Image Map

Sermaye emeğe karşı savaşını derinleştiriyor

SERMAYE EMEĞE KARŞI SAVAŞINI DERİNLEŞTİRİYOR

28 Nisan “Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü” vesilesiyle DİSK İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Dairesi’nin hazırladığı rapor

28 Nisan “Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü” öncesinde toplum iki felaketin şok edici etkisiyle sarsıldı.

Şubat 2024 tarihinde Erzincan İliç’te Çöpler altın madeninde yaşanan büyük endüstriyel kaza sonucunda 9 işçi milyonlarca ton siyanürlü toprak altında kalırken çevresel bir felaketin yaşandı.

Ardından, İstanbul Beşiktaş’ta 2 Nisan 2024 tarihinde bir gece kulübünde yürütülen tadilat esnasında yaşanan patlama ve ardından çıkan yangın sonucunda 29 çalışan hayatını kaybetti.

Ve dahası, giderek daha fazla görünür hale gelen çocuk işçiliğindeki vahim durumdur. Sayıların bize vermiş olduğu korkunç tablonun yanında bizzat devlet eliyle çocuk işçiliğinin teşvik edildiği, kurumsallaştığını söylemek mümkündür.

Sermayenin kar hırsı, çalışanların güvenliği, insan ve çevre sağlığı konusunda hiçbir kural tanımamaktadır. Çevre kırımı ve iş cinayetleri iç içe geçmiş durumdadır.

“Daha Fazla Kar, Daha Fazla Kan” yaklaşımı, emeğe, insana ve çevreye karşı giderek derinleşen bir savaşımı gözler önüne sermektedir.

Sermayenin iktidarla açık işbirliğini artık gizlemeye gerek duymadan istediği her türlü düzenlemeyi yaşama geçirebildiği ve bunu utanmazca ifade edebildiği; “yaptırımların önlemeden daha ucuz hale geldiği” bir hukuksal garabetin, bir ahlaki çürümenin ve pişkinliğin olağan hale getirildiği vicdansız bir dönemden geçiyoruz.

Dünyada pandemi döneminde artan eşitsizlikler ve sonrasında daha belirgin hale gelen güvencesizlik, düşük ücret, kötü çalışma koşulları, yoksulluk, kayıtdışılık başlıkları Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporlarında yerini korurken gelecek projeksiyonlarında derin karamsarlık öne çıkmaktadır.

DÜNYADA GÜNCEL GÖRÜNÜM

ILO bu yıl 28 Nisan Günü’ne dair ana temasını, “İklim Değişikliğinin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerindeki Etkileri” başlığıyla belirlemiş olmasına rağmen, iklim kriziyle birlikte sermayenin küresel düzeyde yaşadığı kriz ve onun sonuçları üzerinden sorunu ele almak daha anlamlı ve bütüncül bir çerçeve sunacaktır.

Haziran 2022’deki Uluslararası Çalışma Konferansı’nda, “Güvenli ve Sağlıklı bir Çalışma Ortamı” başlığının çalışma yaşamındaki temel haklar ve ilkeleri içinde yer alınması kabul edilmiştir.

2023 yılının temasında da bu yaklaşım çerçevesinde,  155 ve 187 sayılı iki ana sözleşmenin uygulanması temel alınmış, “İnsan Onuruna Yakışır İş” için “sağlıklı ve güvenli çalışma ortamının” sağlanması olmazsa olmaz bir koşul olarak vurgulamıştır.

2024 temasında da iklim krizinin çözümüne dönük politikalar ve teknolojik yaklaşımlar ön plana çıkarılırken bunun çalışma yaşamında etkilerinin azaltılması, ölümcül vakaların engellenmesi ve herkes için insan onuruna yakışır işlerin yaygınlaştırılmasını hedefleri koyulmuştur.

Ancak tüm bu hedefler kağıt üzerinde kalmış, ILO’nun 1998 tarihli “Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar Bildirgesi”nden, “Çalışma Yaşamının Geleceği: 100. Yıl Bildirgesi”ne kadar arzu edilen hedeflere erişebilmek mümkün olmamıştır.

WHO(Dünya Sağlık Örgütü) /ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ortak izleme raporu ve ILO’nun diğer yıllık raporları, kabul edilemez sorunları içinde taşıyan karamsar bir tabloyu önümüze koymaktadır.

Beklenti ve temennilerle, sermayenin yarattığı vahşi/kural tanımaz gerçeklik arasındaki karşıtlık daha net biçimde ortaya çıkmaktadır.

WHO/ILO’nun “İşle İlgili Hastalık ve Yaralanma Yüküne İlişkin Ortak Tahminleri, 2000-2016: Küresel İzleme Raporu”na  göre işe bağlı ölümlerin çoğu solunum ve kardiyovasküler hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Ölümlerin yüzde 81’i bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Ölümlerin en büyük nedenleri ise kronik obstrüktif akciğer hastalığı (450 bin ölüm); inme (400 bin ölüm) ve iskemik kalp hastalıkları (350 bin) oldu. Mesleki yaralanmalar ise ölümlerin yüzde 19’una (360 bin ölüm) neden oldu. En önemli risk faktörü ise yaklaşık 750 bin ölümle ilişkili olan uzun çalışma saatlerine maruz kalmadır. İşyerinde hava kirliliğine (partikül madde, gaz, duman) maruz kalma ise 450 bin ölüme neden oldu.

WHO Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus “Bu kadar çok insanın işlerinden dolayı ölmelerini görmek şok edici” açıklamasında bulunmuştur. Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus  hazırladıkları raporu “…iş sağlığı ve güvenliğine yönelik hizmetlerin evrensel kapsama alınmasını sağlamak için, bu konudaki taahhütlerini yerine getirerek işçilerin sağlık ve güvenliğini iyileştirmeleri ve korumaları için ülkelere ve işletmelere bir uyarıdır” diye tanımlamıştır.

Rapor, işe bağlı hastalık ve yaralanmaların sağlık sistemlerini zorladığı, üretkenliği azalttığı ve hane gelirleri üzerinde çok ciddi etkisi olabileceği yönünde uyarılarda da bulunmuştur.

Raporda özellikle uzun çalışma saatlerine dikkat çekilere uzun çalışma saatlerine maruz kalınmasının kalp hastalıkları ve inmelerden kaynaklanan ölümlerde ciddi artışlara sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Bu durum, nispeten yeni olan psiko-sosyal mesleki risk faktöründe artış trendini yansıtmaktadır.

Raporda her risk faktörü bakımından  önleyici eylemler dizisine de yer veriliyor ve rehber olarak kullanılması tavsiyesinde bulunuyor. Bunlar, izleme raporunda ana hatlarıyla açıklanıyor ve hükümetlere, işçi ve işverenlerle istişare halinde uygulama için rehberlik sağlıyor.

ILO eski Genel Direktörü Guy Ryder, “Hükümetler, işverenler ve işçiler hep birlikte, işyerlerinde risk faktörlerine maruziyeti azaltmak için önlemler alabilir. Çalışma düzeni ve sistemlerinde değişiklikler yapılarak da bu risk faktörleri azaltılabilir veya ortadan kaldırılabilir. Son çare olarak, kişisel koruyucu donanım, yaptıkları iş gereği bu maruziyetlerden kaçınamayan işçileri korumaya yardımcı olabilir.” diyerek uygulanmayan pratiklere dikkat çekmiştir.

WHO Çevre, İklim Değişikliği ve Sağlık Departmanı Direktörü Dr. Maria Neira gerekli önlemler alınarak yaklaşık 2 milyon erken ölümün önlenebileceğinin altını çizerek “İşçilerin sağlık ve güvenliğinin sağlanması ve bu konuda hiçbir işçinin geride bırakılmaması sağlık ve işgücü sektörünün ortak sorumluluğudur. BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları doğrultusunda, sağlık ve işgücü sektörü bu büyük hastalık yükünü ortadan kaldırmak için birlikte, el ele çalışmalıdır” demiştir.

Raporun hem sayısal verilerine hem de üst düzey sorumluların yorumlarına bakıldığında çalışma ortamlarının insanileştirilmesi ve herkes için insan onuruna yakışır iş olanaklarının yaratılmasında ILO’nun belirlediği ana temaların sermaye ve devletler açısından etkisinin olmamıştır.

Dünyada İstihdam ve Sosyal Görünümler 2022, 2023 ve 2024 yılı raporlarına bakıldığında pandemi dönemi ve sonrasında üretim, istihdam, işsizlik, kayıtdışılık, yoksulluk, sosyal eşitsizlik, ücretler vb. bütün parametrelerde derinleşen ve kaygı uyandıran kriz süreci devam ediyor ve iyileşme yönünde herhangi bir umut ışığı da görünmüyor.

Bu kapsam içinde bakıldığında işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarında bir iyileşme beklemek de mümkün görünmemektedir.  Bu nedenle de her yıl yaklaşık 2.5 milyon insan çalışırken ölüyor, 160 milyon insanda da meslek hastalıkları görülüyor.

ÜLKEMİZDE KARA TABLO

İSİG mevzuatı ve uygulamaları açısından ülkemize bakıldığında dünyadaki karanlık tablodan ayrı bir tablodan bahsetmek mümkün değildir. Aksine sermaye-iktidar ilişkisine ve uygulamalara bakıldığında daha da kötü bir görünümden bahsedebiliriz.

Oysa ülkemiz işçi sağlığı ve iş güvenliğinin temelini oluşturan 155 ve 187 sayılı ILO Sözleşmelerini onaylamıştır. Yine kritik öneme sahip 161 (Sağlık), 167 (İnşaat), 176 (Maden) sayılı ILO sözleşmeleri kabul edilmiş durumdadır. 2005 yılında Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi oluşturulmuş; 2006-2008, 2009-2013 ve 2014-2018 Yönlendirici Stratejik Belgeleri hazırlanmış; 2012 yılında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çıkarılmış, kısacası alana ilişkin yönetmeliklerin ILO sözleşmeleriyle asgari uyumluluğu sağlamıştır. Ancak ülkemizde asıl sorun uygulamalara bakıldığında ortaya çıkmaktadır.

İş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltma ve küresel ölçekte kötü bir karneye sahip ülkemizi uygun pratiklerle kabul edilmiş normlar düzeyine çıkarma iddiasını taşıyan bu değişim ve dönüşüm politikaları fiiliyatta istenilen olumlu etkileri yaratabilecek sistemsel çabaları hayata geçirebilmiş midir? Elbette hayır…

DİSK, işçi sağlığı ve iş güvenliğinde sistemli ve kamusal bir politikayı uygulayabilmek için iki temel sorunun aşılmasını inatla savunmuştur.

İlki, çökmüş bir işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi.

İkincisi, sermaye birikim süreci ve/veya kalkınma modelinin kuralsız ve acımasız yüzü.

DİSK, bu iki temel sorun devam ettikçe, iş cinayetlerinde ve meslek hastalıklarında kapsamlı iyileştirmelerin olamayacağını ve çalışma ortam ve koşullarında insan onuruna yakışır iş pratiklerinin yerleşemeyeceğini ısrarla söylemiştir.

2012 Haziran’ında çıkarılan 6331 sayılı yasa, işçi sağlığı iş güvenliği alanını kamusal pratiklerle düzenleme yerine piyasa aktörlerinin insafına açmış, kısacası, piyasa aktörlerinden hizmet alımıyla ve teknik önlemlerle işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki sorunların çözülebileceği yanılsaması yaratılmıştır..

İşçi sağlığı iş güvenliği alanının ekonomi-politiği, mevcut sermaye birikim rejiminin önünde engel teşkil etmeyen, aksine kendisi de birikim sağlanacak bir yapı olarak düzenlenmiş, sonuçta iş cinayetleri azalmak bir yana aksine hızla yükselmiştir.

Gelişkinlik, sağlık hizmetleri, ortam ölçümleri, danışmanlık ve eğitim, meslek hastalıkları tanısı, veri toplama, denetim ve yaptırım, mevzuat uyumu konularında ciddi yetersizlikler söz konusudur.

Bu nedenle ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi işlemez durumdadır.

Türkiye ölümlü iş kazalarında Avrupa’da açık ara ilk sıradadır. Dünya’da ise durumun vahametini gösterebilecek veriler olmamasına rağmen olumsuz bir yerde olduğumuz ortadadır.

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası sosyal tarafların mutabakatı olmadan 2012 yılında çıkarılmış, işverenlerin ve iktidarın nasıl bir uygulama alanı istediğini de açıklıkla ifade etmiştir.

Bu nedenle yasanın çıktığı 2012 yılından günümüze, sermayenin aşırı üretimi ve kar için engel gördüğü her düzenleme ya gevşetilmiş, ya belirsiz hale getirilmiş ya da sürekli ötelenmiştir. 11 yılda 6331 sayılı yasada yapılan irili ufaklı değişiklik sayısı 40’ı bulmuştur.

Bu siyasal müdahalelerin yarattığı değişiklikler, yetkili kurumların denetim ve yaptırımlarını sürekli gevşetmekte, dolayısıyla engellemektedir. Sermayenin taleplerine uygun düzenlemelerle, denetim ve yaptırımlar işlevsiz kılınmış, böylece dizginsiz bir sömürü ilişkilerinin de önünü açmıştır.

Öte yandan Çalışma Bakanlığı’nın yapısı parçalanmış, ilgili kurumlar etkisiz kılınmış durumdadır. Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi ortadan kaldırılmış, Ulusal Eylem Planları kağıt üzerinde kalmış ve uygulama alanı yaratılmamıştır.

Gerek ILO Sözleşmeleri gerekse AB Direktifleri kabul edilip imzalanmış ama uygulamaya gelince torba yasalarla bütün bunların içini boşaltan değişiklikler sermaye lehine yapılmıştır.  Bütün sihir de buradadır.

SERMAYE PRAGMATİZMİ, KAMU POLİTİKASININ SEFALETİ

2000l’i yıllarla birlikte krizin ağır sonuçları toplumsal ve ekonomik yaşamı derinden etkilemiş ve bununla birlikte sermayenin talepleri doğrultusunda büyük bir siyasal ve ekonomik dönüşüm yaşama geçirilmiştir. Kalkınma modelinde ve/veya sermaye birikim rejiminde yaşanan hızlı dönüşümlerle birlikte iş cinayetlerinde büyük artışlar yaşanmıştır.

Ağırlıklı olarak inşaat ve maden iş kollarında olmak üzere, kitlesel iş cinayetleri ülkenin dört bir yanında yaşanmaya başlamıştır. Soma’dan Torunlar’a, Amasra’dan İliç’e, Davutpaşa’dan Gayrettepe’ye kitlesel cinayetler durmamış artarak devam etmiştir.

2000’li yılların başında iş cinayetlerinde ölenlerin sayısı yıllık ortalama 1200 civarındayken, 22 yıllık bu iktidar döneminde bu sayı maalesef 1500 ölüm düzeyine çıkmıştır. Var olan sorunlu sistem üzerine oturtulmaya çalışılan piyasacı mantık, çözümsüzlüğü derinleştirmiş, trajik sonuçlar kaçınılmaz olmuştur.

AKP’li yıllarda işçi ölümlerine oldukça yetersiz SGK verileri üzerinden bakıldığında dahi 2023 yılı sonu itibariyle 23911 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.

2012 yılında kendi veri toplama yöntemiyle istatistik açıklamaya başlayan İSİG İstanbul Meclisi verilerine 2002-2011 SGK verileri eklendiğinde korkunç bir manzara ortaya çıkmaktadır: Kasım 2002’den 2023 yılına kadar  iş cinayetlerinde en az 30400 işçi  yaşamını kaybetmiştir.

Kısacası ülkemizde çalışma ortamlarında bir iyileşmenin varlığından söz edemeyeceğimiz gibi, bütün kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere, çıkarılmış yasa ve yönetmeliklere rağmen son 22 yılda bu koşullar çalışanlar aleyhine daha da kötü duruma gelmiştir.

Meslek hastalıkları tanısının konulamaması ise çok büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Yıllık ortalama 450-550 civarında meslek hastalığı tanısı konarken bu alana dair en ufak bir gelişme dahi yaşanmamıştır. Meslek hastalığı tanısı koyma yetkisi verilmiş 150’ye yakın devlet ve üniversite hastanesi, meslek hastalığı tanı koyma sisteminin yokluğu nedeniyle işlevsiz bir haldedir.

Çocuk işçiliği sorunu ise çok daha kötü bir noktaya varmıştır. 2001 yılında kabul edilip yürürlüğe sokulan 182 sayılı “En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına” dönük sözleşmeyi almanın şeytani bir yolu bulunmuştur.

Kayıtdışı, tarımda çalışan çocuklar sorunu zaten mevcut iken, 2016 yılındaki yasal düzenlemeyle Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) isimli yapı kurulmuştur. Bu düzenlemeyle çocukların mesleki eğitim adı altında 4 gün işyerlerinde çalıştırılması olanaklı kılınmıştır. 182 sayılı sözleşmede 18 yaşının altındaki herkes “çocuk” olarak tanımlanırken çocuklar MESEM kapsamında çalıştırılmıştır.

Böylece 2021 yılında yüzde 14 olan çocuk istihdamı oranı 2023 yılında yaklaşık 6 puan artarak yüzde 19,6’ya ulaşmıştır. MESEM kapsamında yaklaşık 300 bini 18 yaş altında 1,5 milyon öğrenci çalıştırılmaktadır.

İstanbul İSİG Meclisi verilerine göre son 10 yılda en az 684 çocuk çalışırken yaşamını yitirmiş durumdadır. Eylül 2023’den bugüne kadar en az 8 çocuk MESEM uygulaması neticesinde yaşamını yitirmiştir.

Sözleşmelerin kağıt üzerinde kalması ve çocuk emeğinin talanı MESEM ile sağlanmıştır.

12 yıldır yürürlükte olan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında da iki kırılma noktası yaşanmıştır. Bunlarda ilki OHAL ilanıdır. OHAL döneminde sermayenin ve siyasal iktidarın emeğe karşı yalın ve doğrudan saldırısının önü açılmıştır. İkinci kırılma noktası ise Covid-19 salgının çalışma yaşamında yarattığı dönüşümlerle yaşanmıştır. Bu dönemde Çalışma Bakanlığı’nın kurumsal yapısı etkisiz hale getirilmiş, bakanlık birleştirme ve ayrıştırma süreçleri yapısal bir felç yaratmıştır.

6331 sayılı İSG Yasası, bağlı yönetmelikler ve iş yerlerindeki ilgili kurullar da tamamen işlevsiz hale getirilmiştir. İş yerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği pratiklerinin geliştirilmesi ve mekanizmalarının uygun işletilmesinin önemli bir koşulu, kamunun denetim ve yaptırımlarıdır. Oysa bu dönem denetim ve yaptırım işlevleri büyük ölçüde akamete uğratılmıştır.

13 Şubat.2024’te Erzincan İliç’teki altın madeninde yaşanan büyük endüstriyel kaza tam da bu denetimsizlik ve yaptırımdan kaçınmadan dolayı olmuştur. Bilerek ve isteyerek yasa ve yönetmelikler görmezden gelinmiştir. Hukuk yolları istisnasız işlemez hale sokulmuştur. Benzer biçimde İstanbul Gayrettepe’ki bir gece kulübünde 2 Nisan.2024 tarihinde çıkan yangında 29 çalışanın yaşamını yitirmesinin nedeni, “Binaların Yangınlardan Korunması Hakkındaki Yönetmelik” kapsamındaki önlemlerin alınmaması ve düzgün bir denetimin olmamasıdır.

NE YAPMALIYIZ, NASIL YAPMALIYIZ

Bu ağır tablo karşısında insanca bir yaşam, insana onuruna yakışır bir iş istiyorsak bu alandaki örgütlenme ve mücadele azmimizi yükseltmemiz gerekmektedir. Sendikal örgütlenmelerin işyerlerinde, fabrikalarda, işletmelerde etkin hale gelmesi, toplumsal bir denetim mekanizması işlevi kazanması yaşamsal önemdedir. Kapsam açısından kamusal niteliği olmayan, denetim ve yaptırımları yetersiz mevzuat uygulamaları karşısında yapılacak en önemli iş, kendimizi bu alanda tahkim etmek olacaktır.

İş cinayetlerine “kader” diyen, “fıtrat” diyen, işçilerin güvensiz davranışlarından dem vuran yetkililere, bütün bu iş cinayetlerinden onların bu çökmüş sistemlerinin sorumlu olduğunu vurgulamak ve kamusal bir sistemin yaratılması için her türlü çabayı göstermek zorundayız.

Daha da önemlisi, yoksulluğu, işsizliği, güvencesizliği, örgütsüzlüğü yaratan bu üretim ve sömürü düzenine karşı mücadele etmek kaçınılmazdır. Vahşi sömürü mekanizmalarını çocuk bedenlerine kadar genişleten bir birikim rejimi, bu ülkenin geleceğini çalmaya devam edecektir.

Bugün hakkımız olan her şey için yeniden ve yeniden mücadele etmek zorundayız. Yani uluslararası , bölgesel, ulusal yasalar ve/veya direktifler/yönetmelikler her ne olursa olsun kazanılmış hak edilmiş bütün bu düzenlemeler ancak ve ancak mücadeleyle hayata geçirilecektir.

Bu nedenle sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması şarttır.  İSİG alanını temel örgütlenme alanı olarak ele alan sendikaların iş yerlerinde örgütlülüğü hayati önemdedir.

Sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile oluşturulması için ısrarcı bir çabanın gösterilmesi gerekmektedir.

Her sene 28 Nisan’da altını çizdiğimiz gibi, iş cinayetlerinde yitirdiklerimizin anısına saygı adına, bu günün “yas günü” olarak anılması gerekmektedir.

ITUC ETUC