“ILO sözleşmelerinin uygulanmaması ve ihlal edilmesi anayasa ihlali anlamına gelmekte”
23 Mayıs 2019 Perşembe günü ATO Congresium’da düzenlenen 12. Çalışma Meclisi toplantısında DİSK adına katılan Ankara Bölge Temsilcimiz Tayfun Görgün, ILO sözleşmelerinin uygulanmaması ve ihlal edilmesinin anayasa ihlali anlamına geldiğini hatırlattı. Görgün’ün yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:
Değerli katılımcılar,
Hepinizi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK adına selamlıyorum
Uluslararası çalışma hukukunun ve sosyal politikanın amiral gemisi olan ILO’nun 100. Yılını kutluyoruz. ILO, 100 yıl boyunca çalışma hayatının neredeyse her alanında sözleşmeler ve kurallar üretti.
ILO 100 yıldır çalışma saatlerinden çalışma yaşına, sendikalaşmadan toplu pazarlık hakkına, ayrımcılıktan sosyal güvenliğe kadar 190 civarında sözleşme kabul etti.ILO tarafından 1947 yılında benimsenen ve ILO Anayasasının bir parçası olan şu ilkeler günümüzde de yakıcı bir biçimde önemini koruyor:
- Düşünce ve örgütlenme özgürlükleri sürekli bir ilerlemenin temel koşullarıdır.
- Sürekli bir barış ancak sosyal adalete dayalı olarak sağlanabilir.
- Her nerede olursa olsun yoksulluk bütün insanların refahı için büyük bir tehlike oluşturmaktadır.
Ancak ILO’nun benimsediği bu ilkelere ve kabul ettiği sözleşmelere rağmen pek çok ülke gerek üye olarak gerekse sözleşmelerin tarafı olarak yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınıyor.
Ne yazık ki Türkiye de 1932 yılından bu yana ILO üyesi olmasına rağmen başta sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkı olmak üzere ILO Anayasası ve onaylanmış sözleşmeleri ile güvence altına alınan çalışma haklarını ihlal etmeye devam ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesi hükmü açıktır. Usulüne göre onaylanmış temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler iç hukuktan üstündür ve yasama, yürütme ve yargı açısından bağlayıcıdır.
Onaylanmış ILO sözleşmelerinin uygulanmaması ve ihlal edilmesi anayasa ihlali anlamına gelmektedir.
Değerli konuklar, değerli katılımcılar,
ILO’nun 100. Yılında çalışmanın geleceği konusu önemli bir yer tutuyor.
Kuşkusuz sosyal adaletin sağlanması ve yoksullukla mücadelede istihdam ama insana yakışır istihdam yaşamsal bir yere sahiptir.
Bu çerçevede ILO’nun 100. Yılında açıkladığı Daha Aydınlık Bir Gelecek İçin Çalışmanın Geleceği Raporu oldukça önemli tespitler içeriyor.
Bunlardan en önemlisi ILO’nun kuruluş ilkeleri arasında ve Anayasasında da yer alan emeğin alınıp satılan bir mal veya “meta” olmaması gerektiği vurgusudur. Emek diğer üretim girdileri ile bir tutulamaz. Emek insanı ve toplumsal boyutları olan bir üretim faktörüdür ve bütün zenginliklerin temel kaynağıdır.
ILO raporunda vurgulandığı gibi teknolojide yaşanan değişimlerin, üretimde robotlaşma, yapay zeka ve benzeri yeni gelişmelerin kullanılması insan merkezli olarak ele alınmalıdır.
İnsanlar ve emekçiler yazılımlara değil, yazılımlar insanlara tabi olmalıdır.
Endüstri 4.0 tartışmalarını bu çerçevede ele almak gerekir. Teknolojist bir yanılsamaya düşmeden, teknolojik gelişmelerin çalışma ilişkilerine nasıl yansıdığına bakmak gerekir.
En modern teknolojiler kullanarak dünyanın en modern tüketim mallarını üreten fabrikalarda 19. yüzyılın vahşi kapitalizmi benzeri çalışma koşulları söz konusu olabiliyor.
Bu yüzden büyüme insan-merkezli olmalı, dışlanmış ve güvencesizleştirilmiş emeğin yerine güvenceli ve insan onuruna yakışır iş ilkeleri ön plana alınmalıdır.
Güvencesizliğin ve yoksulluğun sonlandırılması, devasa gelir eşitsizliğinin giderilmesi ana amaç olmalıdır.
Ancak biliyoruz ki hem Türkiye hem de küresel işgücü piyasalarının mevcut görünümü ILO raporunda belirtilen ilkelerin yaşama geçirilmesinin çok uzağında olduğumuzu göstermektedir.
Dünyada toplam 190 milyon işsiz bulunuyor ve işsizliğin geriletilebilmesi için 2030 yılına değin, söz konusu rakama ilave olarak, 344 milyon yeni iş yaratılması gerekiyor.
Toplam olarak 2 milyar emekçi, yani çalışanların yarısından fazlası güvencesiz olarak istihdam edilirken, 200 milyon işçi günde 1.90 doların altında yoksulluk koşullarında çalıştırılıyor.
Küresel kapitalizmin kıyasıya rekabet koşullarında emekçilerin üçte birinden fazlası aşırı uzun sürelerde (haftada 48 saatten fazla) çalışmak zorunda kalırken, bu koşullar altında yılda 2.78 milyon emekçi iş cinayetleri sonucu yaşamını yitiriyor. ILO’nun yüzüncü yılında bile ILO’nun 100 yıl önce benimsediği 8 saatlik işgünü ilkesi uygulamada henüz gerçekleşmiş değil.
ILO raporunda dile getirilen saptamalara ve önerilere katılmamak elde değil.
Bu tabloyu Türkiye’den verilerle de pekiştirmek mümkündür.
Son 15-20 yıldır uygulanan iktisat politikaları istihdamsız büyümeyi yarattı, güvencesiz ve esnek istihdam politikalarını işsizliğe çözüm olarak gösterildi. Yüzde 15’e yaklaşan standart işsizlik oranı ile Türkiye en yüksek işsizlik oranına sahip ülkeler arasında yer alıyor. 5 milyona yaklaşan dar tanımlı işsizi, 7,5 milyonu aşan geniş tanımlı işsizi olan bir ülkeyiz. Ekonominin büyüdüğü dönemlerde dahi yeterince iş yaratılamadı. Güvencesiz ve esnek istihdam politikaları, işverenlere ödül olarak sunulan teşvikler işe yaramadı.Tüm bunlara karşılık ise Türkiye’de kriz koşullarında istihdam daralması yaşanıyor.
Öte yandan yıllardır kadro bekleyen aileleriyle birlikte 4 milyonu ilgilendiren taşeron işçilere kadro konusu OHAL KHK’sıyla iktidarın keyfiyetine ve hukuksuzluğa teslim edildi. OHAL ile ilgisi olmayan konuların KHK ile düzenlenmesi Anayasanın açıkça ayaklar altına alınması anlamına gelmektedir.
İşsizlik ateşi toplumu sararken, kıdem tazminatının fona devri tartışmaları tekrar gündeme gelmekte, işçi ücretlerinden yapılacak yeni kesintilere hazırlanılmaktadır. Türkiye’nin sorunu kıdem tazminatı değildir. Türkiye’nin en yakıcı sorunu işsizliktir. Kıdem tazminatı DİSK’in ve sendikaların ezici çoğunluğu tarafından bitmiş bir tartışma olduğunu belirtilmelidir.
Kapitalizmin ve özellikle de küresel kapitalizmin ve neoliberal iktisat politikalarının emeği bir meta haline getirdiği, güvencesizliği ve örgütsüzlüğü yoğunlaştırdığı düşünülecek olursa emeği bir meta haline getirmeyen bir toplumsal düzen inşa etmeden ILO raporunda önerilerin hayata geçmesi oldukça zor olacaktır.
Sözlerime ILO ilkeleri için de esin kaynağı olan ve günümüzde de anlamı giderek artan bir Latin özdeyişi ile son veriyorum.
Barış istiyorsanız adalet ekin!