“İkinci Yüzyılda Emek Eksenli Yeniden Kuruluş”
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ve DİSK’in de sekiz aydır çalışmalarına katıldığı İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin “Çoğunluğa ve Birliğe Davet” başlıklı son oturumunda Genel Başkanımız Arzu Çerkezoğlu “İkinci Yüzyılda Emek Eksenli Yeniden Kuruluş” başlıklı bir konuşma yaptı.
Kongre’nin kapanış oturumuna DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, DİSK Genel Başkan Yardımcıları Remzi Çalışkan ve Alaaddin Sarı, DİSK Yönetim Kurulu üyesi Seyit Aslan, DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı ve DİSK üyeleri katıldı.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu salondaki DİSK’lilerin “İnadına Sendika, İnadına DİSK”, “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganlarıyla kürsüye çıktı.
“…Her şeyi ama her şeyi sermayenin sınırsız ve sorumsuz kar maksimizasyonu hedefine tabi kılınca, özetle memleket adeta bir şirket gibi yönetilince karşı karşıya kalacağımız acı hakikatin bu olacağını yarım asırdır söylüyoruz”
Tamamı için 🔽https://t.co/0lhZ0AkLLz pic.twitter.com/zEplKt719d— DİSK (@diskinsesi) March 21, 2023
Mevcut düzenin ekonomik, ekolojik ve siyasi krizlerini, bu krizlerin yarattığı yıkım karşısında işçi sınıfının “emek eksenli yeniden kuruluş” iradesini ortaya koyan Genel Başkanımız Arzu Çerkezoğlu, konuşmasını 15 Mart 2023 tarihli DİSK Başkanları Kurulu’nun sonuç bildirgesiyle noktalarken DİSK Yönetim Kurulu üyeleri, sendikalarımızın genel başkanları, yöneticileri ve üyeleri sahneden kongreyi selamladı.
“14 Mayıs’a kadar işyeri işyeri, meydan meydan, sokak sokak anlatacağımız hakikat ve yapacağımız çağrı nettir: Başkanlık düzeni işçiye, halka, memlekete zararlıdır ve bu nedenle başta işçi sınıfı olmak üzere halkımızın iradesiyle değiştirilmek zorundadır; değiştirilecektir” pic.twitter.com/qjayvNwrJx
— DİSK (@diskinsesi) March 21, 2023
Genel Başkanımız Arzu Çerkezoğlu’nun “İkinci Yüzyılda Emek Eksenli Yeniden Kuruluş” başlıklı konuşmasının tamamı:
KONUŞMADAN NOTLAR:
“Bu düzen iflas etti”
Hani “zamanın ruhu” denir ya, 100 yıl sonra bugün de hem dünya hem ülkemiz, yeniden bir çağ değişiminin eşiğinde bu kongreyi yapıyoruz…
Artık bu sistemin işçi sınıfına, emekçilere, kadınlara, gençlere, tüm dünya halklarına vaat edeceği hiçbir şey kalmadı.
Eşitsizliklerin alabildiğine arttığı, iklim değişikliğinden, su krizi, gıda krizi, enerji krizine, sağlığın eğitimin sosyal güvenliğin özelleştirilmesinden işsizliğe kadar yıkıcı sonuçlarını yaşadığımız bu düzen artık iflas etti.
Gezegeni, doğayı, çevreyi dikkate almayan, insanı değil piyasayı önceleyen üretim modeli tüm dünyada çöktü. Artık tüm dünya ve uluslararası sendikal hareket “yeni bir toplumsal düzen”in şart olduğunu görüyor…
Ülkemiz açısından çok ama çok acılı, kederli, yaralı, hüzünlü ama bir o kadar da kararlı, umutlu ve heyecanlı bir tarihsel andayız…
Kararlılığımız, deprem felaketinin 85 milyon insanımızın yüreğinde açtığı yaraların derinliğinden geliyor….
Umudumuz, hayatı her gün ama her gün yeniden üreten ellerimizden alıyor gücünü…
Ve heyecanımız, bugün bu topraklarda, tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi “yeni bir ülke kurmanın” tarifsiz coşkusu ve gururuyla büyüyor…
Sizleri, DİSK olarak bir kez daha, bu coşkuyla, umutla, sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz….
“Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken ülkemiz için bir karar anındayız”
Kongreye sunduğumuz konuşma başlığımız “İkinci yüzyılda emek eksenli yeniden kuruluş”
Evet, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken ülkemiz için bir karar anındayız…
İzninizle önemli bir metinden iki paragraf okuyarak devam etmek istiyorum:
“Bir yandan yaklaşık yarım yüzyıldır Cumhuriyet fikrinin tüm dayanaklarını ortadan kaldıran neoliberal yıkım stratejisi, diğer yandan bu stratejinin bir sonucu olarak ortaya çıkan otokratik tek adam zihniyeti ülkemizi bir enkaz altında bırakmış durumda.
Bu enkazın altında kalmamak için tek yolumuz var: Cumhuriyet’i kendi anlamına uygun biçimiyle, yani halk egemenliğiyle yeniden kurarak, laik, sosyal ve demokratik bir hukuk devleti niteliğine gerçekten kavuşturarak geleceğe taşımak”
Bu ülkenin enkaz altında bırakıldığını anlatan bu satırlar yaşadığımız deprem felaketinin ardından kaleme alınmadı. Bu satırlar geçtiğimiz 29 Ekim’de DİSK olarak açıkladığımız “İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi”nden…
O tarihte bu ifadeleri belki de “abartılı” bulanlar olmuştur. Ancak maalesef arka arkaya yaşadığımız felaketlerin ve bizi sarsan acı hakikatlerle yüzleşmemizin ardından artık sanırım hiçbirimiz “eskisi gibi olmayacağız”, eskisi gibi düşünemeyecek ve en önemlisi de bu ülkenin “eskisi gibi” yönetileceğini savunamayacak. Doğal olarak iktisat da eski iktisat olmayacak, olamayacak. Yani neyin üretileceği, nasıl üretileceği ve nasıl bölüşüleceği de eskisi gibi belirlenemez, belirlenemeyecek.
“Memleket adeta bir şirket gibi yönetilince karşı karşıya kaldığımız acı hakikat”
Evet bugün, içinden geçtiğimiz felaket günlerinde bile asırlık dayanışma kurumlarımızın çadır sattığı zihniyetin arkasında “gölgesini satamadığı ağacı kesen” bir düzen vardır. Her şeyi ama her şeyi özelleştirince, serbest piyasanın vahşi kurallarını dokunulmaz kılınca, sosyal devletten uzaklaşıp, sosyal politika “yardım faaliyetine” indirgenince, her şeyi ama her şeyi sermayenin sınırsız ve sorumsuz kar maksimizasyonu hedefine tabi kılınca, özetle memleket adeta bir şirket gibi yönetilince karşı karşıya kalacağımız acı hakikatin bu olacağını yarım asırdır söyledik, söylüyoruz.
Bugünlerde altından çıkmaya çalıştığımız, siyasi enkazın da ekonomik enkazın da depremdeki enkazın da sebebi bellidir: Bugün üzerimize çöken sermayenin en vahşi egemenliği, yani neoliberal yıkım stratejisidir.
Bugün İzmir İktisat Kongresini yarım asırlık bir masalın sonunda, neoliberalizmin çöküş sürecinde ve bu çöküntünün tahribatını en ağır yaşayan ülkelerden birinde topluyoruz.
Önce şu 40 yıllık hikâyeye hep beraber bir bakalım:
40 yıldır bize aynı masal anlatılıyor: Piyasanın üstünlüğü masalıyla, sermayenin tüm uzlaşma ve diyalog masalarını tek taraflı olarak dağıtmasının bedelini ödüyoruz.
40 yıldır tüm dünyada işçi sınıfı büyürken, ücretli emek yaygınlaşırken; işçileşme (proleterleşme) toplumun çok geniş bir kesimini içine alarak genişlerken, ücretlilerin, yoksul halkların toplumsal zenginlikten aldığı pay azalıyor. Dünya servetinin küresel, toplumsal ve sınıfsal dağılımında da ciddi bir çarpıklık yaşanıyor.
40 yıllık neoliberalizm ve kapitalist küreselleşme süreci işçi sınıfının iki asırlık mücadelesi ile elde ettiği sosyal, ekonomik ve sendikal hakları tahrip etti. Emeğin hakları dünyanın neredeyse her yerinde saldırıya uğradı.
Kamu ekonomisinin ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi sonucunda emekçilerin sosyoekonomik kazanımlarında ciddi kayıplar yaşanırken kamu kaynakları sermayeye aktarıldı.
Sosyal haklar budandı, çalışma hayatı güvencesiz, esnek ve eğreti hale geldi. Sendikal haklar sanayileşmiş Kuzey ülkeleri de dahil olmak üzere büyük bir erozyona uğradı.
Özetle bu politikaların sonuçları dünya ve Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için yıkım oldu. Üstelik bu yıkıma insanlığı ve tüm canlıları tehdit eden ekolojik kriz de eşlik etti. O nedenle ikinci yüzyılın İktisat Kongresi’nde diyoruz ki; bugün bir paydaşımız daha var: DOĞA…
Yetmedi, emperyalistlerin yürüttüğü savaşlar sonucu yerinden yurdundan edilen mülteciler ile büyük bir insanlık krizi yaşandı.
İnsanlık bu ağır bedelleri öderken vaat ve iddia edilenin aksine gezegenimize demokrasi gelmedi. Tersine bu politikalar varlığını sürdürmek için otoriter rejimlere yöneldi.
“İkinci yüzyılın eşiğindeki cumhuriyetin tüm dayanakları, tüm taşıyıcı kolonları tek tek tahrip edidi”
Bu süreç emeğin haklarının ve demokrasinin tahrip edilmesine yol açtı. Siyasal haklar giderek daha fazla baskı altına alındı. Hukukun üstünlüğü yerini piyasanın üstünlüğüne bırakmaya başladı.
Bu sürecin Türkiye’deki hikayesini de hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz…
Ülkemizde de neoliberal yıkım stratejisi ile nispi sosyal devlet yok edildi, sosyal politika olabildiğince zayıflatıldı, kamusal olan ne varsa yağmalandı ve en önemlisi bugün ikinci yüzyılın eşiğindeki cumhuriyetin tüm dayanakları, tüm taşıyıcı kolonları tek tek tahrip edidi.
Çalışma yaşamı sadece güvencesiz değil, güvenliksiz bir hal aldı. Çalışırken ölüm, iş cinayetleri muazzam bilimsel ve teknik gelişmeye rağmen azalmak bir yana, hızla arttı.
Sendikal haklar ağır baskılarla yüz yüze kaldı. Bunun sonucunda sendikalaşma ve toplu pazarlık kapsamı ciddi biçimde zayıfladı. Türkiye işçi sınıfının yüzde 90’dan fazlası sendikal korumadan yoksun bırakıldı.(…)
Bu ortam içinde gelir eşitsizliği artarken, ortalama ücretler asgari ücret düzeyine geriletildi. Ağır vergi yükü işçilerin gelirlerini aşındırdı. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak işçi sınıfı ve emekçiler finansal araçlar yoluyla daha fazla borçlandırıldı.
Sonuç olarak ülkemizde 24 Ocak ve 12 Eylül ile başlayan iktisadi açıdan liberal, siyasal açıdan otoriter ve baskıcı rejim geçmiş yarım asırda giderek kurumsallaştı. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalktı, tüm kuvvet tek kişide toplandı, denge ve denetleme mekanizmaları işlemez oldu. Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını tamamen yitirdi; uluslararası antlaşmalar bile bir kenara atıldı. Ve başkanlık rejimi adım adım hayata geçirildi. (…)
Başkanlık rejiminin sonuçları:
- Yüzde 15’ten -baskılanmış resmi rakamlarla bile- yüzde 55’e fırlayan enflasyon ile alım gücümüz hızla geriledi.
- Yüzde 70’e fırlayan gıda enflasyonu ile ekmeğimiz küçüldü.
- 5 TL’den 19 TL’ye yükselen dolar kuru ile yoksullaştık, Türkiye küresel sermaye için “ucuz işgücü cenneti” haline getirildi.
- Başkanlık rejimi boyunca 5,5 milyon işsize 3 milyon yeni işsiz daha eklendi.
- Ücretlilerin sayısı hızla artarken emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde 38’den yüzde 25’e düştü.(…)
İşçilerin grevlerini yasaklamakla övünen bir zihniyetle, her türlü hak arama mücadelesinin önüne baskılarla çıkan bir yönetim anlayışıyla bu düzenin çarkları zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmak üzere döndü.
Yani bugün ülkemiz için kritik bir karar anındayken, bu veriler de göstermektedir ki kurtulmak istediğimiz otoriter başkanlık rejimi yalnızca bir kişinin kötü yönetiminin ve kötü emellerinin ürünü değildir.
Bugün dünyanın her yerinde ortaya çıkan otoriter rejimlerin ve liderlerin tesadüfen aynı anda ortaya çıkmadığı gibi. Yaşadığımız 40 yıllık hikayenin sonuçlarıdır bunlar.
İşçi sınıfı olmadan cumhuriyet olmaz, demokratik bir cumhuriyet hiç olmaz!..
Bugün Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında “GELECEĞİ İNŞA” için bir aradayız… Geleceğin inşası, Cumhuriyet’in demokrasi ile taçlandırılması” ile olacaktır.
Demokrasi, 5 yılda bir gidip oy vermek değildir sadece. Demokrasi başta işçi sınıfı, kadınlar, gençler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin hayatın her alanında ve her anında söz ve karar sahibi olabilmesi, karar mekanizmalarına katılabilmesi ve bunun güvence altında olmasıdır demokrasi…
Nüfusunun dörtte üçünün ücret gelirleriyle yaşamını sürdürdüğü bir ülkede işçilerin, emeğiyle geçinenlerin yönetimde söz ve karar hakkının olması, demokratik bir cumhuriyet hedefine ulaşabilmek için zorunludur.
İşçi sınıfının söz ve karar sahibi olmasının yolu da örgütlü olmasından sendikalı olmasından geçer. Ama bugün benim ülkem, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Küresel İşçi Hakları Endeksi’nde dünyada işçilerin haklarının en kötü olduğu 10 ülkeden birisi.
Bugün 14 milyonu aşan sayıda işçi, yani kayıtlı işçilerin yüzde 90’ı herhangi bir sendikal korumaya sahip değil. Sayısı 15 milyonu aşan işçilerin yüzde 92’si ise toplu iş sözleşmesi hakkı başta olmak üzere sendikal haklarını kullanamıyor.
Her zaman söylediğimiz gibi, nüfusun büyük bölümünü oluşturan, ülkemizin tüm değerlerini ve güzelliklerini üreten işçi sınıfı olmadan cumhuriyet olmaz, demokratik bir cumhuriyet hiç olmaz!..
Büyük oranda işçileşmiş bu toplumu, dünyanın ucuz işgücü deposu olarak gören politikaların Türkiye’yi getirdiği yer ortada. Bu toplumu dünyadaki en uzun çalışma saatlerine, en düşük ücretlere, en örgütsüz çalışmaya, en çok ölümlü iş cinayetine mahkûm eden bu distopyaya mahkûm değiliz.
Biz DİSK olarak, bir avuç sermayedar ve zenginin yararına işleyen, toplum ve kamu yararını, toplumsal ve kamusal çıkarları ve en nihayetinde ekolojiyi tahrip eden, toplumsal kaynakları rant uğruna talan eden, tüm çarkları zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmak için dönen bu düzen yerine, insanı ve doğayı önceleyen toplumcu/kamucu politikaların uygulanmasını savunuyoruz.
İşçi grubunun buluşmalarında 8 ay boyunca bu politikalar üzerinde uzun ve detaylı çalışmalar yaptık. Burada tekrar etmeye gerek yok, işçi bildirgesinde okunacak birazdan. (..)
Meselemiz, “Türkiye için Demokrasi, Toplum için Ekonomi”
Ve esas olarak temel meselemiz demokratik bir Cumhuriyeti inşa etmektir. Yani en özet haliyle neyin üretileceğine, nasıl üretileceğine ve nasıl bölüşüleceğine halkın karar verdiği bir düzeni kurmaktır. Bunun da yolu örgütlü olmaktan, işçi sınıfı için sendikalı olmaktan geçmektedir. Yurttaşların dörtte üçünün ücretli çalıştığı bir ülkede işçilerin dışlandığı bir cumhuriyetin, sendikal hakların olmadığı bir demokrasinin olamayacağı açıktır.
Bu nedenle demokrasinin ve cumhuriyetin yeniden inşa edilmesinin başlangıç noktalarından birisi, sendikal hak ve özgürlüklerin ILO standartlarına uygun biçimde tanınması ve sendikal örgütlenme önündeki tüm engellerin kaldırılmasıdır. Ve bunu hep birlikte yapacağız.
Başta Anayasa ve yasalar olmak üzere sendikal örgütlenmeye dönük tüm engelleri ortadan kaldıracağız. Sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkının demokratik biçimde kullanımını hep birlikte sağlayacağız.
Yarım asır önce, “Tarihin sonu” diye ilan edilen sermaye ütopyası dünya için, insanlık için “felaket” getirmiştir.
- Katlanarak büyüyen gelir ve servet adaletsizliği;
- bitmeyen savaşlar,
- güvencesizleştirilen işçiler;
- gelecekleri çalınan gençler;
- özgürlükleri yok edilmek istenen kadınlar;
- işsiz kaldığında, yaşlandığında kısacası işgücünü satamadığı anda gözden çıkarılan büyük insanlık;
- iklim krizi başta olmak üzere doğanın talanıyla yok oluşa sürüklenen bir gezegen
- ve bu cehennemin zebanisi olarak boy gösteren diktatörler!
Tarihin bu döneminde, tarihin bu karar anında bir yol ayrımındayız sevgili dostlar…
Ya yarım asırdır gidilen yolun devamındaki karanlık tablo,
Ya da dünyanın her yerinde hakları için, adalet için, demokrasi için, barış için direnen, mücadele eden işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların dayanışması ve umuduyla büyüyen yeni, yepyeni, aydınlık bir gelecek…
İşte ülkemiz de tam bu yol ayrımında…
Ben de bugün sözlerime, konfederasyonumuz DİSK’in geçtiğimiz hafta yaptığımız Başkanlar Kurulu’nun sonuç bildirgesinden bir bölüm ile son vermek istiyorum:(…)
“14 Mayıs seçimlerinde vereceğimiz karar ülkemizi hangi Cumhurbaşkanı’nın yöneteceğinden, hangi parti veya partilerin iktidara geleceğinden ibaret değildir.
Bu sandık bizim için esas olarak işçilere zararlı olan, adaleti ve demokrasiyi ağır biçimde tahrip eden, ülkeyi bir şirket gibi yöneterek milyonları enkaz altında bırakan otoriter başkanlık sistemini değiştirmek için bölünmeden, parçalanmadan birlik olacağımız bir sandıktır.
14 Mayıs’a kadar işyeri işyeri, meydan meydan, sokak sokak anlatacağımız hakikat ve yapacağımız çağrı nettir:
Başkanlık düzeni işçiye zararlıdır, halka zararlıdır, memlekete zararlıdır ve bu nedenle başta işçi sınıfı olmak üzere halkımızın iradesiyle değiştirilmek zorundadır; değiştirilecektir!
14 Mayıs 2023 seçimleri geleceğimiz için ilk adımdır. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında ülkemiz yeni bir kuruluşun eşiğindeyken halkımızın özlemi bu sürecin demokratik bir yeniden kuruluş olarak tamamlanmasıdır.
“Cumhuriyet’in demokrasi ile taçlandırılması” olarak da ifade edilen bu süreç halkın geniş kesimlerinin yönetime etkin katılımı ile mümkün olacaktır.
DİSK Başkanlar Kurulu, Türkiye işçi sınıfını otoriter başkanlık düzenini değiştirmeye çağırmakta, öte yandan ülkemizin yeniden kuruluş sürecinde Türkiye işçi sınıfının ve DİSK’in etkin görevler üstlenmeye ve güçlü sorumluluklar almaya hazır olduğunu ilan etmektedir.”
Hep birlikte ayağa kalkıyoruz ve 1 Mayıs’ın coşkusuyla hep birlikte haykırıyoruz:
“Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir…”
Yurdumuzun mutlu günlerini hep birlikte getireceğiz, dayanışmayla kuracağız….
“Yurdumuzun mutlu günleri mutlak gelen günlerdir”.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun @iktisatkongre‘de yaptığı konuşmanın tamamı için 🔽https://t.co/0lhZ0AljB7 pic.twitter.com/BWeqWMk3sX— DİSK (@diskinsesi) March 21, 2023