VI. SOSYAL İNSAN HAKLARI ULUSAL SEMPOZYUMU RAPORU
SEMPOZYUM HABERİ İÇİN TIKLAYINIZ
13-14 Kasım 2014 tarihlerinde Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü tarafından Sosyal İnsan Hakları Ulusal Sempozyumu düzenlendi. 14 Kasım günü “Türkiye’de ve Dünyada Sosyal ve Sendikal Haklar: Gelişmeler, Düzenlemeler, Uygulamalar, Sorunlar ve İhlaller” başlıklı oturumda Genel Başkanımız Kani Beko da bir konuşma yaptı.
Kani Beko konuşmasında, küreselleşme ve piyasa serbestisi nedeniyle sosyal politikalarda, sosyal ve sendikal haklarda yaşanan tahribata, Türkiye’deki sendikal hakların önüne geçen gelişmelerin kökenine, 6356 sayılı yasanın örgütlenme ve toplu sözleşme hakları açısından içerdiği sorunlara ve sendikal ayrımcılık sorunlarına değindi. Konuşmasının diğer kısmında ise, iş cinayetleri örnekleri aracılığıyla Türkiye’deki güvencesiz çalışma, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin yetersizliği konularını ele aldı. Beko, son olarak da DİSK adına, Türkiye’deki iş cinayetlerinin durması için sundukları önerileri bildirdi.
Giriş
Sosyal Haklar Sempozyumunun başlamasını oluşturan koşulların başında 1980’li yıllardan beri tanık olunan küreselleşme ve neoliberal politikalar, yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmeler gelmektedir. Bu gelişmeler, ihlallerin ve hak kayıplarının yoğunlaştığı sosyal haklar konusunda da birçok tartışma ve yeni sorun alanlarının doğmasına yol açmıştır. Bu tartışma ve sorunlardan ana başlıklar olarak sıralanabilecek en önemlileri şunlardır:
- Sosyal hakların tanımlanması ve insan haklarından sayılıp sayılmaması sorunu
- İnsan haklarının bölünmezliği, bütünselliği ve karşılıklı bağımlılığı ilkeleri
- Devletin sosyal haklar karşısındaki konumu ve üstlendiği olumlu edimi yerine getirme yükümlülüğünün anlam ve içeriği
- Uluslararası hukuk alanında güvenceye alınan sosyal haklar listesinin genişlemesi ve koruma sistemlerinin yeni düzenlemelerle güçlendirilmesi, kişiler ve kesimler olarak genişleyen hak öznelerin sosyal haklardan eylemli biçimde yararlanması.
Sosyal devletin geleneksel kazanımları yok edilmekte, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki tüm hak özneleri de bundan doğrudan etkilenmekte ve tehdit edilmektedir. Sosyal Haklar Sempozyumları da bu olumsuz gelişmelerin ve sosyal haklar karşıtı neoliberal yaklaşımın yarattığı etkilere eğilmek, “insan hakları olarak sosyal haklar”ı disiplinlerarası bir yaklaşımla evrensel ilkeleri çerçevesinde ele alıp incelenmek ve tartışmak, sosyal haklar konusunda bilgi ve bilincin geliştirilip güçlendirilmesine katkıda bulunmak amacıyla başlamıştır.
Bu amaç ve düşüncelerle başlatılan Sosyal Haklar Sempozyumlarının “uluslararası” nitelikteki birincisi; 22–23 Ekim 2009 tarihlerinde Akdeniz Üniversitesi Sosyal Hizmetler Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (AKSUM) öncülüğünde, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Belediye-İş Sendikası ve Mülkiyeliler Birliği Antalya Şubesi’nin destekleriyle, Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü ve İş Müfettişleri Derneği tarafından düzenlendi.
Sempozyumların “ulusal” düzeyde gerçekleştirilen ikincisini ise, 4–6 Kasım 2010 tarihleri arasında Petrol-İş Sendikası ve Tek Gıda-İş Sendikası ile İş Müfettişleri Derneği’nin destekleriyle, Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü düzenledi.
“Uluslararası” düzeydeki Sempozyumların ikincisi olan III. Sempozyum, Avrupa Sosyal Şartı’nın 50. yıldönümü dolayısıyla 25–26 Ekim 2011 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü tarafından Kocaeli’nde düzenlendi. Sempozyum’un, Sosyal Haklar Avrupa Komitesi üyelerinin ve Sosyal Şart alanında uzman yabancı öğretim üyelerinin katılım ve katkısıyla işlenen “ana tema”sı, 18 Ekim 1961 tarihinde kabul edilen Avrupa Sosyal Şartı’nın 50. yıldönümü dolayısıyla “Sosyal Şart’ta Ayrımcılık Yasağı ve Türkiye” olarak belirlendi. III. SHUS, Petrol-İş, Koop-İş, TOLEYİS, Belediye-İş sendikaları ile İş Müfettişleri Derneği’nin destekleriyle gerçekleştirildi.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nün “ulusal” çapta düzenlediği IV. Sempozyum, 18–19 Ekim 2012 tarihlerinde yapıldı. Ana teması “Türkiye’de Sosyal Hak ve/ya da Çıkarları Koruma ve/ya da Geliştirme Amaçlı Grevler, Eylemler ve Direnişler” olan IV. Sempozyumun iki önemli özelliği, önceki Sempozyumlara verdiği desteği sürdüren Petrol-İş ve İş Müfettişleri Derneği’nin yanı sıra, dört sendikanın (Tes-İş, Türkiye Maden-İş, Eğitim-Sen, Tez Koop-İş’in) Muğla ve Yatağan şubeleri ile Türk Tabipler Birliği’nin Muğla Şubesinin “yerel” düzeydeki destekleriyle gerçekleştirilmiş ve ana temasına uygun olarak Yatağan’da düzenlenen “Özelleştirme ve Yatağan Direnişi” panelinin büyük bir katılım ve coşkuyla gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Sosyal Haklar Sempozyumlarının beşincisi ve “uluslararası” düzeydeki üçüncüsünü, 31 Ekim-1 Kasım 2013 tarihlerinde Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü düzenledi. V. Sempozyumun belirgin özelliklerinden biri, bir yandan sendikal katılımın, uluslararası ve ulusal düzeylerde çok güçlü ve en üst düzeyde gerçekleşmiş ve bunun Bölüm öğretim üyelerinden bir ekibin işçi sendikaları temsilcilerinin katılımıyla yaptıkları “Sendikal Hak İhlalleri, Bursa Örneği” araştırmasıyla daha da güçlendirilmiş olmasıdır.
Sosyal Haklar Sempozyumlarının altıncısı ve amaç, ilke ve çerçeve yönlerinden önceki Sempozyumlardan farklı olmayan ve sosyal hakları “insan hakları perspektifinden” ele alıp inceleme ve tartışma yaklaşımımızı vurgulamak için yeni bir başlıkla düzenlenen VI. Sosyal İnsan Hakları Ulusal Sempozyumu (SİHUS) ise 13-14 Kasım 2014 tarihlerinde Anadolu Üniversitesi İİBF ÇEEİ Bölümünce “ulusal” düzeyde gerçekleştirildi.
13-14 Kasım 2014, VI. Sosyal İnsan Hakları Sempozyumu
Sempozyumun açılış konuşmalarını Anadolu Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşe Çiğdem Kırel, SGBP Dönem Sözcüsü ve Kristal-İş Genel Başkanı Bilal Çetintaş, Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Recai Dönmez ve Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Gündoğan yaptı.
Açılış konuşmalarını takip eden müzik dinletisinin ardından Prof. Dr. Mesut Gülmez, “Çalışma Özgürlüğü ve Hakkı Açısından Emeğin Evrimi: Ulusal ve Ulusalüstü Hukuksal Boyutlar Üzerine Düşünceler” başlıklı açılış bildirisini sundu.
Gülmez bildirisinde, emeğin tarih öncesinden günümüze evrimini, tarih öncesi dönem, modern dönem, post modern dönem başlıklarında ele alarak bilgilendirdi. Çalışma özgürlüğü ve hakkının ulusal ve ulusüstü hukuksal boyutlarıyla değerlendirdi:
“Modern dönemin ilk evresinde, gerçek yaşamda hiçbir karşılığı olmayan tümüyle soyut ve biçimsel ilkeler olmaktan öteye geçemeyen çalışma ve sözleşme özgürlüğü kutsandı, yüceltildi; devletin dayattığı her tür yasak ve baskının biricik gerekçesi olarak kullanıldı. Özellikle sınıfsal dayanışma, örgütsel birleşme ve toplu eylemler, yani tarihsel evrim sürecinde çalışma hakkının onsuz olmaz toplu öğeleri olarak doğan sendikal hakların tümü “özgürlük” adına yasaklandı. Sonuçta da, emeğin modern tarihindeki “bırakınız yapsıncı” liberalizmin ve soyut bireyciliğin ürünü olan politika ve uygulamalar, “sefalet ücreti” karşılığında “ölmemek için çalışan”, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında Fransa’da ortalama ömrü 22 yılın bile altında kalan “proletarya”yı yarattı!
Post modern dönemde ise, ödünsüz neoliberal politikalarla dar ve geniş anlamlarda çalışma hakkının “hak” niteliği kağıt üzerinde bırak(tır)ıldı. Çalışma hakkı; modern dönemde donatıldığı güvencelerden ayıklama, bu dönemin “vahşi liberalizm” evresinde olduğu gibi kurallar sisteminin uygulanmamasına göz yumma ve emekçileri düzensiz, güvencesiz ve sendikasız kayıtdışı sisteme savurma vb. yollarla, bireysel ve toplu yönleriyle zayıflatıldı, her koşulda korunup gerçekleştirilmesi gereken özünden uzaklaştırıldı. Sonuçta, özünü oluşturan bileşenlere ilişkin hukuksal güvencelerin uygulanmamasıyla anlamını yitirdi.
Emeğin post modern tarihindeki neoliberal yaklaşım ve uygulamaların sonucu ise, yaklaşık 200 yıl sonra, proletaryanın yerini alıp almadığı tartışmaları bir yana, “prekarya” yaratmak oldu. Ortalama ömrü uzadı ama, bireysel ve toplu öğeleriyle esnekleştirilen ve güvencesizleştirilen çalışma hakkını ya hiç ya da düzenli biçimde kullanamayan, geleceksizleştirilmiş bir prekarya doğdu.
Evet, tarih öncesi dönemin emeği ve kişiliği özdeş sayan “köleci” anlayışı yok artık! Üstelik evrensel belgelerde “tüm insanlar özgür ve haklar yönünden eşit doğar!” diyen ilkeler, uluslararası denetim organlarının esneklik politikalarına karşı güvenceler getirme çabası içinde olduğu kararlarıyla uygulanmasına çalışılan modern dönem sosyal insan hakları pozitif hukukunun haklar ve güvenceler sistemi, her şeye karşın hala yürürlükte!
Ama dünyada ve Türkiye’de, proletaryanın oluştuğu yılların barbar çalışma düzeninde görüldüğü gibi “ölmemek için çalışan”, “çalışmak için ölmeyi göze alan”, “hakların birincisi yaşama hakkı”nın kendisi için “ölmeme” anlamına geldiği bir prekarya var!
Modern dönemin son evresinin ulusalüstü sosyal hukuku, bu dönemin ilk evrelerindeki koşullara dönülmesine engel olamadı. Olamazdı da. Çünkü devletler, bu hukuku yaratırken ve uygularken aynı yaklaşım içinde olmadı, olmuyor. Yarattıkları hukuka uymuyor; uymayacağını bildiği için ne yaratmaktan ne de onaylamaktan kaçınıyor! Bu yaklaşım, sistematik bir tutum ve uygulamaya dönüştüğünde, sanırım “ikiyüzlü” nitelemesini fazlasıyla hak ediyor. Kaldı ki, bu anlayışla yarattıkları uluslararası hukuk da; genel ve özellikle sosyal insan hakları boyutlarıyla, düzenli ve hızlı işleyen bir yapıdan yoksun olduğu gibi, gerçekten etkili ve caydırıcı nitelik taşıyan yaptırım ve güvencelerle de donatılmış değildir: Oluşturdukları koruma ve denetim sistemlerinin ezici bir çoğunluğu “yargısal” nitelik taşımıyor. Yargısal olanlarda da, kararlar doğrudan uygulanamıyor ve devletlerin, yani hükümetlerin keyfine, takdirine bırakılıyor; yargısal nitelikli en etkili denetim sisteminde bile, insan hakkı ihlali için ancak tazminat ödenmesine karar verilebiliyor!
Bu eksik hukuksal yaptırım ötesindeki yaptırım ise, “siyasal” nitelikli olduğundan uygulanmasından özenle kaçınılıyor ve sonuçta da etkisiz kalıyor. Bu, sayısız esneklikler içeren “yumuşak hukuk”un bittiği noktadır! Bundan sonrasında ise, ne yapılacağı ortadadır: “Prekaryalaştırılan” hak öznelerinin, yalnızca özgücüne güvenerek kendi yazgısına ve geleceğine sahip çıkması. Çalışma hakkının tüm bileşenleriyle hukuksal güvenceye alındığı durumda bile, örgütlü ve örgütsüz, emeğin tüm özneleri etkili olmadıkça güvenceler kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur.
Sonuç ereğiyle yazdığım notları bir “tanım”la bitirmeden, çalışma hakkının ulusalüstü hukuksal boyutlarıyla ilgili olarak birkaç ekleme daha yapmakta yarar görüyorum. Denetim organlarınca kullanılan kavramlar kimi kez farklı olsa da, birçok konuda görüş birliği bulunduğu söylenebilir: Kısaca anımsatmak gerekirse; tüm belgelerde belirtildiği gibi, öznelerinin özgürce seçtiği ya da kabul ettiği uygun bir işin hakça bir ücret karşılığında yapılması olan çalışma hakkının uygulama alanına, hakkın öznesinin “çalışanlar” ile sınırlı olmayıp “herkes”i kapsaması nedeniyle, her tür çalışma ve tüm sektörler girer. Çalışma hakkı, bireysel ve toplu bileşenleriyle bir bütündür.
Tarihsel olarak, sözde “tanıma ve koruma” adına “yasaklanması” ile perdenin açılmasından beri, çalışma özgürlüğü ve hakkının sendikal haklarla doğrudan ilişkisi vardır. Öte yandan çalışma hakkı; soyut, kuramsal ve felsefi bir söylem değildir. “Kişi hakkı” olmasının yanı sıra “sosyal bir insan hakkı” niteliği de taşımasının doğal sonucu olarak, devletin “saygı gösterme”, “koruma” ve “işlerliğe koyma ya da gerçekleştirme” olmak üzere üç dizi olumlu edimde bulunma yükümlülüğü üstlendiği, kaynak kullanılmasını gerektiren somut bir haktır. Bu yükümlülük, ilke olarak, hakkın “tam istihdam” amaçlı ekonomik ve sosyal politikalarla “aşamalı” biçimde, belirli dönemler öngörerek süreklilik içinde ve geriye götürücü önlemler almaksızın gerçekleştirilmesini öngörür.
Ne var ki bu olanak, taraf devletlerin, ekonomik ve sosyal gelişme düzeylerinden, bu amaçla seferber edeceği kaynaklardan bağımsız olarak, çalışma hakkının özünü oluşturan bazı bileşenlerini “derhal” gerçekleştirme yükümlülüğü için geçerli değildir. Ayrımcılık yasağı ve eşitlik, elverişsiz kişi ve kesimlerin korunması, haksız işten çıkarmalara karşı koruma, etkili başvuru yolları, gerçekleştirilmesi zamana ve kaynaklara bağlı olmayan yükümlülüklerin başında gelir. Çalışma hakkının ulusalüstü sosyal insan hakları hukuku bağlamında özetleyerek anımsattığım temel yönlerini kapsamak üzere önerdiğim tanım şöyle:
Çalışma hakkı; bireysel ve toplu bileşenleriyle kendi içinde bütünlüğü olan ve aynı zamanda tüm insan haklarından somut ve eylemli yararlanmanın ön koşulunu oluşturan, devletin saygı göstermekten başlayıp koruma ve gerçekleştirmeye değin uzanan ve özüne içkin bileşenlerini derhal gerçekleştirmekle yükümlü olduğu sosyal insan haklarının birincisidir.”
Sempozyumun ilk gününde oturum başlıkları “Değişik Boyutlarıyla Çalışma, Çalışma Hakkı ve Dönüşümü”, “Kavramsal, – Kuramsal Boyutlar ve Uygulamalar” ve “HIV/AIDS ile Yaşayanlar, Mülteciler, Sporcular ve Çalışma Hakkı İhlalleri” başlıkları altında oldu.
“Değişik Boyutlarıyla Çalışma, Çalışma Hakkı ve Dönüşümü” başlıklı ve oturum başkanlığını Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Prof. Dr. Enver Özkalp’in yaptığı ilk oturumda, Fevzi Demir (Yaşar Üniversitesi) “Çalışma Hakkı İlkesi ve Hukuki Mahiyeti”, Mehmet Atilla Güler (Gazi Üniversitesi) “Çalışmanın Sonu Tartışmaları ve André Gorz Üzerine Bir Değerlendirme” ve Gamze Yücesan Özdemir (Ankara Üniversitesi) “Hırsız Zamanlar, İstilacı Mekanlar: 21. Yüzyılda Yeni İletişim Teknolojileri, İş ve İstihdam” başlıklı sunumlar yaptı.
Sempozyumun ikinci günü, “Çocuklar, Engelliler, Göçmenler ve Çalışma Hakkı” başlıklı oturumla başladı ve “Uluslararası Boyutlar ve Sorunlar: AİHM ve BM” başlıklı oturum ve Genel Başkanımız Kani Beko’nun da bir konuşma yaptığı “Türkiye’de ve Dünyada Sosyal ve Sendikal Haklar: Gelişmeler, Düzenlemeler, Uygulamalar, Sorunlar ve İhlaller” başlıklı oturumla sona erdi.
“Çocuklar, Engelliler, Göçmenler ve Çalışma Hakkı” oturumunda Engin Yıldırım (Anayasa Mahkemesi), “Birleşmiş Milletler İş Hayatı ve İnsan Hakları Rehber İlkelerinin Eleştirisel Değerlendirilmesi”; Tolga Şirin (Marmara Üniversitesi), “Bir İhtimal Daha Var O da Ölmek mi Dersin?” ve Özge Yücel Dericiler (Özyeğin Üniversitesi), “AİHM İçtihatları Çerçevesinde Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı Bağlamında Sağlık Hakkının Korunması” başlıklı sunumlar yaptı.
“Türkiye’de ve Dünyada Sosyal ve Sendikal Haklar: Gelişmeler, Düzenlemeler, Uygulamalar, Sorunlar ve İhlaller” başlıklı, sempozyumun son oturumunda DİSK Genel Başkanı Kani Beko; KESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen; SGBP, Basın-İş Genel Başkanı Yakup Akkaya; Sosyal Haklar Derneği’nden Hakan Koçak ve SGBP, TGS Genel Başkanı Uğur Güç konuştu.
Sonuç ve değerlendirme
13-14 Kasım 2014 tarihinde altıncısı düzenlenen Sempozyuma çok sayıda akademisyen, üniversite öğrencisi, sendikacı katıldı. Sempozyum boyunca Türkiye’de özelde çalışma hakkı ve buna bağlı olarak sendikal haklar, genelde sosyal haklar konusundaki sorunlar ele alındı. Dinleyiciler çalışma hakkı ve hukuk ilişkisi konusunda bilgilendirildi ve çalışmanın doğası, Türkiye’de çalışma koşulları irdelendi.
Türkiye’de insan hakları, sosyal haklar, çalışma hakkı gibi pek çok hak ve özgürlük konusunda büyük sıkıntılar ve beraberinde büyük endişeler vardır. Türkiye, demokrasinin gereklerinin çoğu zaman yerine getirilmediği, özellikle söz konusu işçi sınıfı olduğunda, bakıma muhtaç ya da toplumsal olarak dezavantajlı kesimler olduğunda ihlallerin ve ihmallerin daha fazla olduğu görülmektedir.
Türkiye’de çalışanları koruyacak, çalışma hakkını yaşam hakkından başlayarak en geniş kapsamıyla ele alacak bir sosyal koruma sistemine acil ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bu, giderek daralan sosyal hizmetler, vatandaşları özel sektöre ya da bireysel çözüm yollarına mahkum eden sosyal politikalar, toplumsal sorumluluklarından giderek kaçan devlet yapısı ve çalışma hayatının piyasa ve sermayeye tabi hale getirilmesi sonucunda daha fazla yoksunluk, daha fazla eşitsizlik, daha fazla iş cinayeti demek olacaktır.
Sempozyumda yapılan tartışmalardan bazı notlar aşağıda derlenmiştir. Sempozyum bildiriler kitabına ayrıca www.sosyalhaklar.net adresinden erişilebilmektedir.
Sonuç niteliğinde notlar:
- İletişim teknolojileri gelişmekte ve sermaye tarafından emek üzerinde bir baskı ve denetim kurma aracı olarak kullanılmaktadır. İşçi sınıfı teknolojinin imkânlarını kullanarak “mücadelenin teknolojisini” oluşturmalıdır. (Gamze Yücesan Özdemir)
- Kapitalist sistemin oluşum aşamasında çalışma, “emek gücünü satma özgürlüğü” ekseninde tanımlanmıştır. Oysa kapitalist sistemin gelişimi, gerçeğin böyle olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Çalışma, bugün halen gerek ulusal ve gerekse de uluslararası düzeyde bir hak olarak tanımlansa da, günümüzdeki uygulamaları emekçileri kapitalizmin oluşum aşamasındaki sefalet koşullarına yaklaştırmaktadır. (Mehmet Atilla Güler)
- Çalışma yaşamı, refah devletinin kurumsallaştığı dönemdeki güvenceli niteliğinden açık bir şekilde uzaklaşmaktadır. Bu durum, neo-liberal ekonomi politikalarının, bu ideolojiden yana olanların iddia ettiğinin aksine, işsizliği ve refah devletinin neden olduğu diğer sosyal sorunları çözmek yahut azaltmak şöyle dursun, daha da derinleştirdiğini açıkça göstermektedir. (Mehmet Atilla Güler)
- Bir toplumsal rıza aracı ve aygıtı olarak dinin siyasallaşması, Türkiye örneğinde İslâmcılığın siyasal alandaki yükselişi, liberal kalkınma politikalarının içine girdiği bunalımla ilişkilidir. Ekonominin getirdiği yıkımla birlikte küresel ölçekte yaşanan kutuplaşmaya karşı yükselen duygusal tepki, sistemin dışına itilen kesimlerde aşırı milliyetçilik ve Türkiye’de olduğu gibi İslâmcılık biçiminde gelişmiştir (Keyder, 2005: 41). Liberal-küçültülmüş devletin bıraktığı sosyal güvenlik boşluğu, din temelli sivil toplum etkinliği ile doldurulmaya çalışılmaktadır. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma amaçlı gerçekleşen sosyal sermaye birikimi, yerel kapitalistleşmenin maddî ve manevî kaynaklarından birini oluşturmaktadır (Şenkal, 2005 ve 2008). (A. Vedat Koçal)
- Çalışmalarının önünde tıbbi veya yasal hiçbir engel bulunmamasına rağmen, Türkiye’de HIV ile yaşayan bireylerin emek piyasası içinde eşitsiz ve korunmasız bir durumda oldukları görülmektedir. Yasada çalışmalarına bir engel bulunmamasına rağmen, HIV ile yaşayan bireylerin istihdam olanaklarını kolaylaştıran ve iş yaşamında ayrımcılığı engelleyen yasal düzenlemeler mevcut değildir. İş yaşamında ayrımcılığın önlenmesi ve çeşitliliğin teşvik edilmesi, HIV/AIDS, sağlık ve toplumsal cinsiyet alanlarında çalışan sivil toplum örgütlerinin öncelikli gündem maddelerinden biri haline getirilmelidir. (Pınar Öktem)
- Sığınmacı ve mülteciler Türkiye’de sağlıktan, eğitime ve barınmaya kadar pek çok sorunla karşılaşmaktadırlar. Türkiye’de sığınmacı ve mültecilere yönelik bu grubun sahip olduğu haklar bağlamında bütünlüklü bir uygulama ve hizmetler ağı sistemi oluşturulmalıdır. Türkiye iltica ve göç sistemine hukuksal, siyasal ve sosyal tüm boyutlardan bakmalı ve buna yönelik kurumsal yapılanmayı sağlamalıdır. Sığınmacılara ve mültecilere yönelik sığınma sistemine ilişkin sosyal boyut insan onuruna yakışır bir düzeyde olmalıdır. (Sercan Reçber)
- Mevcut durumda ülkede çocuk işçiliğinin çözümlenmesinde etkin bir araç olan kanuni düzenlemeler, sorunun daha da çözümsüz hale gelmesine katkı sağlamaktadır. Yapılacak kanuni değişiklikler ile zorunlu eğitimin ve asgari çalışma yaşına ilişkin düzenlemelerin değiştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca çocuk işçiliği sorunun çözümünde kanuni düzenlemelerin etkin şekilde uygulanması ve bağımsız bir denetim mekanizması oluşturması da zaruridir. (Canan Ünal)
- Türkiye’de mevcut kurumsal sosyal hizmetler 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın oluşumuyla birlikte yeni bir örgütlenme sürecine girmiştir. Bu süreç, sosyal hizmetlerin sadece kamu değil aynı zamanda özel sektör ve yerel yönetimler tarafından da sunumunun teşviki ve evde bakım hizmetinin desteklenmesi gibi hizmet sunumuna dair önemli değişimleri hızlandırmıştır. Evlerinde yakınlarına bakan kişilere (genellikle kadınlar) düzenli aylık ödeme yapılmaktadır. Bu durumda Devlet, sosyal hizmet sorumluluğunu özel alana ve dolayısıyla aile üyesi olan kadınlara bir kez daha devretmiştir. Üstelik aylık ödenen bu kişilerin herhangi bir sosyal güvenceleri yoktur, çalışma koşulları düzenlenmemiştir. Yani bakım bir çalışma ya da bir iş olarak kabul edilmemektedir. Bakımın özel alana hapsedildiği bir toplumda kadının gerek emek piyasasına gerekse toplumsal yaşama eşit koşullarda katılımı gittikçe zorlaşır. Günümüzde evde bakım aylığından yararlananlar, özel ve kamu kurumlarınca sağlanan bakım hizmetlerinden yararlananların toplamının yaklaşık yirmi katıdır. (Betül Altuntaş)
- Mevcut durumda bakım hizmetlerinin önemli bir kısmını oluşturan evde bakım hizmetinden sadece ekonomik yoksunluk içindeki ağır engelliler, karşılıksız olarak yararlanabilmektedir. Ancak, bakıma muhtaçlık durumu ekonomik yoksunluk içinde bulunan ya da bulunmayan her bireyin karşılaşabileceği bir risktir. Söz konusu riske karşı her bireyin güvence altına alınması ve bakıma muhtaçlığın sosyal sigorta sistemi içinde değerlendirilerek, bireylere bakıma muhtaçlık durumunda güvence sağlanması önemlidir. Bakım hizmetlerinin kurumsallaşmasını sağlayabilecek ve düzenli ücretli kadın istihdamını arttıracak bir bakım sigortası modelinin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Engellilerin hayatını güçleştiren toplumsal engellerin kaldırılması gerekmektedir. Bakım sadece bakım alan ile hizmeti mümkün kılan devlet arasındaki bir hak meselesi değildir; bakım bir emek sürecidir. Çalışan hakları ve çalışma koşullarının da insan hakları açısından incelenmesi gerekir. (Reyhan Atasü Topcuoğlu)
- Bugün gerek dünyada gerekse ülkemizde küreselleşmeye bağlı olarak sermayenin tek güç olarak egemenliğini ilan ettiği, kamusal hizmetlerinin daraltılarak sermayenin talepleri doğrultusunda yeniden biçimlendirildiği bir dönemden geçiyoruz. Herşeyin piyasa koşullarında belirlendiği bu süreçte, artık ekonomik ve sosyal politikalar toplumsal ihtiyaçlar temelinde değil küresel piyasa ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmakta, devlet yapıları da küresel piyasa ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlenmektedir. Süreci kalıcılaştırmak için kamu hizmetleri ticarileştirilmekte, özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaları sürekli gündemi oluşturmaktadır. Öte yandan kamu hizmetlerinden yararlanan geniş toplumsal kesimler bakımından da durum sıkıntılıdır. Piyasa hizmetine dönüşen kamu hizmetine halkın erişimi zorlaşmaktadır. Devletler kamu hizmetini ekonomik bir yük olarak değerlendirdikçe, başta sağlık olmak üzere en temel ihtiyaçlar paralı hale gelmektedir. (Kani Beko / DİSK Genel Başkanı)