Genel Başkanımız Kani Beko’nun #OHALdeYeter Forumundaki konuşması
“CHP İşçi Sendikaları ile STK’lardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı” tarafından düzenlenen #OHALdeYeter Forumu’nun “Emekte OHAL” başlığında DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, TMMOB Yönetim Kurulu üyesi Kemal Zeki Taydaş, TTB Başkanı Raşit Tükel ve Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Mehmet Balık konuşmacıydı.
DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun Cumhuriyet Halk Partisi tarafından 15 Ocak 2018 tarihinde düzenlenen forumda yaptığı konuşma
Sayın Genel Başkan,
Cumhuriyet Halk Partisi’nin değerli yöneticileri,
Değerli sendikacı arkadaşlarım
Değerli basın emekçileri, değerli mücadele arkadaşlarım,
Konuşmama başlamadan önce 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL’in tekrar uzatılacağının AKP tarafından ilan edildiği bu günlerde bu çalıştayı düzenlediği için Cumhuriyet Halk Partisi’ne teşekkür ediyorum.
20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL 6. kez uzatılıyor.
Ülkemiz bir buçuk yıldır adeta bir sivil darbeye dönüşen OHAL ve tek adam rejimi ile yönetiliyor.
Bu ülke 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe girişimine tanık oldu. Bu kanlı darbe girişimi sırasında 250 yurttaşımız darbeciler tarafından katledilirken binlerce yurttaşımız da yaralandı. Burada bir kez daha ölen yurttaşlarımıza rahmet, yararlananlara sağlıklı bir ömür diliyorum.
Biz darbeleri iyi biliriz.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 12 Eylül 1980 askeri darbesinin sendikal alandaki en büyük mağdurudur. Konfederasyonumuzun faaliyetleri 11 yıl boyunca durduruldu. Başta Genel Başkanımız Abdullah Baştürk olmak üzere yöneticilerimiz tutuklandı, işkence gördü ve idamla yargılandı. Yüzbinlerce üyemiz iradeleri dışında başka sendikalara peşkeş çekildi. DİSK yok edilmek istendi.
Biz darbeleri ve darbecileri iyi biliriz.
O nedenle halka, anayasaya ve hukuk devletine karşı işlenmiş en ağır suçlardan biri olan 15 Temmuz 2016 darbe girişimini en başından beri tereddütsüz lanetledik ve darbecilerin yargılanarak cezalandırılmasını savunduk.
“Darbecilerin yargılanması, darbe girişimin siyasi ayağının ortaya çıkarılması ve devlet içindeki paralel yapının dağıtılması demokrasi ve hukuk devleti açısından yaşamsal öneme sahiptir” dedik.
15 Temmuz darbe girişimine ilk günden karşı duran, lanetleyen ve darbeye karşı demokrasiyi ve hukuk devletini tavizsiz bir biçimde savunan DİSK, darbeyle mücadele adına TBMM’nin devre dışı bırakılarak OHAL ilan edilmesini ve ülkenin KHK’lar ile yönetilmesine karşı çıktı, çıkmaya da devam ediyor.
DİSK başından beri OHAL’in kaldırılmasını, darbeciler ve onların mensup oldukları FETÖ ile mücadelenin TBMM işletilerek ve hukuk devleti kurallarına bağlı kalınarak yürütülmesini savundu.
Hükümet darbecilerin kapatmak istediği ve darbeye karşı hep beraber direnen Meclis’i işleterek darbeyle mücadele etmek yerine Olağanüstü Hal ilan etmeyi tercih etmiştir. OHAL amacından saptırılmış ve Anayasa ihlal edilmiştir.
OHAL Anayasal sınırları aştı, keyfi yönetime dönüştü.
KHK’lar Anayasa Hükmünde Kararnamelere dönüşmüş, Meclis’in yasama işlevi büyük ölçüde sınırlanmıştır.
Hükümet, KHK çıkarma yetkisini anayasal sınırları aşarak kötüye kullanmakta ve TBMM’nin iradesini gasp etmektedir. Bir buçuk yıllık OHAL döneminde 30 KHK yayınlanırken yüzden fazla yasada değişiklik yapıldı.
KHK ile yapılan düzenlemelerin önemli bir bölümünün OHAL’in ilan edilme gerekçesiyle ilgisi yoktur. Kış lastiğinden Varlık Fonuna, Rektör seçiminden grev ertelemeye ve taşeronların kadroya alınmasına kadar pek çok konu KHK ile düzenlenmiştir.
24 Aralık 2017 tarihinde 696 sayılı KHK’da taşeron işçilere yönelik kadro düzenlemesi yapıldı. Böylece taşeron işçilere kadro verilmesi konusu işçilerin ve milletin temsilcilerinden kaçırıldı. 1 milyon işçiyi ilgilendirecek düzenleme kanun hükmünde kararname ile düzenlendi. Çalışanların en temel hakkı olan çalışma hakkının düzenlenmesine ilişkin bir konunun KHK ile düzenlemesi ancak OHAL fırsatçılığı ile açıklanabilir.
120 bin civarında kamu görevlisi ihraç edildi.
Çalışma hakkı OHAL döneminde en yaygın ihlal edilen hak oldu
Bir buçuk yıllık OHAL döneminde 120 bin civarında kamu görevlisi ihraç edilmiş, Cumhuriyet tarihinin en büyük kamu görevlisi tasfiyesi yaşanmıştır. 12 Eylül döneminde kamu kuruluşlarından 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu kapsamında yaklaşık beş bin kişinin çıkarıldığı düşünülecek olursa 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan tasfiyenin boyutları daha iyi anlaşılabilir.
Kamuda yaşanan tasfiye, darbe ve darbecilerle mücadele sınırını aşmış, hukuk devletinin temel ilkelerini çiğneyen bir hal almıştır. Darbe girişiminin siyasi ayağı ısrarla ortaya çıkarılmamakta, darbecilerin mensup oldukları örgütün devleti işgal etmesine göz yumanlar, onunla işbirliği içinde hareket edenler hakkında hiçbir işlem yapılmamaktadır. Ama geçmişte suç olmayan bir fiilden dolayı kamu görevlileri kamudan ihraç edilmektedir. Bu durum adil değildir, hukuka uygun değildir, ölçülü değildir.
120 bin civarında kamu görevlisi somut bir delile dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden çıkarılmış, sadece kamu görevinden çıkarılmakla kalınmamış, ihraç edilenler damgalanmış, suçlu ilan edilmiş, emekli ikramiyelerinden mahrum bırakılanlar olmuş, pek çoğunun özel sektörde de iş bulmasını engelleyici uygulamalar söz konusu olmuştur.
Bilindiği gibi, kayyum atanan belediyelerin birçoğu DİSK Genel-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu belediyelerdir. Genel-İş Sendikamıza üye binlerce işçi ya kayyum veya KHK marifetiyle işten çıkarılmıştır.
7 bine yakın akademisyenin ihraç edildiği bu dönemde, Barış Bildirisi imzacılarından olan ve birçoğu aynı zamanda emeğin sorunlarıyla ilgili çalışmalarda bulunan 400’den fazla akademisyen üniversitelerden uzaklaştırılmıştır.
Çalışma hakkı elinden alınanların adil yargılama yolu da kapalıdır. İdari yargı organları KHK ile yapılan ihraçlar konusunda görevsizlik kararı vermiş, Anayasa Mahkemesi OHAL KHK’larını incelemekten kaçınmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise iç hukuk yolları tüketilmediği için başvuruları kabul etmemiştir. Bilindiği gibi bu konuda Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur.
Komisyon aldatmaca ve oyalamadır
Ancak bu komisyona 110 bin başvuru gelmesi, yılda 250 gün ve günde ortalama 8 saat çalışılması durumunda, her dosyaya 5 dakika ayrıldığında dahi başvuruların sonuçlanması için 5 yıl gereklidir. 1 yıl içinde başvuruları tamamlamak için her dosyaya ayrılması gereken süre 65 saniyedir. Nitekim OHAL’in üzerinden bir buçuk yıl geçmesine rağmen komisyon kayda değer bir işlem yapmamıştır.
Bir buçuk yıllık OHAL döneminde işçiler ve sendikalar çeşitli baskı ve engelleme ve tehditlerle yüz yüze kaldı
OHAL bahane edilerek birçok sendikal faaliyet ve işçi eylemi yasaklandı veya engellenmiştir. Konfederasyonumuzun üyesi Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Lastik-İş, Gıda-İş, Güvenlik-Sen, Limter-İş, Nakliyat-İş ve Sosyal-İş sendikalarımızın da aralarında olduğu sendikaların, çalışma yaşamına ilişkin konulardaki bazı basın açıklamaları, hak arama girişimleri, yürüyüş ve protesto eylemleri ve bilgilendirme amaçlı kimi salon toplantıları engellenmiştir.
OHAL döneminde beş grev keyfi olarak ertelendi.
AKP OHAL’e kadar olan iktidar döneminde toplam 8 grevi ertelemişken sadece bir buçuk yıllık OHAL uygulaması boyunca beş büyük grev milli güvenlik, genel sağlık ve finansal istikrarı bozucu olduğu gerekçesiyle ertelenmiştir/yasaklanmıştır.
Yasaklanan grevler arasında Birleşik Metal-İş sendikamızın iki grevi de vardır. Grev ertelemelerinin OHAL uygulamasının bir parçası olduğu bizzat Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından iki kez işveren örgütlerinin toplantılarında ve altı çizilerek vurgulanmıştır.
OHAL döneminde 165 basın, yayın, radyo, televizyon ve haber ajansı kapatıldı
OHAL döneminde 39 kişi intihar etti.
Saptayabildiğimiz kadarıyla OHAL döneminde KHK ile ihraç edildiği ve işinden atıldığı için intihar eden yurttaşlarımızın sayısı ise en az 39 kişidir.
Sonuç olarak OHAL, işçilerin haklarının hukuk dışı biçimde gasp edilmesinin bahanesi haline getirilmiştir. “OHAL’in millete karşı ilan edilmediği” iddiası bizzat hükümetin icraatları ile çürütülmüştür. Unutulmamalıdır ki bugün ülke yurttaşlarının en az üçte ikisi ücret gelirleriyle yaşamaktadır. Eğer emeği ile yaşamını sürdürenler “millet” değilse “millet” kimdir?
OHAL emeğe zararlıdır. Emeğe zararlı olan OHAL, açıkça millete karşıdır.
Sermayeye olağanüstü sömürü olanakları sağlayan, olağanüstü işsizlik, güvencesizlik ve hak gaspı yaratan OHAL derhal kaldırılmalıdır.
Adalet için, demokrasi için, barış için, kardeşlik için, insan hakları için, sendikal hak ve özgürlükler için OHAL düzenine son verilmelidir. OHAL’in kalkmasıyla beraber, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa için çalışmalar başlatılmalıdır.
Bu ülkede yaşayan 80 milyonun ihtiyacı OHAL değil, laik-demokratik-sosyal bir hukuk devletidir.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi selamlıyor, “faşizme karşı omuz omuza” mücadeleye devam diyorum!