Image Map

İşlevsiz kurumsal yapılar ve etkisiz mevzuat gölgesinde iş cinayetleri kâbusu sürüyor

DİSK Yönetim Kurulu üyesi, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Daire Başkanı Seyit Aslan’ın 28 Nisan Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü açıklaması

İşlevsiz kurumsal yapılar ve etkisiz mevzuat gölgesinde iş cinayetleri çalışanların kabusu olmaya devam ediyor. Sermayenin kâr ve kan üzerine kurulmuş düzeni vahşi biçimiyle sürüyor.

28 Nisan “Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü”ünde işçiler açısından yaşanan kara tablo giderek ağırlaşıyor. Her gün 3-4 işçi iş cinayetleri sonucunda hayatını kaybediyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) mevzuatı ve uygulamaları, işçiyi çalışırken korumuyor. Sermaye için işçinin canı ucuz.

2012 Haziran’ında şaşaalı biçimde çıkarılan 6331 sayılı Yasa, İSİG alanını piyasaya açarken, işyerlerinde değişen bir şey olmamıştır. 6331 sayılı Yasa’da, hizmet alımı ve teknik önlemlerle İSİG alanındaki sorunların çözülebileceği varsayıldı ama sorunlar daha da ağırlaşarak sürmeye devam etti.

Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi işlemez durumdadır. Türkiye ölümlü iş kazalarında Avrupa’da açık ara ilk sıradadır. Dünya’da ise üçüncü sırada yer aldığı ifade edilmektedir.

Belirtmek isteriz ki 2012 Haziran’ında kabul edilmiş olan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası emek ve meslek örgütlerinin mutabakatını sağlamadan çıkarılmıştır.

6331 sayılı Yasa’nın kendisi, işçileri korumaktan çok uzak olduğu gibi, işverenlerin ve piyasa aktörlerinin beklentilerine uygun çıkarılmıştır.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanının ekonomi-politiği, mevcut sermaye birikim rejiminin önünde engel teşkil etmeyen, aksine kendisi de birikim sağlayacak bir yapı olarak düzenlendi. Sonuç ortada: İş cinayetleri azalmak bir yana hızla yükseldi.

Yasa’nın çıktığı 2012 yılından günümüze, yapılan değişikliklere bakıldığında sermayenin aşırı üretim ve kâr için engel gördüğü her düzenleme ya gevşetilmiş ya belirsiz hale getirilmiş ya da sürekli ötelenmiştir. 11 yılda 6331 sayılı Yasa’da yapılan küçük ve büyük değişikliklerle bu yasa tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi yamalı bohçaya dönüşmüştür. İktidar işçi sağlığı ve iş güvenliği yasasında yaptığı değişikliklerle piyasanın gerekleri ne emrediyorsa ona göre yasayı yeniden değiştirmiştir.

Bu siyasal müdahalelerin yarattığı değişiklikler, yetkili kurumların denetim ve yaptırımlarını sürekli gevşetmekte, dolayısıyla engellemektedir. Sermayenin taleplerine uygun düzenlemeler böylesi işletmelerde denetim ve yaptırımları işlevsiz kılmış, dizginsiz sömürü ilişkilerinin de önünü açmıştır.

Denetimlerin ve yaptırımların caydırıcı olması için kurumsal kapasite güçlendirilmemiş, aksine işverenler lehine ve işverenlerin talepleri çerçevesinde düzenlemeler tercih edilmiştir. Çalışma Bakanlığı’nın yapısı parçalanmış, ilgili kurumlar etkisiz kılınmış durumdadır.

İktidar sermayenin istekleri doğrultusunda İSİG alanını tümden denetim dışı bırakmış, 2023 seçimlerine giderken işyerlerinde denetimler durdurulmuş, sermayenin istemiş olduğu gibi fabrikalar tümüyle dikensiz gül bahçelerine dönüştürülmüştür.

6331 sayılı Yasa öncesinde olduğu gibi sonrasında da işçiler iş cinayetlerinde ölmeye devam etti. 2004-2012 dönemine bakıldığında her yıl en az ortalama 1.365 çalışan yaşamını yitirmiştir. Yasa’nın çıkmasından günümüze kadarki süreçte ise bu ortalama yılda en az 1.500 ölüm düzeyine çıkmıştır. Var olan sorunlu sistem üzerine oturtulmaya çalışılan piyasa ilişkileri, trajik sonuçları derinleştirmiştir.

AKP’li yıllarda işçiler açısından işyerlerinin cehenneme döndüğü açıktır. AKP döneminde işçi ölümlerine SGK verileri üzerinden bakıldığında dahi 23 bin 911 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.

2012 yılında kendi veri toplama yöntemiyle istatistik açıklamaya başlayan İSİG İstanbul Meclisi verilerine, 2002-2011 SGK verilerini ekleyip bakıldığında AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002’den bugüne iş cinayetlerinde en az 30 bin 400 işçi yaşamını yitirmiştir.

Resmi verilerle İSİG verileri arasındaki fark da oldukça dikkat çekidir.

İş cinayetlerindeki kara tablonun yanı sıra meslek hastalıkları tanısı da tümüyle ortadan kaldırılmıştır. 2004 sistem değerlendirmesi raporunda meslek hastalıkları hastanesinin yokluğundan bahsedenlerin, gelinen süreçte var olan çok az sayıdaki meslek hastalıkları hastanelerini işlevsizleştirmesi, dönüştürmesi ve kapatması kabul edilebilir bir durum değildir. En son Süreyyapaşa Meslek Hastalıkları Hastanesi de bu anlayışın kurbanı olmuştur.

Meslek hastalığı tanısı koyma yetkisi verilmiş 150’ye yakın devlet ve üniversite hastanesi ise, meslek hastalığı tanı koyma sisteminin yokluğu nedeniyle işlevsiz bir haldedir. Özetle işçi ölümleri artmakta, meslek hastalıkları yok sayılmaktadır.

Siyasal iktidarın bu tutumuna paralel olarak sermayenin işyerlerindeki pervasızlığı şaşırtıcı değildir. En ufak bir hak mücadelesi, sendikal örgütlenme çalışması ya da İSİG alanındaki her talep acımasız bir saldırı ile karşı karşıya kalmaktadır.

“Ya çalışırsın ya da kapı orda” diye tehdit edilen işçilerin işsiz kalma korkusu, ellerini kollarını bağlamakta, onları çaresizliğe itmektedir.

6331 sayılı Yasa’da tehlike anında çalışmaktan kaçınma hakkı verilmişken, bunun çok az kullanıldığı görülmektedir. İşçiler bu haklarını kullanıldığında da işten atılma tehditleri ile karşı karşıya kalmaktadır.

Koşulları değiştirecek olan mücadeledir. İnsanca bir yaşam, insana onuruna yakışır bir iş istiyorsak bu alanda da örgütlenme ve mücadele azmimizi yükseltmemiz gerekmektedir.

Sendikal örgütlenmelerin işyerlerinde, fabrikalarda, işletmelerde etkin hale gelmesi, toplumsal bir denetim mekanizması işlevi kazanması artık yaşamsal önemdedir. Kapsam açısından kamusal niteliği olmayan, denetim ve yaptırımların yetersiz olduğu mevzuat uygulamaları karşısında yapılacak en önemli iş, kendimizi bu alanda tahkim etmek olacaktır.

“Kader” diyen, “fıtrat” diyen, “işçilerin güvensiz davranışları”ndan dem vuran yetkililere, bütün bu iş cinayetlerinden onların bu çökmüş sistemlerinin sorumlu olduğunu her yerde en etkili şekilde vurgulamak ve kamusal bir sistemin yaratılması için her türlü çabayı göstermek zorundayız.

Daha da önemlisi, ölü bedenler üzerinden, akan kan üzerinden bir kalkınma anlayışına son vermek zorundayız.

Bu nedenle sendikaların örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması şarttır. İSİG alanını temel örgütlenme alanı olarak ele alan sendikaların işyerlerinde örgütlülüğü hayati önemdedir.

Her sene 28 Nisan günü söylediğimiz gibi ölenlerin anısına saygı gösterilmesi, bugünün anlam ve önemine uygun olarak bugünün “yas günü” olarak anılmasıyla mümkün olacaktır.

ITUC ETUC