki “en çok temsil edici” sendikal örgütlerden belirlenir, belirlenmelidir. Türkçe çeviride “en fazla temsil yetkisine sahip meslek kuruluşları” biçiminde yapılan tanım, “özellikle “yetki” sözcüğünün gereksiz yere eklenmiş olması nedeniyle kanımca yanıltıcıdır.
Çünkü bu tanım, çoğu zaman yüzeysel bir yaklaşımla, “en çok üyesi olan” biçiminde anlaşılmıştır ve anlaşılmaktadır. Geçmişte ve günümüzde, hükümetlerin ve üye sayısı yönünden ilk sırada gelen konfederasyonun (Türk-İş’in), bu kez 2017’de Memur-Sen’in yorumu da bu yönde olmuştur. ÇSG Bakanlığı da, değineceğim yetki itirazlarında ve 2017 sürecinde, aynı yaklaşımı benimsemiştir. Ama bu görüşün, ILO Anayasası’nın ne sözünde ne de özünde dayanağı vardır. Anayasal düzenleme çok açıktır ve “üye sayısı” temelinde bir “sayısal ölçüt” getirmiş değildir. Anayasa’nın özü, Örgüt’ün temel direği olan üçlülük ilkesinin eksiksiz gerçekleştirilmesinin, özellikle de hükümetdışı her iki sendikal kanadın görüşlerinin en geniş biçimde kurumsal yapıya yansıtılmasının sağlanmasıdır.
1922’de, Uluslararası Sürekli Adalet Divanı Ne Demişti?
Hükümetdışı delegelerin yetkisine ilişkin itiraz ve protestolar, belirttiğim gibi, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kuruluşuyla yaşıt bir sorundur! Bir yandan sendika özgürlüğü ilkesinin doğal sonucu olan sendika çokluğunun uygulandığı ülkeler ile sendika tekliğinin dayatıldığı totaliter rejimlerde, öte yandan da kapitalist yada sosyalist sistemlerin uygulandığı ülkelerde çalışan / işçi ve işveren kanatları delegelerinin yetkisiyle ilgili çok sayıda sorunlar gündeme geldi. Bunlardan, sendika çokluğunun uygulandığı Hollanda’da ilk yıllarda yapılan bir yetki itirazı konusunda Milletler Cemiyeti’nin (MC) yargı organı Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’nın açıkladığı ve konfederasyonların da göndermelerde bulunduğu danışsal görüş, Anayasa’daki düzenlemeyle ilgili en sık anılan ve geçerli olmayı sürdüren ilk yorumdur.
Divan, ilk olağan toplantısında, MC Konseyi’nin 12 Mayıs 1922 tarihli kararı üzerine, Hollanda işçi delegesinin, ILO Anayasası’nın madde 3/5 kuralına (o tarihte, 28 Haziran 1919’da imzalanan Versay Barış Antlaşması’nın [VBA] madde 389/3 kuralına) uygun olarak belirlenip belirlenmediği sorununu inceledi. 31 Temmuz 1922 tarihli ve 1 sayılı “danışsal görüş” nitelikli kararında, bu anayasal düzenlemeye ilişkin yorumunu belirtti.
Önce, delege ve teknik danışmaların belirlenmesi konusunda, hükümetlerin anayasal yükümlülüğünün “ahlakî” değil “hukuksal” niteliği ve öngörülen ölçütün anlamı üzerinde durdu. Hükümetin, hükümet kanadı delegelerinin belirlenmesindeki “takdir yetkisi”nin, hükümetdışı delegelerin belirlenmesinde söz konusu olmadığının altını çizdi. Yükümlülüğün “hukuksal” olmasının doğal gereği olarak da, anayasal düzenlemeye aykırı belirlemeye karşı hak arama yolu bulunduğunu, yani itiraz edilebileceğini belirtti:
“(Anayasa’da) Hükümetin, hükümet kanadının iki delegesinin atanması konusundaki serbest seçimine hiçbir kısıtlama getirilmemiştir. Ancak, tersine, hükümetdışı delegelerin seçimi (belirlenmesi) konusunda bir kısıtlama vardır. Üye devletler, VBA, madde 389/5 (Anayasa, madde 3/5) gereğince, ülkede mesleksel (endüstriyel / sendikal) örgütler bulunması kaydıyla, hükümetdışı delegeleri en çok temsil edici (sendikal) örgütlerle anlaşarak belirleme yükümlülüğü üstlenmiştir.
Üçüncü paragrafta (fıkrada) öngörülen yükümlülük, yalnızca ahlakî bir ödev doğurmaz. Bu yükümlülük, Antlaşma’nın (Anayasa’nın) bir parçasıdır ve Sözleşmeci Tarafları (üye devletleri) bağlar. “Temsil edici” sözcüğünün Antlaşma’da (Anayasa’da) tanımı yoktur. Elbette, en çok temsil edici örgütleri, işverenleri ve çalışanları daha (en) iyi (best / au mieux) temsil edecek örgütler olarak almak (anlamak) gerekir. Bu örgütlerin hangileri olduğunun açıklanması, bu belirlemenin yapıldığı sırada, her ülkede karara bağlanması gereken bir sorundur. Kuşkusuz, üye sayısı, bir örgütün temsil edici karakterini yargılamak için tek ölçüt değildir, ama önemli bir faktördür; her şey eşit olduğunda, en çok üyesi olan örgüt, en çok temsil edici örgüt olacaktır. Üye devlet hükümetinin, elindeki elemanlara (verilere) göre, uygulamada (gerçekte) hangi örgütlerin en çok temsil edici olduğunu belirleme ödevi (yükümlülüğü) vardır. Bununla birlikte, hükümetin bu konudaki kararının, 7. paragraf (fıkra) gereğince gözden geçirilmesi (incelenip denetlenmesi) gerekebilir. Konferans, üçte iki çoğunlukla, delegenin maddeye uygun olarak belirlendiğini kabul etmeyi reddedebilir. Konferansın, delegelerin Antlaşma (Anayasa) kurallarına uygun olarak belirlenmediği kanısı taşımasına yol açan bu ret, hukuken yada fiilen herhangi bir nedene dayanabilir.”
Hollanda hükümetinin, üç sendikal örgütle anlaşarak delegeyi belirlediğini anımsatan Divan, bu olayda sayısal olarak en çok üyesi olan Hollanda Sendikalar Konfederasyonu’nun savunduğu şu görüşe katılmamıştır: Söz konusu kuralda (m. 3/5) “örgütler” teriminin çoğul olarak kullanılması, “işverenleri temsil eden örgütler arasında en önemli örgüt” ve “işçileri / çalışanları temsil eden örgütler arasında en önemli örgüt” anlamına gelir ve hükümetin, üye sayılarına bakmaksızın, bu örgütlerle anlaşarak işveren ve işçi/çalışan delegelerini belirlemesi gerekir.
Daha açık bir anlatımla Divan, çoğul “örgütler” sözcüğünden sayısal ölçüt sonucuna ulaşılması gerektiği yolundaki bu savın, maddede yeterli bir hukuksal dayanağı bulunmadığının altını çizdi. Belirlenen delegenin, ülkedeki tüm çalışanları temsil edeceğini, bu nedenle de hükümetin ülkedeki örgütlerin tümünü göz önünde bulundurması gerektiğine vurgu yaptı. Divan’a göre:
“Madde 3/5 kuralının esinlendiği düşünceler açıkça göstermektedir ki, makul tek yorum şudur: Çoğul olarak kullanılan “örgütler” sözcüğü, hem işveren örgütlerine ve hem de işçi/çalışan örgütlerine ilişkindir.
Madde 389’un (Anayasa, m. 3’ün) ilk fıkrasına göre, işçi/çalışan delegesi, genel olarak, üye devletlerin her birinin uyrukları olan tüm işçileri / çalışanları temsil eder. Mesleksel (sendikal) örgütlerin delege ve teknik danışmanların belirlenmesine karışmasının amacı, yalnızca hükümetlerin, görüşleri işçilerin / çalışanların ve işverenlerin her birinin (her iki kanadın) görüşleriyle uyumlu olacak kişileri belirlemesini güvenceye almaktır. Öyleyse, bir ülkede işçi sınıf(lar)ını temsil edici birçok mesleksel (sendikal) örgüt varsa, hükümet işçi/çalışan delegesini ve teknik danışmanları belirlemeye (süreci işletmeye) başladığı zaman, bu örgütlerin tümünü göz önünde bulundurmak zorundadır. Hükümet, ancak bu şekilde hareket ettiğinde, durum ve koşullara göre, ilgili işçi kitlelerinin görüşünü Konferans’ta ileri sürecek (dile getirecek) kişileri (delegeleri) seçmeyi başarmış (anayasal yükümlülüğünü yerine getirmiş) olacaktır.”
Bu noktada hemen bir açıklama zorunlu görünmektedir: Kararda güvenceye alınmasından söz edilen görüşler arasındaki uyum, işverenler ile işçilerin / çalışanların görüşleri arasındaki uyum değildir kuşkusuz. Çünkü her iki kanat, özerk ve birbirinden bağımsızdır. Hükümete karşı da geçerli olduğuna kuşku bulunmayan bağımsızlık ve özerklik ilkeleri, sözleşmelerle de güvenceye alınmıştır. Bu nedenle, birden çok “temsil edici” işçi/çalışan örgütünün bulunması durumunda, hükümetin, bu kanatta yer alan “temsil edici” tüm sendikal örgütlerin görüşleriyle uyumlu bir delege belirlenmesini sağlaması, kolaylaştırması gerekir. Daha açık bir dille belirteyim: Amaç; hükümetin, kendisininkine koşut ve yada benzer görüşleri benimseyen, karşı çıkmayan bir çalışan / işçi delegesi belirlemesine engel olmak, hükümetdışı sendikal kanatların her birinin kendi görüşlerini üçlü kurumsal yapıda özgürce ve “birey” olarak dile getirecek, emekçilerin tümünün görüşlerini en iyi ve dengeli biçimde yansıtacak delegelerin belirlenmesine olanak vermektir.
“En çok temsil edici örgütler” tanımının “en çok üyesi olan örgüt” anlamına gelmediğini çarpıcı bir sayısal örnek vererek anlatan ve maddenin yazılı metninin bu görüşü doğrulayan hiçbir kanıt sağlamadığına vurgu yapan Divan’a göre:
“Delegenin, farklı eğilimleri olan bir örgütler grubunu değil tek bir örgütü temsil etmesinde yarar bulunduğu görüşü ileri sürüldü. Divan ise, tek bir örgütün temsili düşüncesinin Antlaşma metninin (Anayasa’nın) hiçbir yerinde (maddesinde) yazılı olmadığını gözlemledi. Tersine, Antlaşma’nın madde 389/1 (Anayasa’nın madde 3/1) kuralı, ilgili ülkenin işçilerinin / çalışanlarının temsilinden söz eder.”
Divan, beş sendikal örgüt arasında en çok üyesi olan sendikal konfederasyonun bir başka itirazını da, gerekçesini belirterek kabul etmediğini şöyle açıkladı:
“Madde 3/5, birçok işveren örgütünü ve birçok işçi/çalışan örgütünü amaçlamış olsa da, aralarında en çok üyesi bulunan konfederasyonun bulunmadığı üç konfederasyonla yapılan anlaşma, en çok temsil edici örgütlerle yapılmış bir anlaşma değildir. Bununla söylenmek istenen şudur: Eğer metin (madde) çoğul olarak yorumlanırsa, anlaşmanın en çok temsil edici örgütlerle yapılması gerekirdi. Ancak, böyle bir yorumun madde metniyle uzlaşabilir olduğu düşünülebilse de, kabul edilebilir değildir. İkna olmak için, böyle bir yorumun, işçilerin büyük çoğunluğunun iradesine aykırı olarak, tek bir örgüte bir anlaşmanın gerçekleştirilmesine engel olma olanağı verebileceğini göz önüne almak yeterlidir. Bu sonuca yol açacak bir sistemin reddedilmesi gerekir.”
Kuşkusuz, her hükümetin hedefi, ister işveren ve ister işçi/çalışan olsun, en çok temsil edici tüm örgütlerle anlaşma yapmak olmalıdır; ancak bu gerçekleştirilmesi son derece güç bir idealdir ve madde 389/3’te (Anayasa, m. 3/5’te) öngörülen normal bir durum sayılamaz.
Hükümetlerden istenen, ülke çalışanlarının / işçilerinin temsil edilmesini sağlamak için en iyisi olarak düşünülebilecek bir anlaşma elde etmek için elinden geleni yapmaktır.
La Haye’de Barış Sarayı’nda toplanan Divan, bu gerekçelerle “UÇK’nin 3. Toplantı dönemine katılmak üzere belirlenen Hollanda işçi/çalışan delegesinin, kurallara (VBA, m. 389/3’e, Anayasa m. 3/5’e) uygun olarak belirlendiği sonuca ulaştı.
Kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse, Divan’ın 1922’de açıkladığı görüş, hukuksal olarak bağlayıcı değilse de, delege ve teknik danışmanların belirlenmesi sürecinin Anayasa’ya uygunluğunun çerçevesi açısından ILO uygulamasında yerleşiklik kazanmış bir içtihat nitelindedir. UÇK delege ve teknik danışmanlarının belirlenmesi konusunda genel anlatımlı, soyut ve ilkesel bir düzenleme yapan Anayasa kuralının anlamını üçlü yapı ilkesinin özüne uygun bir yaklaşımla yorumlayan, “üye sayısının çokluğu” temeline dayanan yüzeysel ve sözel sav ve görüşlerin önünü kapatan, sosyal diyaloğun yaygınlığı ilkesini güvenceye alan bir karardır. Divan, geçerli olmayı sürdüren bu danışsal görüşüyle; en çok üyesi olan sendikal örgüt ile bu örgüt dışındaki örgütlerin üye sayıları arasında ister önemli / büyük, ister önemsiz / küçük farklar bulunsun, UÇK’ye çalışan / işçi kanadından katılacak delegelerin, ülke çalışanlarının çoğunluğunu temsil eden tüm sendikal örgütlerle görüşerek ve anlaşmaya vararak belirlenmesinin anayasal bir yükümlülük olduğunu vurguladı. 1919’dan beri “anayasal” bir ilke olan “sendika özgürlüğü”nün doğal sonucu olan sendika çokluğunun bulunduğu ülkelerde, Anayasa’nın tek (yani en çok üyesi olan) bir örgütün temsili düşüncesine kapalı olduğunu belirtti. Yalnızca en çok üyesi olan sendikal örgütle anlaşarak, hatta anlaşmaksızın yalnızca istatistiklere bakmakla yetinerek delege ve teknik danışman belirlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunun altını çizdi. Dolayısıyla bu anayasal yükümlülük, yasak savıcı bir yaklaşımla ve belirli örgütlerle görüşmeler yaparak, son derece kısıtlı bir zaman kesitine sıkıştırarak, sınırlı sayıda örgütle anlaşarak yerine getirilemez, getirilmemelidir. Çünkü sorun, ILO’nun omurgasını oluşturan üçlü yapısının sosyal / sendikal kanadının en yaygın ve güvenli biçimde oluşturulmasıyla doğrudan ilgili ve ilişkilidir. Yalnızca hükümeti / ÇSG Bakanlığı’nı değil, sosyal / sendikal kanatların da bu konuda duyarlı, ciddi ve özenli olmasını gerektirir.
Türkiye’ye Yönelik İtirazlar ve Kararlar
UÇK Yetkileri Denetleme Komisyonu’nun Türkiye’ye yönelik 1980 sonrasına ilişkin birkaç kararı, Divan’ın 1922’de bildirdiği görüşün geçerli olmayı sürdürdüğünü ortaya koymaktadır.
Dünya Çalışma Konfederasyonu’nun İtirazı
Dünya Çalışma Konfederasyonu (DÇK), 12 Eylül 1980 sonrasındaki ilk Genel Konferans döneminde, askeri hükümetin sendikal hakları kısıtladığını, DİSK’i kapattığını ve yöneticilerinin çoğunu tutukladığını belirterek, Türk-İş’in özgür ve özerk bir örgüt olarak hareket edemeyeceğini, Türk işçilerinin seçilmiş temsilcilerinden yoksun olduğunu, dolayısıyla da bu koşullarda Anayasa madde 3/5 kuralına uyulmadığını (yani çalışan / işçi delegesinin en çok temsil edici tüm örgütlerle anlaşarak belirlenmediğini) ileri sürerek, Türkiye çalışan / işçi delegesinin yetkisine 1981 yılında itiraz etti.
Hükümet kanadı delegeleri, bu itirazı, “sayısal ölçüt” gerekçesine dayanarak yanıtladı. Büyükelçi ve hükümet delegesi Kamran İnan, Türk-İş’in öteki tüm konfederasyonların toplam üye sayılarından daha çok üyesi bulunduğunu yazılı olarak bildirdi. [26]
Hükümet teknik danışmanı profesör Kemal Oğuzman da, aynı yaklaşımla, Yetkileri Denetleme Komisyonu’nun sorularını yanıtladı. Elde resmî rakamlar olmamakla birlikte, Türkiye’de 7 konfederasyon bulunduğunu, ancak 2 milyona yakın üyesi bulunan Türk-İş’in en çok temsil edici örgüt olarak pozisyonunun asla itiraz konusu olmadığını, sayısal yönden ikinci sırada gelen DİSK’in ise yaklaşık 500000 üyesinin bulunduğunu belirten Oğuzman’a göre:
“DİSK kapatılmamış, faaliyetleri geçici olarak askıya alınmıştır. Bunun da, UÇK işçi delegesinin belirlenmesi amacıyla yapılan danışmalar / görüşmeler üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır. Hükümet, ulusal bağlamda, yalnızca işçilerin en çok temsil edici tek örgütüne, yani Türk-İş’e danışmak (onunla anlaşmak) zorunda olduğu düşüncesindedir (parag. 16).”
Yetkileri Denetleme Komisyonu, hükümet delegelerinin bu açıklamaları üzerine, 1979 yılında yapılan bir yetki itirazı üzerine verdiği kararı anımsattı. Sonuçta, delegenin yetkisini geçersiz saymamakla birlikte, en çok temsil edici konfederasyonlarla “olabildiğince geniş bir temelde” anlaşmaya varmanın önemine vurgu yaptı:
“Komisyon, bu Konferans dönemi için işçilerin delegasyonunun (işçi delegesi ve teknik danışmanların) belirlenmesi sırasında, hükümetinTürk-İş dışında başka hiçbir örgüte danışmadığını not eder. Komisyon anımsatır ki 1979 yılında, Türkiye işçileri delegasyonunun yetkilerine karşı bir itirazı (protestoyu) incelediğinde, hükümet iki temel (büyük) konfederasyonla görüşmeler gerçekleştirmiş ve bir anlaşmaya ulaşılması için çaba göstermişti. Bununla birlikte bir anlaşma sağlanamamıştı. Bu itiraz (protesto) kabul edilmemiş olsa da, Komisyon, gelecekte, Konferans’ın işçi delegasyonunun oluşumu için ilgili örgütler arasında bir anlaşma sağlanması olanağı konusundaki umudunu dile getirmişti (parag. 17).
Komisyon, varolan ortam ve koşullarda, Türkiye’deki sendikal durum konusunda taşıdığını belirttiği kaygıya karşın, şu sonuca vardı: Türkiye işçileri delegasyonunun belirlenmesi, en çok üyesi olan örgütle anlaşarak gerçekleştirildi. Bu belirleme, ILO Anayasası’na (m. 3/5’e) aykırı değildir. Bu karara varmakla birlikte, Komisyon, daha önce dile getirdiği görüşü yineledi ve işçi hareketinin önemli bir bölümünü temsil edici olarak düşünülebilecek tüm örgütlerle, olabildiğince geniş bir temele dayalı olarak görüşmeler yapılması dileğinde (temennisinde) bulundu (parag. 18).
Yetkileri Denetleme Komisyonu’nun, 1979 kararını da anımsatarak altını çizdiği nokta açıktır: Hükümetin, çalışan / işçi kanadı delegasyonunun, yani aynı zamanda 1 delege ile teknik danışmanların belirlenmesinde, yalnızca en çok üyesi olan konfederasyonla görüşmeler yapmaması, işçi hareketinin önemli bölümünü temsil eden tüm örgütlerle görüşmeler yaparak anlaşmaya varması gerekir.
Hak-İş’in İtirazı
Yetkileri Denetleme Komisyonu, 1995’te Hak-İş’in Türkiye işçi delegasyonunun belirlenmesine ilişkin itirazını (protestosunu) incelediği kararında, anayasal yükümlülüğün aslında bilinen önemli bir yönüne açıklık getirdi.
Hak-İş özetle, Türkiye’de en çok temsil edici üç konfederasyon bulunduğunu, ancak hükümetin; işçi delegasyonunu yalnızca Türk-İş’ten belirlediğini, “Yetkileri Denetleme Komisyonu’nun sonuçlarıyla uyumlu olan, ilgili tüm örgütlerce kabul edilebilir çözümler bulma amacıyla diğer işçi örgütleriyle hiçbir zaman görüşmeler yapmadığını bildirdi. Bu yıl da hükümetin, işçilerin önemli bir bölümünün Konferans’ta temsil edilmemesi sonucu doğuran bir tutum içinde olduğunu ileri sürerek, Komisyondan bu tutumun ILO Anayasası’na (m. 3/5’e) uygun olmadığı konusunda hükümetin dikkatini çekmesi isteğinde bulundu. [27]
ÇSG Bakanlığı Müsteşarı M. Kutlu Türker, Komisyon’un isteği üzerine gönderdiği yazıda; 1 Ocak 1995 istatistiklerine dayanarak, üye sayılarıyla ilgili bilgileri (Türk-İş: 1 978 350 üye; DİSK: 329 895 üye; Hak-İş: 7 488 üye) aktardıktan sonra, gerek hükümetin ve gerekse Türk-İş’in ILO Anayasası’na açıkça aykırı tutumları yönünden her satırı çizilmeyi hak eden şu açıklamayı yaptı:
“Hükümet, ILO Anayasası’nın (m. 3/5’in) gerektirdiği anlaşmayı araştırma ereğiyle, Konferans işçi delegasyonunun oluşumu konusunda, en önemli örgüt olarak Türk-İş’e danıştı. Türk-İş anayasal kuralları (düzenlemeleri) bildiğinden, bu kuralların ihlalinin söz konusu olmayacağı varsayılabilir. Ayrıca, hükümet, geleneksel olarak, daha küçük konfederasyonların temsil edilmesi olanağı konusunda Türk-İş’e danışmaktadır. Ancak Türk-İş, böyle bir temsile her zaman karşı çıkmıştır. Sonuç olarak hükümet, ilgili uluslararası içtihada (Divan görüşüne) uygun olarak, farklı konfederasyonlar arasında bir anlaşmaya erişmek amacıyla, en iyisini yapmak adına iyi niyetle hareket etmiştir” (parag. 27).
Komisyon, “en çok temsil edici” örgütlere danışarak ve onlarla anlaşmaya vararak çalışan / işçi delegasyonunu belirleme yükümlülüğünün Türkiye’de nasıl işlediğini ortaya koyan bu resmî yanıt konusunda şu değerlendirmeyi yaptı:
“Komisyon, hükümetin iyi niyetinden kuşku duymamakla birlikte, en çok temsil edici örgütlerle görüşmeler yapma yükümlülüğünün hükümete –Türk-İş’e değil– düştüğünü vurgular. Hükümetin sağladığı istatistiklere göre, en çok temsil edici örgütler, Türk-İş dışında DİSK ve itiraz (protesto) eden örgütü (Hak-İş’i) de kapsar. Eğer bu görüşmeler sırasında hiçbir anlaşmaya varılamamış ise, hükümetin işçi delegasyonunun oluşumu konusunda, Türk-İş’in en çok temsil edici iki konfederasyondan çok daha önemli olduğunu gereğince göz önünde bulundurarak bir karar vermesi gerekirdi” (parag. 28).
Komisyon, bu saptamanın ardından, 1995 Genel Konferans işçi delegasyonun belirlenmesinin Anayasa’ya uygun olmadığı sonuca vararak dedi ki:
“Delegasyonun, Türkiye’de açık ara en çok temsil edici örgüt (Türk-İş) ile anlaşarak belirlenmiş olduğunu not etmekle birlikte, Komisyon, hükümetin en çok temsil edici tüm örgütlerle bir anlaşmaya ulaşmakla (anlaşma arayışıyla) yükümlü olması nedeniyle, ILO Anayasası’na (m. 3/5’e) tam olarak uygun davranmadığı sonucuna vardı” (parag. 29).
1995 itirazında önemli olan nokta, Hak-İş’in yalnızca 7 488 üyesinin bulunduğu, yani sendikalı işçilerin son derece küçük bir bölümünü temsil ettiği bir aşamada bile, anlaşma arayışının gerçekleştirileceği “en çok temsil edici örgütler” kapsamında sayılmış, bu konudaki sosyal diyalog yükümlülüğünün ne denli geniş ve yaygın olduğunu ortaya koymuş olmasıdır.
Bu örnek, 2017 sürecinde anlaşma arayışının / uzlaşma toplantısının altı konfederasyonla sınırlı tutulmuş olmasının ILO Anayasası’na ve uygulamasına aykırı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Hak-İş, ertesi yıl 1996’da, Komisyon’a bir yazı göndererek, 83. Genel Konferans işçi delegasyonuna Türk-İş dışında Hak-İş ve DİSK’in de katılması konusunda yapılan girişimlere ilişkin bilgiler vermiştir. Komisyon da, bu bilgilerin hükümete iletilmesini istemiştir.[28]
Komisyon raporunda başkaca bir bilgi yer almamaktadır. Bu da, Hak-İş ve DİSK’in delegasyon listesine katılması konusunda herhangi bir sorun olmadığını gösterir. Nitekim Hak-İş temsilcisinin 15 Mayıs 2017 toplantısında belirttiği ve Tutanakta da yer aldığı gibi, Hak-İş “1997 yılından itibaren teknik danışman olarak heyete dahil” olmuştur.
DİSK’in Konferans’a Katılmama Yazısı
Bundan on yıl sonra 2006’da ise DİSK, 30 Mayıs 2006 tarihli bir yazıyla, hükümetin aldığı ve DİSK’in birçok sosyal diyalog mekanizmasından çekilmesine yol açan bir dizi önlem nedeniyle, bu dönem (95.) Genel Konferansı’na katılmayacağını bildirmiştir.
Komisyon, hükümetten bu konudaki gözlemlerini bildirmesini istemiştir. Hükümet, yazının bilgi için gönderildiğini, DİSK’in iş mevzuatı reformu konusunda sürdürülen çalışmalara katılmama kararından üzüntü duyduğunu, ancak, en çok temsil edici işçi örgütlerinin delegasyonda yer aldığını belirtmiştir. Komisyon da, DİSK yazısının herhangi bir işlem yapılmasını gerektirmediği sonucuna varmıştır.[29]
SONUÇ
Sonuç anlamında değerlendirme, görüş ve eleştirilerimi, sürecin her aşamasında, Bakanlık ve konfederasyonların yazı ve açıklamaları ile Uluslararası Sürekli Adalet Divanı kararına ve Türkiye’ye yönelik itirazlarda Komisyonca verilen kararlara ilişkin bölümlerde yaptım. Yine de, özet olmak üzere topluca sıralamakta yarar görüyorum.
ILO’nun üye devlet olarak muhatabı olan Hükümetten ve ÇSG Bakanlığı’ndan başlayayım:
Bakanlık, 2017 sürecini çok geç ve “kerhen” başlattı. Başlattığında, ILO’ya delegasyonu bildirmek için verilen sürenin dolmasına yalnızca beş gün kalmıştı! Aynı tutumu, uzlaşma toplantısından sonra da sürdürdü. Dokuz gün suskun kaldı! Toplantı sonrasında aldığı kararı konfederasyonlara bildirmedi, kamuoyuna da duyurmadı. Ama ILO’ya bildirimde bulundu. Ben de bunu, 23 Mayıs 2017 günü, Örgüt sitesinden öğrenebildim! “Dönüşümlü temsil” konusunda aldığı tek yanlı karara gelince; 24 Mayıs günü Memur-Sen ile yaşanan görüşme ve yazışmaların ardından, sonunda delegenin Türk-İş’ten belirlenmesine ilişkin “haksız” ve “fiilî” olarak nitelenen kararın protesto edilmesinden vazgeçilmesiyle noktalanan gelişmeler konusunda, Bakanlık dokuz gün boyunca ne kamuoyuna, ne de konfederasyonlara bilgi verdi! Dönüşümlü temsil konusunda, ILO’ya da yazıp yazmadığı ise “meçhul!” Dilerim ki yazmamıştır! Düzenlediği uzlaşma toplantısında, “Türk-İş” için uzlaşma / mutabakat sağlandı. Gelecek yıllara ilişkin dönüşümlü temsil sorununu ise, yalnızca Hak-İş dile getirdi ve öneride bulundu. Buna karşın Bakanlık, 24 Mayıs’ta konfederasyonlara bildirdiği kararın alt yapısını oluşturmaya yönelik bir yorum yaparak, bu seçeneği “bir kısım” konfederasyonların önerdiği biçiminde değerlendirdi. Bu tutumun temel nedeni, bu yıl durumun “kritik” ve itirazlara gebe olduğunu, sendikal kesim gibi kendisinin de biliyor olmasıydı kuşkusuz.
Memur-Sen’e gelince; kamuoyuna yönelik ilk açıklamalarını Nisan ayının üçüncü haftasının başlarında yaptı. Israrlı biçimde, bir yandan “teamül” ve bir yandan da “uluslararası hukuk” diyerek sayısal ölçütü savundu. Çalışan / işçi delegesinin 67 bin fazla üye sayısıyla konfederasyona geçtiğini ileri sürdü. Uzlaşma toplantısına, Kamu-Sen’in belirttiğine göre, aynı adı taşıyan otelin İstanbul’un yanı sıra Ankara’da bulunmasının yarattığı karışıklık nedeniyle katılmadı. 2017 delegesinin bu toplantı sonrasında Türk-İş’ten belirlenmesine, “basın açıklaması” yoluyla protesto kararı aldı. Ama, Bakanlığın –Memur-Sen’in kendi önerisi üzerine aldığını belirttiği– dönüşümlü temsil kararı ve 2018’de sıranın kendisine gelmesi nedeniyle, protesto kararını geri aldı. Dönüşümlü temsil kararının, “idarî ve hukukî bağlayıcılığı” olduğunu ileri sürdü.
İlginçtir ki Türk-İş, Memur-Sen’in Nisan’da başlayan açıklamalarına karşı herhangi bir tepki vermedi. İlk ve son tepkisini, Bakanın 10 Mayıs 2017 tarihli yazısı üzerine, ertesi gün gösterdi; başkaca bir basın açıklaması yapmadı. Kararı, doğru bir yaklaşımla eleştirmesine karşın, sanıyorum geçmiş yıllarda örneği olmadığından (!), Bakanlık’tan uzlaşma toplantısı düzenlemesini istemedi. Cenevre’ye gitmeyeceğini açıklamakla yetindi.
Diğer konfederasyonlar da, Memur-Sen’in Nisan ayındaki ilk açıklamalarından sonra suskun kaldılar. DİSK, ancak üç hafta kadar sonra 9 Mayıs 2017’de, basındaki tartışmalardan söz ederek, Bakanlığa yazıyla başvurdu ve itiraz edeceğini açıkladı. Ertesi gün Bakanlık, 10 Mayıs 2017 günlü yazısıyla, almaya hazırlandığı kararını açıklamak ve konfederasyonlara resmen duyurmak zorunda kaldı. Bu yazı üzerine diğer konfederasyonlar, Türk-İş, Kamu-Sen ve KESK basın açıklamaları yaparak tepkilerini ortaya koydular. Hak-İş ise, susmayı sürdürdü. Bakanın bu yazısından önce de, sonra da!
Konfederasyonlar, delegasyonun ayrılmaz parçası olan ve çalışan / işçi delegesi gibi “anlaşma” yoluyla belirlenmesi gereken teknik danışmanlar ve dağılımı konusunda herhangi bir görüş açıklamadı. Tutanaktan anlaşıldığına göre, bu sorun uzlaşma toplantısında da ele alınmadı. Dolayısıyla da, Bakanın 10 Mayıs 2017 günlü yazısında tek yanlı kararla (Türk-İş, Memur-Sen, T. Kamu-Sen ve Hak-İş’e 2’şer ve KESK ile DİSK’e 1’er teknik danışman olmak üzere) belirlediği dağılım listesi örtük olarak onaylandı!
2017 ILO Genel Konferans delegasyonunun belirlenmesi süreci, eldeki resmî yazılar ve konfederasyonlarca yapılan basın açıklama ve duyuruları çerçevesinde böyle başladı ve sonlandı! Delegenin ve teknik danışmanların Konferans’ta neler yaptıklarının incelenmesi ise, ayrı ve önemli bir konu kuşkusuz!..
Ama, bitirmeden, 2018 Genel Konferans dönemi için, çalışan / işçi kesiminde örgütlü 2017 sürecinde adı geçenler dışındaki tüm konfederasyonlara ve bağımsız sendikalara yönelik olmak üzere, şimdiden birkaç uyarıda bulunup bazı öneriler sunacağım.
İlk olarak, ILO Genel Müdürü, delegasyon belirleme sürecini her yılın Ocak ayının son haftasında üye devletlere gönderdiği “rutin” bir yazıyla başlatır. Konfederasyonların, Bakanlıktan gelecek yazıyı beklemeden, süreci başlatmak ve özellikle uzlaşma toplantısının uygun zamanda yapılmasını sağlamak için girişimde bulunması gerekir. Bu konfederasyonlar, üç işçi ve üç memur konfederasyonundan ibaret değildir. ILO Anayasası’nın “en çok temsil edici” örgütler tanımı, altı konfederasyonla sınırlı değildir. Bunların dışındaki konfederasyonlar ile sendikaların da sürece katılmak için girişimde bulunması gerekir.
İkinci olarak, ülke delegasyonu, her Konferans dönemi için yeniden belirlenir. Bu amaçla da, hükümetdışı delegeler için Anayasa’nın buyruğu olan “anlaşma”nın sağlanması için her yıl yeniden uzlaşma toplantısı düzenlenmelidir. Önsel karar alınamaz. Kararı, Bakanlık değil, konfederasyonlar uzlaşarak alır ve Bakanlığa bildirir. Bakanlık da bu karara uyarak delegasyonu belirler. Uymazsa, itiraz yolu açılır.
Bakanlığın, Tutanakta yalnızca bir konfederasyonun önerisini göz önüne alarak, gelecek yıllarda geçerli olmak üzere karar alması / aldığı karar, geçersizdir, “yok”tur! Memur-Sen’in ileri sürdüğü gibi “bağlayıcı” değildir.
Çalışan / işçi kanadı bu sorunu şimdiye kadar olduğundan daha ciddi biçimde gündemlerine almalıdır. Özellikle, Genel Konferans gündeminde yazılı konular için belirlenen teknik danışmanlar, hazırlık olarak üçlü tartışmalara gitmelidir.
Ve de, 100. Yıldönümüne iki yıl kalmış Uluslararası Çalışma Örgütü için, sendikalar bir şeyler yapmayı düşünmelidir!
Son iki cümlem ise, 2017 sürecinin bilinmeyen belgeleriyle ilgili bir çağrıdır: Gerek Bakanlık ve gerekse konfederasyonlar, özellikle de Memur-Sen, aralarında ve ILO ile yaptıkları yazışmaların tam metinlerini, tüm emekçileri ilgilendirdiğinden, zamanında kamuoyuna açıklamalıdır. Üçlü kurumsal yapının Hükümet ve sendikal kanatları, sürecin tüm aşamalarında saydamlık ve açıklık ilkelerine uygun davranmalı, uzlaşılan sonuç ve alınan kararlar konusunda kamuoyuna bilgi vermelidir.
Ankara, 5 Haziran 2017
[1] 106. UÇK’nin Açılış konuşmalarını internet üzerinden izlerken, ILO’nun web sayfasında, Geçici Delegasyon Listesi’ni ve Türkiye listesinde, DİSK ve KESK dışında dört konfederasyondan birçok yöneticinin teknik danışman olarak yer aldığını gördüm ve son anda bu eklemeyi yaptım (Supplément au Compte rendu provisoire, 5 juin 2017, Liste Provisoire des Délégations, Conférence internationale du Travail / Supplement to the Provisional Record, 5 June 2017, Provisional List of Delegations, International Labour Conference), http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/@ed_norm/@relconf/documents/meetingdocument/wcms_554374.pdf; Erişim : 05.06.2017).
[2] Örneğin bkz. Mesut Gülmez, Uluslararası Sosyal Politika, Hatiboğlu Yayınevi, Ankara, 2011, s. 96 vd.
[3] Sürecin çok önemsediğim bazı aşama, tarih ve yönleri konularında, özellikle ÇSG Bakanlığı ile Memur-Sen arasındaki yazışmalar, inceleme ve değerlendirmeler yaparken en çok eksikliğini duyduğum belgeler oldu. Bunların ilk sırasında, yaptığı basın açıklamaları, gerek sürecin başlaması ve gelişiminin kronolojik yöntemle genel olarak izlenebilmesi ve gerekse benimsenen yaklaşım yönlerinden önemli ve çoğu kez yeterli bilgiler içerse de, Memur-Sen’in Bakanlıkla gerçekleştirdiği bazı yazışmalar ve aldığı yanıtlar vardır.
Bunları edinmek için, 29 Mayıs 2017 günü [email protected]”a başvurdum. Hazırladığım bu makaleden söz ederek ve eriştiğim bazı belgeleri belirttim. Memur-Sen’in basın açıklamalarından, Bakanlığa başvuruda bulunduğunu ve Bakanlığın da yanıt verdiğini öğrendiğimi ekledikten sonra, ricamı şöyle bitirdim: “Memur-Sen’in Bakanlıkla yaptığı yazışmaların ve aldığı yanıtların tam metinlerini paylaşabilir misiniz?”
Aynı gün, birkaç saat sonra, bu konuda konfederasyonun basın bölümüyle görüştüm ve istek üzerine iletiyi, kendisine de yönlendirdim. Telefon konuşmamızdan söz etmeksizin, 30 Mayıs günü verdiği kısa yanıtı aktarmakla yetiniyorum:
“Merhaba. Dün görüşmüştük, ben (…) Konuya ilişkin genel sekreterimizle görüştüm, kendisi de bana, “Mesut Gülmez beyle ben daha sonra görüşeceğim zaten” dedi. İlginize, selamlar…”
Makaleye nokta koyduğum 5 Haziran’a değin, bu görüşme yapılmış değildi.
[4] Bu konudaki haber için bkz.: Mustafa Çakır, “ILO’ya Türk-İş Gidecek”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2017, s. 8.
[5]http://www.ilo.org/Delegates/credentialslive.aspx?lang=2; Erişim: 23.05.2017.
[6]http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/@ed_norm/@relconf/documents/meetingdocument/wcms_542432.pdf; Erişim: 28.03.2017.
[7]http://www.memursen.org.tr/yalcin-calisanlari-iloda-memur-sen-temsil-edecek, 20 Nisan 2017, Erişim: 01.05.2017; http://www.memursen.org.tr/toplu-sozlesmenin-mimarlari-ilk-toplu-sozlesme-diyari-kutahyada, 30.04.2017; Erişim: 01.05.2017.
[8]https://www.haberler.com/ilo-da-temsil-yetkisi-turk-is-ten-memur-sen-e-9558122-haberi/, 29 Nisan 2017; Erişim: 01.05.2017.
[9]https://disk.org.tr/2017/05/memur-senin-ilo-delegeligine-itiraz-edecegiz/, 12 Mayıs 2017; Erişim 12.05.2017.
[10]http://www.turkis.org.tr/BASINA-VE-KAMUOYUNA-SAYGIYLA-DUYURULUR-d3488; Erişim, 11.05.2017
http://www.turkis.org.tr/dosya/IS1o5t8tWGnB.pdf; Erişim: 11.05.17; Erişim: 11.05.2017.
[11] ILO’nun kurumsal yapısında böyle bir organ yoktur.
[12]https://www.kamusen.org.tr/icerik_goster.php?Id=11049, 11.05.2017 – 15:36 2,217; Erişim: 01.05.2017.
[13] http://www.kesk.org.tr/2017/05/12/memur-sen-iloda-emekcileri-temsil-edemez/; Erişim: 012.05.2017.
[14] Bu toplantının, tek cümleden oluşan yazıda belirtilen tam adres ve saatini de, tarihselliği nedeniyle, tam olarak vereyim: “İstanbul Atatürk Hava Limanı yanında bulunan TAV Airport Hotel toplantı salonunda 09:00-11.00 Saatleri arasında.”
[15] 30 Mayıs 2017 günü yapılan basın açıklamasına göre, “… Memur-Sen 2017 yılı Mayıs ayı resmî olmayan rakamlara göre üye sayısını 997 Bin 249’a yükselterek, Türkiye’de en büyük konfederasyon olma özelliğini sürdürdü” (“Memur-Sen Kendi Rekorlarını Kırmaya Devam Ediyor”, 30.05.17, Salı; http://www.memursen.org.tr/memur-sen-kendi-rekorlarini-kirmaya-devam-ediyor; 01.06.2017; Erişim: 31.05.2017).
[16]http://www.memursen.org.tr/yalcin-iloda-emek-kesiminin-temsili-memur-sende; Erişim: 16.05.2017.
[17] “ÇSGB’nin Haksız ILO Kararını Bakanlık Önünde Protesto Ediyoruz”, 24.05.17, Çarşamba; http://www.memursen.org.tr/memur-sen-ilo-kararini-bakanlik-onunde-protesto-edecek; Erişim: 24.05.2017; Ayrıca bkz.: “Bakanlık, ILO’ya Türk-İş’i verdi, Memur-Sen eyleme hazırlanıyor”, http://www.memurlar.net/haber/669955/bakanlik-ilo-ya-turk-is-i-verdi-memur-sen-eyleme-hazirlaniyor.html; Erişim; 24.05.2017.
[18] “Teklifimiz Karşılık Buldu, Eylemimiz İptal”, 24.05.17, Çarşamba; http://www.memursen.org.tr/teklifimiz-karsilik-buldu-eylemimiz-iptal; Erişim: 24.05.2017.
[19] Bu yazı, 24 Mayıs 2017 günü, ancak Memur-Sen’in belirttiği saatten hemen sonra bazı haber sitelerinde de yer almıştır: Örneğin bkz.: “Memura ILO Yolu Açıldı”, https://www.haberler.com/memura-ilo-yolu-acildi-9654945-haberi/; 24 Mayıs 2017, 20:40, Erişim: 24.05.2017; “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından ILO Kararı”, http://www.memurlar.net/haber/670060/calisma-ve-sosyal-guvenlik-bakanligindan-ilo-karari.html 24 Mayıs 2017, 21.08; Erişim: 24.04.2017
[20] “Teklifimiz Karşılık Buldu, Eylemimiz İptal”, http://www.memursen.org.tr/teklifimiz-karsilik-buldu-eylemimiz-iptal; 24.05.17, Çarşamba; Erişim: 25.05.2017.
[21] “Yalçın: ILO’da Kamu Görevlilerinin Temsil Edilmesinin Yolunu Açtık”, http://www.memursen.org.tr/yalcin-iloda-kamu-gorevlilerinin-temsil-edilmesinin-yolunu-actik, 25.05.17, Perşembe; Erişim: 26.05.2017.
[22] “ILO Delegesi(nin) Atama Usulüyle” Belirlenemez”, 25.05.2017 – 11:45 1,889 https://www.kamusen.org.tr/icerik_goster.php?Id=11061; Erişim: 27.05.2017.
[23] Memur-Sen’e ilişkin olduğunu düşündüğüm bu savla ilgili olarak, alıntılar yaptığım basın açıklamalarında, doğal olarak, bu anlama gelen herhangi bir görüş yada sava rastlamış değilim.
[24] Hak-İş’in uzlaşma toplantısındaki tutumuyla ilgili olarak, Tutanakta yapılan özet çerçevesinde, “Memur-Sen’in delege göndermesini savunmuş” olduğu sonucu çıkarılamayacağı kanısındayım.
[25]https://disk.org.tr/2017/05/ilo-temsili-konusunda-bakanligin-tutumu-kabul-edilemez/, 30 Mayıs 2017, 10:22.
[26] Troisième rapport de la Commission de vérification des pouvoirs, Comte rendu provisoire 26, Soixante-septième Session, CIT, Genève, 1981, parag. 15.
[27] Deuxième rapport de la Commission de vérification des pouvoirs, Comte rendu provisoire 18, Quatre-ving-deuxième Session, CIT, Genève, 1995, parag. 25-26.
[28] Quatrième rapport de la Commission de vérification des pouvoirs, Comte rendu provisoire 5, Quatre-ving-troisième Session, CIT, Genève, 1996, parag. 20.
[29] Deuxième rapport de la Commission de vérification des pouvoirs, Comte rendu provisoire 5C, Quatre-ving-quinzième Session, CIT, Genève, 2006, parag. 81-83.