Genel Başkanımız Çerkezoğlu “Ortak Paylaşım Forumu”nda soruları yanıtladı
TİSK tarafından Antalya’da düzenlenen Ortak Paylaşım Forumu programında DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun gazeteci Didem Arslan’ın sorularına verdiği yanıtlar
İşçi işveren ve hükümet temsilcileri uzun yıllardır ilk defa böyle bir etkinlikte bir araya geliyor. DİSK olarak Ortak Paylaşım Forumu’nu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal tarafları ve hükümet yetkililerini bir araya getiren bu toplantının yararlı olacağını düşünüyor, çalışma hayatında müzakere ve diyalog kanallarının giderek zayıflatıldığı bir ortamda bu toplantıya emek veren herkese teşekkür ediyorum.
Gönül isterdi ki, bu tip toplantılar gönüllü pratiklerin ötesinde, Anayasal ve yasal kurumsal yapılar çerçevesinde gerçekleşse idi. Aslında kağıt üzerinde birçok üçlü mekanizmamız mevcut. Örneğin Ekonomik Sosyal Konseyin yılda iki kere toplanması gerekiyor. Üstelik ESK 2010 yılındaki Anayasa değişikliği Anayasal bir kurum haline getirildi ancak 2009’dan beri toplanmıyor.
Bunun yanı sıra bir diğer sosyal diyalog mekanizması olan Üçlü Danışma Kurulu’nun da büyük oranda işlevsizleştiği bir dönemdeyiz. Çalışma yaşamına dair bir çok konunun TBMM’nin yetkileri bile bypass edilerek, doğrudan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile düzenlendiği bir dönemde bu tip diyalog girişimleri elbette ki önemli.
Çalışma yaşamındaki en temel sosyal diyalog enstrümanı olan toplu sözleşme mekanizmasının da ülkemizdeki durumu ortada. Toplu sözleşme mekanizmasının önündeki işyeri-işkolu barajı gibi engellerin de bir sonucu olarak Türkiye’de 100 işçiden sadece 7’si toplu sözleşme hakkından faydalanabilmektedir.
Günümüzde ekonomik dengesizlikler, enflasyonun yükselmesi, işsizliğin artması çalışanların yaşam koşullarını olağanüstü şekilde kötüleştirmiştir. Bu nedenle toplu sözleşmelerin ve asgari ücret düzenlemelerinin önemi artmıştır. Çalışanların satın alma gücünü yükseltecek, emekçilerin gelir dağılımından aldığı payı arttıracak adımlara ve toplu sözleşme uygulamalarına ihtiyaç vardır. 2020 yılı asgari ücretinin de gerek kapsam gerekse düzey olarak bu sorunlara çözüm bulabilecek bir şekilde belirlenmesi zorunludur. Grup sözleşmeleri ve taşeron işçilere kadro verilmesi gibi düzenlemeler de çalışanların güvenceli işlere kavuşması açısından büyük önem taşımaktadır. Taşeron işçilik sorununun çözümü için artık hiçbir oyalama yapmaksızın gecikmeden adımlar atmalıyız.
Kıdem tazminatına yönelik tartışmalar işçiler arasında endişeler yaratmaktadır. Kazanılmış haklarımızın ortadan kaldırılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Sosyal diyalog mekanizmaları kazanılmış hakların ortadan kaldırılması için kullanılamaz. DİSK olarak iş güvencemizin ayrılmaz bir parçasını oluşturan kıdem tazminatı hakkımızın geriletilmesini değil daha sağlam temellerde süreklilik kazanmasını talep ediyoruz.
Sosyal diyalogun başlıca şartlarından biri taraflar arasında eşitliktir. Ancak Türkiye’de işçilerin güçleri sistematik olarak sınırlandırılmaktadır. İşçilerin en önemli gücü üretimden gelen güçleridir. Ancak Türkiye’de anlaşmazlık durumunda grev hakkını kullanmak mevzuatla oldukça güç hale getirilmiştir. Tüm mevzuat engellerini aşıp grev hakkını kullanan işçilerin karşısına da grev ertelemeleri çıkarılmaktadır. Fiilen yasaklama anlamı taşıyan grev ertelemeleri ile işçi sınıfı güçsüzleştirilmekte, böylece diyalog yerini monoloğa bırakmaktadır. Bir tarafın eli kolu bağlıyken diğer tarafa olabildiğince serbestlik tanınan bir ortamda sosyal diyaloğun gelişmesi beklenemez ve nitekim de gelişememektedir.
Bu bağlamda toplantı gündemine alınan kadın (toplumsal cinsiyet), engellilik, çocukluk, yaşlılık ve çevreye ilişkin sorunların son derece önemli olduğunu ve çalışma hayatının tarafları olarak bizlerin de bu konularda politikalar üretmemiz ve rol almamız gerektiğini düşünüyoruz. Ancak temel olarak bütün bu sorunların sosyal devleti yeniden oluşturup güçlendirerek çözülebileceğini de ifade etmek istiyorum. Ülkemizde uzun yıllardır gündeme alınmayan ama anayasal bir zorunluluk olarak varlığını sürdüren sosyal devlet olgusu günümüzün en önemli sorunudur. Dolayısıyla bu toplantının gündemini oluşturan konular ile toplumun tüm güçsüz kesimlerinin geleceğini güvenceye bağlayabilecek toplumsal politikaların oluşturulması için sosyal devletin kurumsallaştırılması zorunludur.
Çalışma hayatının üç tarafının çok uzun bir zamandan sonra bir araya geleceği böyle bir toplantıda, az önce bahsettiğim örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere temel sorunlara değinilmemesi eksiklik olacaktır.
Taraflar örgütlenme özgürlüğüne saygı gösterilmesi ve bu yönde yaşanan sorunların çözülmesi konusunda mutabık olduklarını vurgulamalıdır. Bireysel sendika özgürlüğü ile kolektif sendika özgürlüğü konusunda uluslararası kabul görmüş kurallara, ILO standartları (87 ve 98 sayılı sözleşmeler) uygun davranma işçi, işveren ve hükümet taraflarınca bu toplantı vesilesiyle teyit edilmelidir.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 8 temel sözleşmesi ve diğer pek çok sözleşmesi ile güvence altına alınan, ülkemizde çeşitli yasal düzenlemelerle güvence altına alınmış ancak uygulamada ciddi sorunlar yaşanan bazı temel konularda da tarafların mutabakat açıklamasını önemsiyoruz.
Bunlardan birisi “İstihdamda ayrımcılık yasağı ve eşit işlem ilkesi”dir. İstihdama erişimde, istihdamda ve istihdamın sona ermesinde her türlü ayrımcılığın sona erdirilmesi ve eşit işlem ile ilgili olarak yasal eksikliklerin tamamlanması ve uygulama sorunlarının çözülmesi konusunda mutabakatı önemsiyoruz.
Bir diğer yaşamsal konu da “Güvenli çalışma/işçi sağlığı ve güvenliği”dir. Ülkemiz çalışma yaşamının en yakıcı ve kanayan sorunlarından biri iş kazası ve meslek hastalıkları sonucu işçi ölümleridir. Biz bunları cinayet olarak adlandırıyoruz. Sosyal tarafların üzerinde mutlaka uzlaşması gereken konulardan birinin “çalışırken ölüm” olgusuyla mücadele olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle tüm çalışanlar için sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı yaratılması konusunda daha yoğun bir işbirliği yapılması, toplu iş sözleşmelerine bu yönde düzenlemeler konulması yaşamsal öneme sahiptir.
Kuşkusuz sosyal taraflar arasında bir dizi konuda farklılıklar söz konusu olacaktır. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz sorunlarda bir mutabakat olmaksızın diğer konulardaki mutabakat ilerletici olmayacaktır.
Genele dair bu değerlendirmelerin ardından toplantı gündemindeki başlıklarına ve bize iletilen sorulara dair DİSK’in görüş ve önerilerini aktarmak istiyorum.
Konfederasyonumuz üyesi sendikaların yaklaşın 200 bin üyesi var. Üyelerimiz başta büyük şehir belediyeleri olmak üzere metal, lastik, tekstil ve hizmet sektöründe önce gelen kurumlar ve firmalarda çalışanlardır.
İstihdam açısından kırılgan ve dezavantajlı gruplara, çalışma yaşamında ve toplu iş sözleşmelerinde özel önem verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kadınlara ve yaşlılara dönük ayrımcılığı önleyici düzenlemeler toplu iş sözleşmelerine mutlaka konulmalıdır. Çocuk işçiliğin sona erdirilmesi tüm tarafların tereddütsüz işbirliği yapacağı bir alan olmalı.
Kadınların ekonomiye katılmaları konusunda DİSK ne yapabilir? Kadınlara uygulanan şiddet ile ilgili DİSK nasıl bir açılım sağlayabilir?
DİSK düzenli olarak yayınladığı işsizlik, istihdam raporlarında ve kadın emeği raporlarında kadınlar için adil olan çalışma sistemi üzerine tespitlerini ve önerilerini sunmaktadır. Bu önerilerin arasında “kadınlar için istihdama katılımı güçlendiren ve cinsiyet eşitliğini gözeten sosyal politika uygulamalarının düzenlenmesi gerektiği” yer almaktadır. Kadınların ekonomiye katılmaları ile ilgili en önemli çözüm yollarından biri kamu politikalarının hayata geçirilmesidir. TÜİK’e göre sadece 2018’de 20 milyondan fazla kadın ailesel sorumluluklar ve ev işleri gibi nedenlerle çalışma hayatına katılamamaktadır. İstihdamda olan kadınlar ise güvencesizlik tehlikesiyle karşı karşıyadır. Her 10 kadından 4’ü kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Özellikle kreş hizmetleri, gündüz bakım evi, hasta ve yaşlı bakım evleri ile diğer çocuk bakımı ile ilgili düzenlemeler başta olmak üzere, kamusal hizmetler geliştirmeli ya da teşvik edilmeli, işverenler kreş yükümlülüklerini yerine getirmeli, toplu iş sözleşmelerine kreş ve çocuk bakım desteğine ilişkin hükümler konmalıdır. Toplumsal cinsiyet eğitimleri üye sendikalarımızın çalışmalarında giderek daha fazla yer alıyor. Toplu iş sözleşmelerine toplumsal cinsiyet ayrımcılığını önleyici hükümler konmalıdır.
Kadına karşı şiddette yargının durumu şiddeti teşvik eder duruma gelmiştir. Kadına karşı şiddet davalarında, cezanın ertelenmesi ve serbest bırakma eğilimleri, iyi hal indirimi gibi cezasızlığa neden olan kararlar artarak devam edilmektedir. Şiddetin olağan bir vaka olmadığı algısının yerleştirilmesi, şiddete ve tacize devletin hiçbir kurumu tarafından bahane üretilmemesi şarttır. Öncelikle vakalar üzerinde sorumluluklarını Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı üstlenmeli ve vakaların, davaların takipçisi olmalı; süreci izleyebilmek bakımından kadına karşı şiddet konusunda düzenli olarak veri üretmelidir. DİSK, kadınların şiddete uğramasını beklemeden, toplumun her alanında cinsiyetçi, şiddeti meşrulaştıran ve olağanlaştıran uygulamaların ve düzenlemelerin, medyadan, yargıya ve eğitim sistemine kadar yeniden gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi konusunda ortak çalışmalar yürütmeye hazırdır.
İşyerinde cinsiyet temelli ayrımcılığın ve şiddetin sona ermesi için taraflar birlikte çalışmalıdır. Türkiye ILO tarafından bu yıl kabul edilen 190 sayılı İşyerinde Şiddet ve Tacizle Mücadele Sözleşmesini vakit geçirmeksizin onaylamalıdır.
Kadınların çocuk ve yaşlı bakımı gibi üstlendikleri çeşitli aile sorumluluklarının, geçerli bir işe son verme nedeni oluşturmamasına dönük düzenlemeler yapılmalıdır.
İşyerlerinde kadına yönelik şiddet ve taciz vakalarında içinde kadınların da yer alacağı bir denetim ve soruşturma mekanizması oluşturulmalıdır.
DİSK’in çocuklara ve onların geleceğine bakış açısı nedir? Hangi alanlarda desteğe ihtiyaçları olduğunu düşünüyorsunuz?
Çocuklar ülkenin ve insanlığın geleceğidir. O yüzden çocukluklarını yaşayarak ve iyi bir eğitim alarak yetişmeleri esas meselemiz olmalıdır. Ülkemiz eğitim sisteminin yap-boz tahtasına dönmüş olmasından en büyük zararı çocuklar ve aileleri görüyor. Eğitim daha ilkokul çağından başlayarak eşitsizlik üretiyor. Aynı düzeydeki okullar arasında devasa farklar var. Eğitim giderek bir sosyal mobilite aracı olmaktan çıkıyor. 12 yıllık kesintisiz temel eğitim bütün çocukların hakkıdır. Eğitimde eşitlik, bilimsellik ve nitelik en önemli önceliğimizdir. Toplu iş sözleşmelerindeki eğitimle ilgili ödeneklerin gerçekçi düzeye yükseltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Temel eğitimde çocuklara çalışma yaşamına ve toplumsal örgütlülüğe ilişkin derslere yer verilmeli. Sosyal bilgiler derslerinde çalışma yaşamı, çalışma, emek, sendika gibi konular yer almalı. Her ne ad altında olursa olsun çocuk işçiliğinin sona erdirilmesini istiyoruz. DİSK çocukların çalıştırılmasına kesinlikle karşıdır. 15-18 yaş arası da uluslararası standartlara göre çocuktur. DİSK’e göre gençlerin ve çocukların 12 yıllık temel eğitim sırasında çalıştırılması doğru değildir. Çırak ve stajyer çalışmaları ucuz işgücü kullanımına dönüşmektedir. Bunun önüne geçilmelidir.” Stajyer ve iş öğrenmek amacıyla işbaşı eğitim alanlara adil bir ücret sağlanmalıdır. DİSK 20 yaşın altında çalışmak zorunda olanların yıllık izinlerinin en az dört hafta olmasını talep etmektedir.
Yaşlıların sayısı ve nüfusumuzun içindeki oranı artıyor. Bu kapsamda DİSK kendi etki alanında nelerin öncelikle ele alınmasını öngörmektedir.
Yaşlıların oranı nüfus içinde artıyor. Öte yandan yaşlılık dönemi de değişiyor. Ömürlerinin önemli bir bölümü çalışma hayatının yıpratıcı koşullarında geçen çalışanların nitelikli bir yaşlılık sürmeleri temel haklarıdır. Günümüzde 65 yaşa kadar yükseltilme planı olan emeklilik yaşı mutlaka düşürülmeli ve yaşlıların yaşam koşullarını iyileştirecek önlemler gündeme getirilmelidir. Yaşlılara dönük ayrımcı işyeri uygulamalarına son verilmelidir, aksine pozitif ayrımcılık politikalara hayata geçirilmelidir.
Emeklilerin sendika kurmaları ve sendikalara üye olmaları önündeki engelleler kaldırılmalıdır. Emekli aylıkları ve gelirleri insanca bir düzeyde olmalıdır. Devlet, emeklilerin yaşamlarının geri kalanında insanca yaşamalarını sürdürmelerinden, başta sağlık olmak üzere sosyal güvenlik haklarından sorumludur. Sosyal güvenlik sisteminin Anayasanın emredici düzenlemelerine, sosyal devlet ilkesine uygun biçimde emekliliğe erişimi kolaylaştıracak ve emeklilerin insanca yaşamasını sağlayacak şekilde değiştirilmesini istiyoruz.
2 milyonu aşan engelli vatandaşımızın olduğu ülkemizde onlara destek olmak ve yaşamın içinde güçlü bir şekilde durmalarını sağlamak için DISK nasıl destek olabilir.
Üzülerek söylemek zorundayız ki ne toplumda ne de çalışma hayatında engelliler konusu, olması gereken yerde değildir.
Çalışma hayatında engellilerin çok az yer almasının görülebilen en önemli nedeni onların çalışma hayatına katılımı için yeterli koşulların oluşturulamamasıdır.
Fabrikalardan başlayarak, yönetim binalarına, mağazalara kadar çalışma ortamlarının çoğunlukla engellilerin çalışması için yeterli koşulları taşımadığı en başta gelen şikayetler arasındadır.
Bu olumsuz çalışma koşullarına, ayrıca işyerlerindeki servis araçları dahil ulaşım sistemlerinin getirdiği sorunları da eklediğimizde, çalışmak isteyen engellilerin isteğini hemen tümüyle yok edecek nitelikte engeller çıkmaktadır.
Bu görülebilen engellerin yanı sıra insan davranışları gibi somut olarak gösterilemeyen diğer engellerinde bulunduğu açıktır.
Konfederasyonumuz, sendikal alanda engelliler sorununa eğilen ilk örgüt olma özelliği taşımaktadır. Konuyu sadece ülke gündemine almakla da yetinmemiş, uluslararası alana da taşımıştır. Türkiye-AB Karma İstişare Kurulu üyesi olarak Türkiye’deki engelliler konusunda bir rapor hazırlamış ve bunu hem Hükümet hem de Avrupa Birliği yetkililerinin dikkatine sunmuştur.
Bu konudaki somut önerilerimizi sıralarsak:
- İşyerinde iş kazası geçirmesi veya meslek hastalığı nedeniyle çalışmakta olduğu işi fiilen yapamayacak durumda olduğunu ilgili mevzuat hükümlerine uygun Sağlık Kurulu Raporu ile belgelenen üyelerin iş sözleşmeleri sona erdirilmemelidir. Bu işçiler durumlarına ve raporlarına uygun başka bir işte eski ücretleri ile; akord esasına göre çalışanlar ortalama günlük ücretleriyle; teşvikli ücret esasına göre çalışanlar ise garanti ücretleri üzerine 3 aylık ortalama teşvik ücretlerinin ilavesiyle bulunacak ücrete göre çalıştırılmalıdır.
- Yetkili Sağlık Kurullarından yapmakta oldukları işe göre daha hafif bir işte çalışabilir raporu alan işçilere de yukarıdaki uygulama yapılmalıdır.
- Az önce sayılan durumda bulunan üyelere uygun iş verilmez ya da kendileri çalışmak istemezlerse, toplu iş sözleşmesi uyarınca kazanmış oldukları kıdem tazminatına ek olarak, (hizmet sürelerine bakılmaksızın) her yıl için 15 günlük brüt ücretleri tutarında engelli ödeneği verilmelidir. Bu kapsamdaki üyeler kıdem tazminatına hak kazanmamış iseler kendilerine sadece engelli ödeneği verilmelidir.
- Engelli işçilerin işlerini en iyi şekilde yapabilmeleri ve tüm olanaklardan yararlanabilmeleri için gerekli tedbirler kuşkusuz işveren tarafından alınır. İşveren engelli işçilerin 5825 sayılı Yasa ile onaylanan Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi ve diğer mevzuattaki haklarına saygı göstermeli, yükümlülüklerinin gereklerini yapmalıdır.
Ülkemizin en kıymetli varlığı olan ve gelecek nesiller için sorumlu olduğumuz ÇEVRE konusunda DISK sahip olduğu imkanları hangi alanlarda kullanım için mutabakat sağlayabilir?
Son günlerde hükümetlerin, uluslararası kuruluşların ve sivil toplumun en çok konuştuğu konu: İklim Krizi. İklim krizini dünya siyasetinin gündemine sokan Greta Tunberg ve arkadaşlarının okul grevleri oldu. Ama konunun genç yoldaşımız Greta’nın kişisel bir sorunu olmadığını kabul etmeliyiz
Küresel İklim Adaleti Hareketi on yıllara varan bir kültürel ve siyasal birikimin üzerine inşaa edildi ve bugün dünyanın bütün kıtalarında geniş kitlelerin katıldığı bir olgu haline geldi. Özensiz ve ciddiyetsiz tartışmalar yapılırken gezegenimiz geri dönüşü olmayan bir yokoluşa sürüklenmeye devam ediyor.
ITUC’un meşhur bir sloganı var. “Ölü Bir Gezegende İstihdam Olmaz” Ölü bir gezegende istihdam olmaz, toplu sözleşme, ücret pazarlığı olmaz… Ölü bir gezegende yatırım da olmaz. Fabrika da açılmaz.
İklim Krizini ve diğer ekoloji sorunlarını endüstriyel ilişkilerin gündemin almalıyız. Bütün sosyal diyalog mekanizmalarını bu korkunç gerçekliğe göre yeniden düzenlemeliyiz.
Dünyanın pek çok ülkesinde işyeri sendika temsilcisinin yanı sıra iklim ve ekolojiden sorumlu seçilmiş sendika temsilcileri var. Bu temsilciler işyeri yönetimiyle birlikte işyerinin veya işkolunun enerji, atık yönetimi, karbon salınımı, geri dönüşüm vb alanlardaki politikaları üzerine çalışıyor.
Türkiye’de sendikaların bu konuları talepleri arasına alması için zaman geldi de geçiyor. Şirket yönetimlerinin ve işveren örgütlerinin de bu konuları ekonomik ve idarigf olarak acilen değerlendirmeye alması gerekiyor.
Biz sendika eğitimlerimizde daha çok ekonomi, sosyal haklar, hukuk, tarih ve İSG derslerine ağırlık veriyoruz. Bundan sonra bütün bu konuları ekoloji perspektifiyle yeniden düzenlememiz gerekiyor.
Küresel İklim Hareketi’nin “İklim Adaleti” ve “Adil Dönüşüm” sloganı sendikalar için özel önem taşıyor. Çünkü iklim mücadelesi aynı zamanda bir adalet ve demokrasi sorunudur. İşyerlerimizi, toplu sözleşmelerimizi ve mücadele programımızı iklim krizini durduracak biçimde yeniden düzenlemeliyiz.
Tüm dünyada sendikalar enerji politikalarının demokratikleşmesini, halkın karar mekanizmalarına katılmasını savunuyor. Bir avuç seçkinin çıkarını değil doğayı ve halkın ihtiyaçlarını dikkate alan politikalar hayata geçirilmelidir. Halk için temiz ve sürdürülebilir enerji sağlanması temel taleplerimiz arasında yer almaktadır.
“Sıfır karbon” ekonomisine geçerken, fosil yakıtların tüketimine son verirken işçi haklarının zarar görmesini kabul etmiyoruz. Bir yandan doğayı tahrip ederken diğer yandan yeşile boyalı sosyal sorumluluk projeleri yürüterek iklim krizine çare üretemeyiz. Enerji ve doğal varlık yönetiminde demokratikleşmeye dayalı yeni bir ekonomik model mümkün ve zorunludur.
Türkiye hükümeti, imzaladığı Paris Anlaşması’nı acilen, meclisten geçirerek, Birleşmiş Milletler çatısı altında taraf olmamış 12 ülkeden biri olma utancından kurtulmalıdır.
İklim Krizinin yanı sıra doğaya zarar veren, tarihsel mirası yok eden madencilik faaliyetleri, inşaat ve enerji projeleri sosyal diyalog mekanizmalarının gündemine gelmelidir. Kazdağları’ndan Hasankeyf’e, Ege’deki orman yangınlarından Karadeniz’deki sel baskınlara kadar pek çok ekolojik kıyım ve felaketi artık gündemimize almalıyız.