Image Map

Yüzyılın Emeği, Emeğin Yüzyılı: EMEĞİN YÜZYILINDA DEMOKRATİK, SOSYAL CUMHURİYET!

Yüzyılın Emeği, Emeğin Yüzyılı:

EMEĞİN YÜZYILINDA DEMOKRATİK, SOSYAL CUMHURİYET!

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken “Yüzyılın Emeği Emeğin Yüzyılı: Emeğin Yüzyılında Demokratik Sosyal Cumhuriyet” başlığıyla düzenlediğimiz etkinlikle “İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi”ni kamuoyuna açıkladık. 

31 Ekim 2023 Salı günü saat 19.00’da Ali Emiri Kültür Merkezi’nde yapılan etkinlikle DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun konuşması: 

Cumhuriyet ülkemiz için, bizler için tarihsel bir eşiktir. Ülkemiz için demokrasiye, halkımız için yurttaşlığa doğru atılmış ilerici, devrimci bir adımdır. Bugün, korumaya ve ilerletmeye çalıştığımız haklarımızın önemli bir referans noktasıdır.

Cumhuriyet’in 100’üncü yılı hepimize kutlu olsun.

Cumhuriyetin 100’üncü yılını kutlarken Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm kurucu kadroları, canı ve alınteri ile cumhuriyetin yükünü taşıyan emeği geçen herkesi saygı ve sevgiyle anıyoruz.

Evet, Cumhuriyet onların, adı sanı anılmayan, teba ve kul olarak kabul edilenlerin yurttaş olmasının, kendi kaderinde söz ve karar sahibi olmasının yollarının açılmasıdır.

Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı’nın başlangıcında Onlar’ı şöyle anlatır:

“Onlar ki toprakta karınca,

suda balık,

havada kuş kadar

çokturlar;

korkak,

cesur,

cahil,

hakim

ve çocukturlar

ve kahreden

yaratan ki onlardır,

destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Demir,

kömür

ve şeker

ve kırmızı bakır

ve mensucat

ve sevda ve zulüm ve hayat

ve bilcümle sanayi kollarının

ve gökyüzü

ve sahra

ve mavi okyanus

ve kederli nehir yollarının,

sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı

bir şafak vakti değişmiş olur,

bir şafak vakti karanlığın kenarından

onlar ağır ellerini toprağa basıp

doğruldukları zaman.

En bilgin aynalara

en renkli şekilleri aksettiren onlardır.

Asırda onlar yendi, onlar yenildi.

Çok sözler edildi onlara dair

ve onlar için:

zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,

denildi.”

Evet, bugün Cumhuriyet’in yüzyılını kutlarken Onlar’ın emeğini, “yüzyılın emeğini unutmayacağız. Cumhuriyeti kurma iradesini gösteren kurucu kadrolar yanında cumhuriyetin yükünü taşıyan emekçileri unutmayacağız. 

Ve bugün Cumhuriyet’in uğradığı tahribatın nedenlerini tartışırken Onlar’ın yenilgilerini de hatırlayacağız.

Evet, bugün Cumhuriyet’i, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet olarak yeniden inşa etmekten söz edeceksek Onlar’ın ağır ellerini toprağa basıp doğrulmasının yollarını arayacağız. 

Peki, kim Onlar? 

Onlar, yani biz… Yani bu salon… Yani işçiler, emekçiler, ücretle çalışanlar… 

Yani “bilcümle sanayi kolundan”, “bilcümle işkolundan işçiler; emekçiler…” 

Bu topraklarda üretilen, var edilen ne varsa, cumhuriyetin bütün değerlerini ve birikimlerini yaratan emekçiler…

Değerli mücadele arkadaşlarım,

Geçtiğimiz yıl bu tarihlerde, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının arifesinde DİSK olarak “İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi”ni açıklamıştık. O bildirgede Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı için işçilerin mücadele programının çerçevesini çizmiş, “Emeğin Türkiye’si için Demokratik ve Sosyal Cumhuriyet” hedefimizi ilan etmiştik.

Aradan çok değil, bir yıl geçti. 100 yıllık cumhuriyet serüveninde bir yıl kısa bir süre. 

Ancak bir yönden de o bir yıl çok önemli bir dönem. Çünkü biz o bildirgede “cumhuriyeti halk egemenliğiyle güçlendirmek ve geleceğe taşımak için”, cumhuriyetin tüm dayanaklarını ortadan kaldıran, deyim yerindeyse taşıyıcı kolonlarını yıkan egemen politikanın, siyasi iktidarın tercihlerinin değiştirilmesi gerektiğini ifade etmiştik.

Evet, geçtiğimiz bir yılda Cumhuriyet’in dayanaklarını tehdit eden egemen politikayı değiştiremedik. Ancak biz de değişmedik. Değerlendirmelerimiz, hedeflerimiz ve iddiamız da yerli yerinde duruyor. 

Aksine zaman bizi doğruladı. 

Bir kez daha söyleyelim: Nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve memleketin tüm değerlerini ve güzelliklerini üreten işçi sınıfı olmadan cumhuriyet olmaz, demokratik bir cumhuriyet hiç olmaz!

Bu yüzden bugün burada, Cumhuriyetin 100’üncü yılında bir yandan yüzyılın emeğini değerlendireceğiz;  öte yandan önümüzdeki yüzyılı “emeğin yüzyılı” olarak örgütlemek, ülkemizi “Emeğin Türkiye’si” olarak yeniden inşa etmek, demokratik ve sosyal cumhuriyet mücadelemizi büyütmek için irademizi ortaya koyacağız.

Cumhuriyet, özünde halkın egemenliğine işaret eder. Cumhuriyet ile egemenliğin kaynağı artık bir hanedandan, bir sülaleden gelmez, babadan oğula geçmez. Cumhuriyette egemenliğin simgeleştiği yer saraylar değil, meclislerdir. Egemenliğin kaynağı halktır.

Ancak ülkemizde bugün yaşanan gerçeklik maalesef bu tanımlardan uzaktır: 

Sermayenin giderek artan egemenliği, başta işçi sınıfı olmak üzere halkın geniş kesimlerini dışlayarak cumhuriyet fikrinin altını boşaltmıştır. 

Oysa işçi sınıfının sınırlı bir güce sahip olduğu, savaş ve yeniden kuruluş koşullarında dahi işçi hakları yönünde önemli kazanımlar sağlanmıştır.

Cumhuriyet’in kurucu kadroları daha Kurtuluş Savaşı günlerinden başlayarak bireysel işçi hakları için önemli adımlar atmıştır. 1921’de ülke işgal altındayken 151 sayılı Ereğli Kömür Havzası Maden İşçisi Kanunu çıkarıldı. 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunu bu önemli adımlardan bir diğeridir ve hükümlerinin ne kadar önemli olduğunu ve 90 yıl sonra bile Covid-19 pandemisiyle mücadele sırasında gördük.

1936 tarihli 3008 sayılı İş Kanunu ile tanımlanan asgari ücret, sosyal sigortalar ve kıdem tazminatı gibi işçi hakları, erken cumhuriyet döneminin önemli kazanımlarıdır. Bugün de iş hukukumuzun temel dayanaklarını oluşturmaktadır.

Bu döneminin kamucu ve halkçı yaklaşımları kendisini sanayileşme hamlesinde göstermiş ve bir tarım toplumu olan ülkemizin sanayileşmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır.

Cumhuriyet ile Kamu İktisadi Teşekkülleri, KİT’ler, kamu işletmeleri hem sanayileşmenin hem de yoksullukla mücadelenin önemli bir aracı olmuştur. 

Bireysel işçi hakları konusunda erken cumhuriyet döneminden itibaren adımlar atılmışsa da sendikal hakların güvence altına alınması 1961 Anayasa’sıyla mümkün olmuştur. Sendika hakkını tanımasıyla, grev ve toplu iş sözleşmesi gibi sendikal haklara anayasal bir statü kazandırmasıyla, 1961 Anayasası çalışma ilişkilerinde köklü bir dönüşüm getirmiştir. 

1960’lı ve 1970’li yıllarda yükselen sınıf ve sendika hareketi ile çalışma ilişkileri demokratikleşmiş ve bölüşüm ilişkileri düzelmiştir.

Kuşkusuz, yüz yıllık sürecin Türkiye İşçi sınıfı açısından en şanlı sayfalarından birisi bu dönemde DİSK’in kuruluşudur…  

İşçilerin bu önemli kazanımları özellikle 12 Eylül 1980’deki askeri darbeden bu yana işverenler ve dönemin iktidarları tarafından tırpanlanmak istenmektedir. Özellikle son 20 yılda erken cumhuriyet döneminde elde edilen kazanımlar bir bir yok edilmeye çalışılıyor.

Cumhuriyet fabrikalarının, kamu işletmelerinin, kamu arazilerinin neredeyse tamamı satılmış, Özelleştirmelerin yüzde 80’i son yirmi yılda, AKP döneminde gerçekleştirilmiştir. Yani yüzyılın emeğine, halkın birikimine büyük bir darbe vurulmuştur.

“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim

Akar suyun

meyve çağında ağacın

serpilip gelişen hayatın düşmanı

Bursa’da havlucu Recep’e

Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan’a düşman

Fakir köylü Hatçe kadına

Irgat Süleyman’a düşman

Sana düşman, bana düşman

Düşünen insana düşman

Vatan ki bu insanların evidir

Sevgilim onlar vatana düşman

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına

– çürüyen diş, dökülen et –

bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler

Ve elbette ki sevgilim elbet

Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya

Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla

Bu güzelim memlekette hürriyet!…”

Düzenin tüm çarkları, “emeği ucuzlatarak rekabet gücü kazanmak” için, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmak üzerine kuruldu. 

Çalışma hayatında güvencesizlik arttı. Esneklik uygulamaları ile işçi sınıfının kazanımları ve iş hukukunun temelini oluşturan koruyucu düzenlemeler zayıflatıldı. Öyle ki bugün, 2023 2. Çeyrek itibarıyla Türkiye’de çalışabilir 65 milyon kişiden yalnızca 22 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda yer alabiliyor.

Çalışma yaşamı sadece güvencesiz değil, güvenliksiz bir hal aldı. Çalışırken ölüm, iş cinayetleri muazzam bilimsel ve teknik gelişmeye rağmen azalmak bir yana, arttı; bu durum, dini değerler bile çarpıtılarak “kader” olarak sunuldu.

Mezarda emekliliği dayatan, emeklilikte insanca yaşamayı imkansız hale getiren, kıdem tazminatına göz koyan politikaları yaşama geçirmek için olağanüstü çabalar harcandı.

Sadece gelirde değil, vergide de büyük bir adaletsizlik yarattılar. İşverenlerden, şirketlerden, zenginlerden vergi almayan, alamayan, dönüp dolaşıp işçinin cebine el atan bir vergi düzeni kurdular. 

“İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

 Avrupalım, Amerikalım benim,

 uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,

 ellerin gibi tez kandırılır,

 kolay atlatılırsın…

 İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

 antenler yalan söylüyorsa,

 yalan söylüyorsa rotatifler,

 kitaplar yalan söylüyorsa,

 beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,

 dua yalan söylüyorsa,

 ninni yalan söylüyorsa,

 rüya yalan söylüyorsa,

 meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,

 yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,

 söz yalan söylüyorsa,

 ses yalan söylüyorsa,

 ellerinizden geçinen

 ve ellerinizden başka her şey

 herkes yalan söylüyorsa,

 elleriniz balçık gibi itaatli,

 elleriniz karanlık gibi kör,

 elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,

 elleriniz isyan etmesin diyedir.

 Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız

 bu ölümlü, bu yaşanası dünyada

 bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.”

Bugün sadece Türkiye’de değil tüm dünyada bezirgan saltanatının acı sonuçlarına tanıklık ediyoruz Her yerde ve her tarihsel dönemde sendikalar başta olmak üzere emeğin örgütlü gücü zayıfladıkça, işçi sınıfının toplumsal ve siyasi gücü geriletildikçe, genel olarak halkın örgütlülüğü engellendikçe demokrasi de gerilemiştir. Türkiye bu gerilemenin en çarpıcı ve hızlı yaşandığı ülkelerden birisi oldu maalesef.

Özellikle 1980’deki 24 Ocak kararları ve bu kararların toplumsal tepki olmadan uygulanmasını mümkün kılan 12 Eylül askeri darbesi ile başlayan,  iktisadi açıdan liberal, siyasal açıdan otoriter ve baskıcı rejim giderek kurumsallaştı. İşçi sınıfı örgütlerinin dağıtıldığı, etkisizleştirildiği; halkın hakkını arayıp soracağı tüm demokratik kanalların ortadan kaldırıldığı darbe koşulları, bizi bugünlere getirdi.

Bugün, sayısı 15 milyonu aşan işçilerin yüzde 92’si toplu iş sözleşmesi hakkı başta olmak üzere sendikal haklarını kullanamıyor.

Halkın söz ve karar hakkının kısıtlandığı bir cumhuriyet, yani cumhursuz bir cumhuriyet projesi adım adım hayata geçirildi.

Ve ardından, Başkanlık rejimiyle Türkiye ağır bir demokrasi krizi içine girdi. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalktı,tüm kuvvet tek kişide toplandı, denge ve denetleme mekanizmaları işlemez oldu. Yargı, bağımsızlığını tamamen yitirdi; Anayasa Mahkemesi kararlarının bile uygulanmadığı bir hukuksuzluk egemen oldu; uluslararası antlaşmalar bir kenara atıldı. Seçme ve seçilme hakkına dahi el uzatıldı. Özetle “küçük bir azınlığın egemenliği” tek kişide cisimleşti.

Başkanlık sisteminin sonuçlarıysa çok ağır oldu… Bugün ülkemizde tüm rakamlar cumhuriyet tarihinin en derin bölüşüm krizini yaşadığımızı gösteriyor.  Bu tablo tesadüfen ortaya çıkmadı. 

Aksine başkanlık sistemiyle hedeflenen sonuç tam da buydu: 

“Cumhur”un büyük çoğunluğunu karşı, küçük bir azınlığın, sermayenin en yıkıcı egemenliği!

Hem sayısal olarak nüfusun çoğunluğu olan hem de ülkenin tüm değer ve güzelliklerini üreten milyonların söz sahibi olmadığı bir cumhuriyet, ismiyle çelişecektir. 

Kısacası işçi sınıfı olmadan cumhuriyet olmaz. Emek olmadan, halk olmadan, çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü temellere dayalı gerçek bir demokrasi olmadan cumhuriyet olmaz.

 Cumhuriyet ikinci yüzyıla ancak başta örgütlü işçi sınıfı olmak üzere halk egemenliği ile taşınabilir.

Bir yandan yaklaşık yarım yüzyıldır cumhuriyet fikrinin tüm dayanaklarını ortadan kaldıran neoliberal yıkım stratejisi, diğer yandan bu stratejinin bir sonucu olarak ortaya çıkan otokratik tek adam zihniyeti ülkemizi bir enkaz altında bırakmış durumda. 

Bu enkazın altında kalmamak için tek yol var: Cumhuriyet’i kendi anlamına uygun biçimiyle, yani halk egemenliğiyle yeniden kurarak, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti niteliğine gerçekten kavuşturarak geleceğe taşımak… 

İnsanca yaşayabilmek ve geleceğe umutla bakabilmek için,  neoliberalizmin ve otoriter rejimin tahribatını ortadan kaldıracak, harcında eşitlik, özgürlük, adalet, barış, kardeşlik ve demokrasinin olduğu Emeğin Türkiye’sini ve dünyasını kuracağız!

Yüzyılın emeğini heba edenlere karşı, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını, emeğin yüzyılını örgütlemek için tarihsel bir sorumluluğumuz var.

Memleketimizin kaynaklarının nasıl kullanılacağına, neyi üreteceğimize, nasıl üreteceğimize ve ürettiğimizi nasıl bölüşeceğimize dair söz ve karar sahibi olacağımız bir düzen için, emeğimiz, ekmeğimiz ve memleketimiz için mücadeleyi hep birlikte büyüteceğiz.

Nazım Usta ile başladık, onunla bitirelim…

“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim…

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim…”

Evet bu hasret bizim!

Sermayenin değil halkın egemenliği için AYAĞA KALKIYORUZ…  

Toplumsal zenginliğe el koyan küçük bir azınlığın değil toplumun yararını esas alan,

İnsan onuruna yaraşır, güvenceli bir iş ve ücreti, kamusal sosyal güvenliği, emekliliği, eğitim ve sağlık gibi kamusal hakları güvence altına alan bir yeni bir toplumsal düzen için AYAĞA KALKIYORUZ! 

Bireyciliği, çıkarcılığı, rekabeti, ayrımcılığı, kutuplaşmayı, savaşı, şiddeti değil; işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini, çok sesliliği, çoğulculuğu, toplumsal cinsiyet eşitliğini, bir arada kardeşçe yaşamı, yurtta, bölgede ve dünyada barışı esas alan demokratik ve sosyal bir cumhuriyet için mücadelemizi büyütüyoruz!..

Unutmayalım ki;

Yüzyılın emeğini heba edenlerin yarattığı yıkım karşısında, cumhuriyet artık bir mücadeledir.

Cumhuriyet işçilerin hak mücadelesidir, örgütlenme mücadelesidir.

Cumhuriyet gençlerimizin gelecek mücadelesidir. 

Cumhuriyet kadınlar olarak bizim işte, evde, sokakta şiddet tehdidini hissetmeden, eşit koşullarda çalışma yaşamında ve toplumsal yaşamın her alanında var olma mücadelemizdir.

Cumhuriyet sermaye yağmasına karşı taşını, toprağını, deresini, ormanını, doğasını koruyan köylülerin mücadelesidir.   

İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, eşit yurttaşlık isteyen halkımızın cumhuriyet mücadelesi kutlu olsun!

YÜZYILIN EMEĞİNDEN ALDIĞIMIZ GÜÇLE EMEĞİN YÜZYILINA YÜRÜYÜŞÜMÜZ KUTLU OLSUN!

Yolumuz açık olsun!..

DİSK’in YÜZÜNCÜ YIL BİLDİRGESİ’NİN TAM METNİNE ERİŞMEK İÇİN:

http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2023/10/DİSK-100.YIL-BİLDİRGE.pdf

ITUC ETUC