DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün’ün İliç Araştırma Komisyonu’nda yaptığı konuşma
DİSK Genel Sekreteri ve DEV Maden Sen Genel Başkanı Tayfun Görgün ve DİSK İSİG Daire Müdürü Tevfik Güneş, 28 Haziran 2024 Çarşamba günü İliç Araştırma komisyonunda DİSK’in görüşlerini paylaştılar.
DİSK’İN ERZİNCAN İLİÇ ALTIN MADENİNDE MEYDANA GELEN KAZAYLA İLGİLİ KURULUN TBMM ARAŞTIRMA KOMİSYONU’NA SUNULAN GÖRÜŞLERİ
TÜRKİYE’DE İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ ALANINDA MEVCUT DURUM
Mevzuat Yönünden
2004 yılından bugüne iş sağlığı ve güvenliği alanında hızlı değişim ve gelişimlerin yaşandığı bir döneme tanıklık etmekteyiz. Bu gelişmelerde AB’ye uyum sürecinin etkisini vurgulamak gerekiyor. Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’nin oluşturulması, 2006-2008, 2009-2013 ve 2014-2018 yönlendirici Stratejik Belgelerin hazırlanması, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği yasasının çıkarılması, alana ilişkin yönetmeliklerin düzenlenmesi ve 4857 sayılı İş Kanunu’nda değişikliklere gidilmesi ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi yasanın çıkarılması, dönüşümlerin belirgin yanlarını göstermektedir.
İş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmayı ve dünya ölçeğinde olumsuz bir yere sahip ülkemizi kabul edilmiş normlar düzeyine çıkarmayı hedef olarak önüne koyma iddiası taşıyan bu değişim ve dönüşüm politikaları maddi süreçler açısından bakıldığında iş sağlığı ve güvenliği alanında istenilen olumlu etkileri yaratabilecek sistemsel çabaları hayata geçirebilmiş midir?
2004 ten 2012 yılına giden süreçte yapılan tartışmaları hatırlayanlar bileceklerdir ki, DİSK, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında iki temel sorun halledilmedikçe, iş cinayetlerinde ve meslek hastalıklarında kapsamlı iyileştirmelerin gerçekleşebileceğini düşünmenin mümkün olmadığını ısrarla savunmuştur.
Neydi bu iki temel sorun?
İlki, çökmüş bir İSİG sistemin varlığı…
İkincisi, sermaye birikim sürece ve/veya kalkınma modeli…
6331 sayılı yasanın kendisi, İSİG alanını piyasaya açarken, proaktif önlemler ve bunun da içeriğini belirleyen risk değerlendirmesinden ibaret görmesidir.
Kısacası, hizmet alımı ve teknik önlemlerle İSİG alanındaki sorunların çözülebileceği varsayıldı.
Ama gerçekte, hem bu birikim rejimine sorun çıkarmayacak hem de kendisi bir birikim alanı sağlayacak yasal düzenlemeye gidildi.
İş sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı ve 3. Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Politika ve strateji toplantısına sunduğu Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Sistemi Taslak metinde 11 “güçlü” noktasına karşın 17 zayıf noktası açık bir şekilde tespit edilmiştir. Bu metin ışığında;
– İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği önlemlerinin gelişkinliğinin yokluğu
– İşyeri hekimliği ve iş güvenliği hizmetlerinin yetersizliği
– Ortam ölçümlerinin zayıflığı
– Danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin yokluğu ya da zayıflığı
– Meslek hastalıkları tanı sisteminin yokluğu ve meslek hastalıkları hastanelerinin nerdeyse yok denecek düzeyde olması
– Veri toplama, denetim ve yaptırımların istenilen mevzuat düzenlemelerinin yetersizliği
– İSG mevzuatının dağınıklığı
vurguları öne çıkmıştır.
Bu nedenle ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi işlemez durumdadır.
Türkiye ölümlü iş kazalarında Avrupa’da açık ara ilk sıradadır. Dünya’da ise üçüncü sırada yer aldığına dair yaklaşımların bulunması oldukça düşündürücüdür.
155 ve 161Sayılı ILO Sözleşmelerinin TBMM’de kabulünden sonra (2004) 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası 8 yıl sonra (2012 Haziran) sosyal tarafların mutabakatı olmadan çıkarılmıştır.
Kabul edilmiş normlara göre, çalışan nüfusun binde 4’ü ila 12’si arasında meslek hastalığı tanısı koyulması beklenmektedir.
Uygulama Yönünden
Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi 2005 yılında oluşturulmuştur.
Fakat sosyal taraflar açısından dengeli bir temsiliyeti oluşturamamıştır. Devlet tarafının temsiliyette ağırlığı çok belirgin olmuştu.
Yılda 2 kez toplanan Konsey, işlevi açısından yetersizliği ile malul durumda kalmıştır.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra nerdeyse fiili olarak ortadan kaldırılmıştır.
Yine de varlığını sürdürdüğü dönemlerde Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyinde kabul edilen 2006-2008 ve 2009-2013 Ulusal Eylem Planlarına göre;
-ILO ve AB normlarına uygun bir yasa çıkarılamamıştır.
2012 Haziran’ında kabul edilmiş olan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği yasası sosyal tarafların mutabakatını sağlamadan çıkarılmıştır.
Yasa kamusal bir İSG alanını yaratmaktan çok uzak olduğu gibi, işverenlerin ve piyasa aktörlerinin beklentilerine uygun çıkarılmıştır.
Bu nedenle yasanın çıktığı 2012 yılından günümüze, yapılan değişikliklere bakıldığında sermayenin aşırı üretimi ve kar için engel gördüğü her düzenleme ya gevşetilmiş ya belirsiz hale getirilmiş ya da sürekli ötelenmiştir. 12 yılda 6331 sayılı yasada yapılan küçük büyük değişiklik 40’ı bulmuştur.
Ama bu sadece bir teknik önlemlerin alınmaması sorunu değildir. Bu sermayenin yarattığı siyasal yönetimin sürekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini yaptığı değişikliklerle piyasanın gereklerine uydurmasının bir sonucudur. İşçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatını piyasa aktörlerine (hizmet alan ve satan) açmalarının sonucudur.
Bu siyasal müdahalelerin yarattığı değişiklikler, yetkili kurumların denetim ve yaptırımlarını sürekli gevşetmekte dolayısıyla engellemektedir. Sermayenin taleplerine uygun düzenlemeler böylesi işletmelerde denetim ve yaptırımları işlevsiz kılmış, dizginsiz bir sömürü ilişkilerinin de önünü açmıştır.
2014-2018 Politika Belgesi ve Eylem Planına bakıldığında daha önceki iki politika belgesinin nerdeyse aynısı olduğu görülecektir. Bu şu anlama gelmektedir: 2006’dan 2014 yılına kadar 6331 sayılı yasanın çıkarılmasından başka hiç bir temel düzenlemeye dönük bir gelişme söz konusu olmamıştır.
Her iki ulusal Eylem Planında öngörülen iş kazalarının %20 azaltılması ve meslek hastalıkları tanısını %500 geliştirilmesi hedefi geliştirilememiştir. İstatistiklere bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. Aksine, bu sağlanamadığından aynı hedefler, 2014-2018 döneminin hedefleri olarak girmek durumunda kalmıştır.
ILO müfettiş başına düşen aktif çalışan işçi sayıları konusunda şu oranları yeterli görmektedir: sanayileşmiş ülkelerde 10.000, sanayileşmekte olan ülkelerde 15.000 geçiş ekonomilerinde 20.000 ve azgelişmiş ekonomilerde 40.000.
Bu oran bizde müfettiş başına 17.000 aktif çalışana denk gelmektedir.
Denetimlerin ve yaptırımların caydırıcı olması için kurumsal kapasite güçlendirilmemiş, aksine işverenler lehine ve işverenlerin talepleri çerçevesinde düzenlemeler tercih edilmiştir. Çalışma Bakanlığının yapısı parçalanmış, ilgili kurumlar etkisiz kılınmış durumdadır.
İş Cinayetleri Yönünden
21 yıllık AKP iktidarı döneminde çeşitli sektörlerde kitlesel cinayetler yaşanmıştır.
22 Kasım 2003 tarihinde Karaman/Ermenek’te madende 10 işçi; 8 Eylül 2004 tarihinde Kastamonu/Küre’de madende 19 işçi; 31 Ocak 2008 tarihinde Davutpaşa’da 21 işçi; 10 Aralık 2009 tarihinde Bursa/ Mustafakemalpaşa’da madende 19 işçi; 23 Şubat 2010 tarihinde Balıkesir/ Dursunbey’de 17 işçi; 17 Mayıs 2010 tarihinde Zonguldak/Karadon’da 30 işçi; 7 Temmuz 2010 tarihinde Edirne/Keşan’da 3 işçi ; 11 Mart 2012 tarihinde Esenyurt’ta 11 İşçi; 8 Ocak 2013 tarihinde Zonguldak/ Kozlu’da 8 işçi; 13 Mayıs 2014 Manisa/Soma’da 301 işçi; 7 Eylül 2014 tarihinde Torunlar’da 10 işçi; 28 Ekim 2014 tarihinde Ermenek’te 18 işçi; 17 Kasım 2016 tarihinde, Siirt/Şirvan’da madende meydana 16 işçi; 17 Ekim 2017 tarihinde Şırnak’ta madende 8 işçi; 3 Temmuz 2020 Sakarya-Hendek fişek fabrikası 7 işçi akabinde 3 asker ;
2013 – 2018 yılları arasında 3. Havalimanında 52 işçi.
14 Ekim 2022 tarihinde TTK Amasra maden ocağında 43 işçi
13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan /İliç altın madeninde 9 işçi
Soma, Torunlar ve Ermenek facialarından sonra iktidar 2014 yılı sonlarında, 167 ve 176 sayılı İnşaat İşlerinde ve Madenlerde Güvenlik ve Sağlık sözleşmelerini Mecliste kabul ederek Mart 2015 yılında yürürlüğe koymuştur. Fakat tablodan da anlaşılacağı gibi bu sözleşmelerin olumlu hiçbir etkisi olmamıştır.
21 yılda ortaya bu korkunç tablo çıkmıştır.
2004-2012 dönemine bakıldığında her yıl en az ortalama 1365 çalışan yaşamını yitirmiştir. Yasanın çıkmasından günümüze kadar ki süreçte ise bu ortalama en az 1500 ölüm düzeyine çıkmıştır. Var olan sorunlu sistem üzerine oturtulmaya çalışılan piyasa ilişkilerinin trajik sonuçları derinleştirmesinin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.
Meslek hastalıkları tanısı koyma ise yıllık ortalama 450-550 civarında seyretmektedir.
2003-2021 Yılları arsında Yıllık İşçi Ölümleri:
SGK verilerine göre;
2003 yılında 811 işçi, 2004 yılında 843 işçi, 2005 yılında 1096 işçi, 2006 yılında 1601 işçi, 2007 yılında 1044 işçi, 2008 yılında 866 işçi, 2009 yılında 1171 işçi, 2010 yılında 1454 işçi, 2011 yılında 1710 işçi, 2012 yılında 744 işçi, 2013 yılında 1360 işçi, 2014 yılında 1626 işçi, 2015 yılında 1252 işçi, 2016 yılında 1405 işçi, 2017 yılında 1633 işçi, 2018 yılında 1541 işçi, 2019 yılında 1141 işçi, 2020 yılında 1231 işçi, 2021 yılında 1382 işçi 2022 yılında 1517 işçi Hayatını kaybetmiştir…
SGK verilerini en az kabul ettiğimizde dahi 25.428 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir
2012 yılında kendi veri toplama yöntemiyle istatistik açıklamaya başlayan İSİG İstanbul Meclisi verilerine 2002-2011 SGK verilerini ekleyip bakıldığında;
2012 yılında 878 işçi, 2013 yılında e 1235 işçi, 2014 yılında 1886 işçi, 2015 yılında 1730 işçi, 2016 yılında 1970 işçi, 2017 yılında 2006 işçi, 2018 yılında 1923 işçi, 2019 yılında 1736 işçi, 2020 yılında 2427 işçi, 2021 yılında 2170, 2022 yılında 1843 en az işçi hayatını kaybetmiştir…
Burada üzerinde durulması gereken ve sermaye birikim rejiminin doğrudan ve en acımasız nasıl işlediği; iş cinayetlerinin toplumda travmatik sonuçlara yol açtığı iki sektöre, madencilik ve inşaata bakılmasının önemli olduğunu söylememiz gerekiyor.
Kasım 2002’den bugüne SGK verilerinden farklı olarak 32.478 çalışan iş cinayetlerinde yaşamını kaybetmiştir.
Resmi verilerle aradaki fark oldukça dikkat çekidir.
Sonuç
Sermaye açısından iş sağlığı ve güvenliğinin ekonomi-politiği, rekabet ve birikime engel olmamasıdır. Ama aynı zamanda, kendisi, rekabet ve birikimin sağlanabileceği piyasa ilişkileri içinde yer almasıdır.
Kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı yaratmak için bütünlüklü bir sistem gerekmektedir. Bunun olması için ise;
- Özgür ve demokratik bir sendikal örgütlenmenin önünü açmaktan uzak 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu yeniden düzenlenmeli, özgürlükçü ve katılımcı bir demokratik düzenleme gerçekleştirilmelidir. İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin uygulamada denetlenebilmesinin tek yolu, sendikalar eliyle demokratik denetim sistemlerinin oluşturulmasıdır. Ancak bu şekilde yukarda oluşturulmuş mekanizmaların işletme düzeyinde etkin olması sağlanabilir.
- Taşeron ve güvencesiz üretim sisteminin tamamen yasaklanması ve/veya ciddi denetim ve sınırlama getirilmesi için yine samimi, etkin bir mücadelenin toplumsal yaşamın her alanında verilmesi gerekmektedir.
- Mevcut 6331 sayılı İSG kanunu yerine, Sağlık, Güvenlik ve Çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile oluşturulmasının politikasının yaratılması yaratılması yoluna gidilmelidir.
- ILO normları çerçevesinde, İSG alanında ilgili diğer tarafların, iktidarın politik etkilerinden bağımsız ve gerçekten çalışanların çıkarlarını savunan güçlü İSG politikaları oluşturulmalarını ve ortak mücadele içinde yer almalarını vurgulamak temel önemdedir.
ALTIN MADENCİLİĞİ, İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ, İNSAN VE ÇEVRE SAĞLIĞI
Altın Madenciliğinde DİSK’in görüşlerini daha önce Komisyona iletmiştik.
Bu görüş metninde ise altın madenciliğinde çok önemli olan iki yönetmelik çerçevesinde kısaca görüşlerimizi belirtmek oldukça önemlidir. Çünkü bu iki yönetmelik madencilik ve endüstriyel madencilik hususunda oldukça önem arz etmektedir. İşçi Sağlığı ve iş güvenliği, halk ve çevre sağlığı konularında düzenlemelerin yapıldığı yönetmeliklerdir.
İlki, 15 Temmuz 2015 yılında Resmî Gazete’de yayınlanan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Maden Atıkları Yönetmeliğidir.
Bu yönetmeliğe kısaca göz atılırsa, madenlerin aranması, çıkarılması, hazırlanması/zenginleştirilmesi veya depolanması sonucunda ortaya çıkan atıkların üretiminden nihai bertarafına kadar çevre ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde yönetilmesine ilişkin usul ve esasları Amaç maddesinde tanımlarken, Kapsam maddesinde atıkların yönetimi için işlemleri kapsamını çizmektedir.
Bu yönetmelikte yer alan Tanımlar başlığında Atık Yönetim Planı, Büyük Kaza, Kategori A Tesisi, Kategori B Tesisi, Maden Atığı Bertaraf Tesisi tanımları yapılmaktadır.
Buraya kadar kısaca aktardığımız maddeler, altın madenciliği üretiminde işletme tipi (A tipi ve/veya B Tipi ya da Seveso Direktifine göre üst düzey kuruluş ve/veya alt düzey kuruluş) üretim tekniği, açığa çıkan atıklar, depolama ve bertaraf edilmesi konusunu kapsama aldığını vurgulamak içindir.
İkinci Bölümde, Genel hükümler, Görev, Yetki ve Yükümlülükler düzenlenmiş olup, Genel Hükümler başlığında, çevre ve insan sağlığına risk oluşturmayacak, çevre insan sağlığına zarar vermeyecek yöntem ve işlemlerin kullanılmasını esas kılmıştır.
Bakanlığın Görev ve Yetkileri başlığında; bu kapsamda her türlü görev ve yetkisi tanımlanmıştır.
İşletmecinin Görev ve Yükümlülükleri başlığında;
Maden atıklarının miktarının azaltılması, işleme tabi tutulması, geri kazanımı, yeniden kullanımı, maden sahası dışında başka bir alanda hammadde olarak kullanılması ve bertarafına yönelik atık yönetim planını yönetmeliğin Ek-1’de belirtilen esaslar doğrultusunda ÇED Raporu veya Proje Tanıtım Dosyası ekinde Bakanlığa veya İl Müdürlüğüne sunmakla, atık yönetim planını beş yılda bir gözden geçirmekle,
Ek-3’e göre maden atıklarının karakterizasyonunu ve yönetmeliğin Ek-5’e göre maden atığı bertaraf tesisin sınıflandırmasını yapmak/yaptırmakla,
Dahili acil eylem planını hazırlamakla,
Kategori A tesisler için, 30/12/2013 tarihli ve 28867 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik hükümleri doğrultusunda gerekli bildirimleri yapmakla,
Maden atıklarının depolandığı tesise ait uygulama projesini yönetmeliğin Ek-6’da belirlenen usul ve esaslara göre hazırlatmakla işvereni yükümlü kılmıştır
Aynı yönetmeliğin Acil Eylem Planı Atık Yönetim Planı, Çevre İzni/Lisansı başlığında altında;
Acil Eylem Planının Atık Yönetim Planı içerisinde yer alması,
Dahili Acil Eylem Planı yalnızca tesis içinde acil durum oluşturabilecek riskleri kapsayacak şekilde Ek-2’de belirtilen kriterlere uygun olarak hazırlanması,
Kategori A tesisler için, Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik hükümleri doğrultusunda gerekli bildirimlerin işletmeci tarafından yapılması,
İşletmecinin, Dahili Acil Eylem Planı etkinliğini yılda en az bir kez kontrol etmek zorunda olması
İşletmecinin, Dahili Acil Eylem Planının genel kontrolünden sorumlu olan ve tüm nihai kararları alacak bir yetkili personel görevlendirmek zorunluluğunu yerine getirmesi, işaret edilmiştir.
İkincisi, Mart 2019 da Resmi Gazetede yayınlanan Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmeliktir. Bu yönetmelik değişik dönemler birkaç defa yeniden düzenlenmiştir.
Kapsamlı bir yönetmelik olası nedeniyle, altın madenciliği üretim tekniği çerçevesinde sınırlı bir aktarımı tercih etmek durumdayız.
Çünkü, siyanür ile altın üretimi yığın liçi yöntemiyle yapılmakta ve bu yönetmelik çerçevesinde Üst Düzey Kuruluş Kategorisine girdiğini çok kesin bir şekilde ifade edebiliriz.
Olayın gerçekleştiği 13 Şubat 2024 tarihinde kazadan sonra yapılan açıklamalara bakıldığında “heyelan” ya da “toprak kayması” tanımlaması bu kazanın büyüklüğünü ve kapsamını daraltma ve önemsizleştirme amacını taşıdığını söylemek durumundayız.
Ölen 9 işçinin de bu heyelan ve/veya toprak kayması sonucu oluşan iş kazası kapsamında ele alındığı ve bununla sınırlandırılmak istendiğini söylemek isabetli olacaktır.
Yukarıda, ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi, uygulamalar, denetim ve yaptırım süreçleri yetersiz, işlevsiz ve hatta çökmüş durumda olduğunu belirtmiştik. Dolayısıyla, kaza ve sonrasındaki gelişmelere bakıldığında iktidar ve işveren tarafının olayı işçi sağlığı ve iş güvenliği, insan ve çevre sağlığı açısından ele almak yerine doğal bir afetmiş gibi göstermesi hiç şaşırtıcı olmamıştır.
Konfederasyon olarak, buradaki yaklaşımımız bu kazanın büyük endüstriyel bir kaza olduğu yönündedir. Dünyada ve Avrupa’da yaşanan felaketler ve sonrasında yapılan düzenlemelere bakarak bunu tespit etmek öncelikle yapılması gereken bir zorunluluktur.
Şimdi bizdeki kısaltma ile söylersek BEKRA (Büyük Endüstriyel Kaza Risklerinin Azaltılması) mevzuatını bu kaza çerçevesinde yeniden yorumlamak gerekmektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının müşterek sorumluluğunda çıkarılan bu yönetmeliğin en can alıcı noktalarını belirtmek önemlidir. Çünkü mevzuat, denetim ve yaptırım süreçlerini daha anlaşılır kılmaktadır.
Öncelikli olarak büyük endüstriyel kaza ne anlama gelmektedir, tanımlamasına bakılmasında fayda var.
“Büyük endüstriyel kaza: Bu Yönetmelik kapsamındaki herhangi bir kuruluşun işletilmesi esnasında, kontrolsüz gelişmelerden kaynaklanan ve kuruluş içinde veya dışında insan ve/veya çevre sağlığı için anında veya daha sonra ciddi tehlikeye yol açabilen bir veya birden fazla tehlikeli maddenin sebep olduğu büyük bir yayılım, yangın veya patlama olayını,” ifade etmektedir.
İşletmecinin Genel Yükümlülükler çerçevesinde “… büyük kaza senaryo dokümanındaki senaryolara dâhil olan her bir tehlikeli madde için müdahale yöntemi ile koruyucu donanım bilgilerini içeren Ek-7’deki formata göre bir kart hazırlar. İşletmeci; bu kartı il afet ve acil durum müdürlüğü, il sağlık müdürlüğü, bağlı bulunduğu belediye ve/veya büyükşehir itfaiye teşkilatına ve kuruluşun organize sanayi bölgesi veya endüstri bölgesi içinde yer alması durumunda bağlı bulunduğu bölge yönetimleri itfaiye teşkilatına gönderir.”
Mevcut yönetmelik kapsamında Büyük Kaza Senaryosu Dokümanı Başlığı altında “… alt ve üst seviyeli kuruluşların işletmecisi tarafından büyük endüstriyel kaza tehlikelerinin belirlenmesi ve bu tehlikelerden kaynaklanacak risklerin değerlendirilmesi amacıyla büyük kaza senaryo dokümanı hazırlanır veya hazırlatılır.”
Ayrıca, Büyük Kaza Önleme Politika Belgesi başlığı altında;
“Alt seviyeli kuruluşun işletmecisi; büyük kaza önleme politika belgesi ile ilgili tebliğde istenilen bilgileri ve Ek-3’te belirtilen güvenlik yönetim sistemini dikkate alarak büyük kaza önleme politika belgesini hazırlar veya hazırlatır. Büyük kaza önleme politika belgesi büyük endüstriyel kazaları önlemek ve işyerinde yüksek seviyede koruma önlemi almak amacıyla, Ek-3’te belirtilen güvenlik yönetim sistemi ile ilgili bilgilerin bulunduğu bir belgedir.”
Diğer Yandan , Güvenlik Raporu ile İlgili Hususlar Başlığında; “Üst seviyeli bir kuruluşun işletmecisi, asgari olarak Ek-2’de belirtilen bilgileri içermek kaydıyla güvenlik raporu ile ilgili tebliğde belirtilen hususları dikkate alarak bir güvenlik raporu hazırlar ya da hazırlatır ve kuruluşta muhafaza eder. Güvenlik raporu; kuruluşun, kuruluşta yürütülen faaliyetlerin ve proseslerin tanıtımının yapıldığı, Ek-3’te belirtilen ve kuruluşta uygulanan güvenlik yönetim sistemi ile ilgili bilgilerin bulunduğu bir belgedir.” Devamla, Acil Durum Planları bölümünde,Dahili Acil Durum Planı başlığı altında; “ Üst seviyeli bir kuruluşun işletmecisi, Ek-4’te belirtilen bilgileri ve dâhili acil durum planı ile ilgili tebliğde belirtilen hususları dikkate alarak bir dâhili acil durum planı hazırlar veya hazırlatır ve kuruluşta muhafaza eder.” Denetimler Başlığı kapsamında; “Bu Yönetmelik kapsamına giren kuruluşların denetimleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve/veya Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından programlı ve program dışı denetimler yapılmak suretiyle gerçekleştirilir. Denetim planı/programı alt ve üst seviyeli tüm kuruluşlar göz önünde bulundurularak üst seviyeli kuruluşlar için 2 takvim yılı içerisinde en az bir kez, alt seviyeli kuruluşlar için 4 takvim yılı içerisinde en az bir kez olacak şekilde hazırlanır.” İdari tedbirler ve yaptırımlar başlığı altında; Denetimlerde; “Üst seviyeli bir kuruluşun güvenlik raporunun olmaması durumunda Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından kuruluşun tamamında iş durdurulur. Bu Yönetmelikte tanımlanan hususlara aykırılık halinde 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.” denilmektedir. |
Bu yönetmelikte en can alıcı bölümleri vurgulamaya çalıştık. Yani büyük kazaların önlenmesinde Büyük Kaza Senaryo Dokümanı, Büyük Kaza Önleme Politikası, Güvenlik Raporu, Acil Durum planları yönetmelikler ve eklerinde gösterilen yöntem ve hesaplamalara uygun mu yapılmıştır?
Herhalde uygun şekilde bu prosedürler hazırlanmış olsa üretimin her aşamasında ve buna uygun iş bölümü ve sorumluluklar çerçevesinde bu felaketin yaşanması mümkün olmazdı. Zaten sonrasında yapılan saha incelemelerinde göz ardı edilen, atlanılan ya da umursanmayan önlemlerden dolayı bu felaket yaşanmış oldu.
Denetim olgusu iki bakanlığın müştereken sorumluluğunda olmasından dolayı bu denetimlerin mevcut işletmede nasıl yürütüldüğünü net bilebilmek mümkün görünmemektedir.
Burada ÇSGB/Rehberlik ve İş Teftişi Başkanlığının yapmış olduğu yakın zamanlı planlı teftişlere bakmak gerekiyor.
2021 yılında Maden İşletmelerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Programlı Teftişi
2022 yılında Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Programlı Teftişi
2021 yılında Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik Kapsamında İş Sağlığı ve Güvenliği Programlı Teftişi
2022 yılında Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik Kapsamında İş Sağlığı ve Güvenliği Programlı Teftişi
Bu raporların içeriği incelendiğinde endüstriyel madencilik/değerli metal madenciliği/altın madenciliğine ilişkin denetimlerin yapıldığını, raporlarda belirtilen şehirlere bakarak, rahatlıkla söyleyebiliriz. Her ne kadar işletme adları geçmese de sektörler ve alt sektörler bu kapsamda denetimden geçirilmiş ve denetimler sonucu noksanlıklar, bunların giderilmesi ve belirli yaptırımlara dair raporlama yapılmıştır.
Ama bu raporlarda genel çıkarımlar yapılmış ve bunlar raporlanmıştır. Özellikle altın madenciliğinin yapıldığı yerlerde bu denetimlerde ne tür eksiklikler tespit edilmiştir? Bunlara ilişkin ne tür yaptırımlar uygulanmıştır. Bilemiyoruz.
Ama bildiğimiz bir gerçek var ki, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile, çevre ve insan sağlığına dair alınacak önlemlerin maliyet unsurları olarak görülüp alınmamasıdır. Aşırı kar ve birikim sermayenin politikası olunca ne çalışanlar ne de çevre ve insan sağlığı önemlidir. Zaten bu işletmede felaketin geliyorum demesi de adım adım olmuştur. Denetim ve yaptırımların ise ne kadar işlevsiz olduğu görülmüştür.
Altın madenciliği, yukarda yaptığımız sistem değerlendirmesinin bütün olumsuzluklarını sektör olarak yansıtmaktadır. Sosyo-ekonomik olarak bir getirisi olmadığı gibi, uzun yıllara yayılacak kapsamlı sorunların da kaynağı olacaktır.
Bu yüzden, kamusal yararı, toplum refahını gözetmeyen; çalışan, çevre insan faktörlerini yok sayan altın madenciliği üretiminin talan ve yağma politikalarına bir son verilmelidir.
İliç Araştırma Komisyonu 26 Haziran 2024 oturumu tutanaklarını indirmek için tıklayınız.